Sedat Peker’in ifşaatıyla bir kez daha hatırlanan “kayıp silahlar” ve paramiliterlerin iktidar eliyle silahlandırılması sorunu gündemdeki yerini aldı. Bir bölümü taraftarlara çeşitli bahanelerle dağıtıldığı bilinen, “yirmi tugayı silahlandırabilecek” yüz bin kayıp silahtan söz ediliyor. Meselenin ortaya çıkışı yeni değil. En azından 15 Temmuz darbe girişimi günlerinden başlayarak konuya aşinayız. Yakın zamana kadar, rejim eliyle silahlandırılan ve çeşitli isimler ve görüntüler altında arzı endam eden bu paramiliterlerin mesela Gezi türü bir kitle hareketinde, “evlerinde zor tutulan yüzde elli” olarak sokağa salınacakları endişesi ağır basıyordu. Şimdi erken veya normal zamanlı seçim konusu da gündemde. Yani soruna bir de paramiliterlerin ve “kayıp silahların” seçim sonuçları üzerindeki muhtemel etkileri konusu eklendi.
Kötümserler ve iyimserler
Rejim muhaliflerinin önemli bir bölümü bunun gerçek bir tehlike olduğu, rejimin hayatta kalmak için elindeki resmi ve gayrıresmi bütün araçları kullanarak her türlü zora başvurabileceği, hazırlıklarını da bu doğrultuda yaptığını konusunda ısrarlı. Bu kesim önümüzdeki dönemin muhtemel siyasi gelişmeleri konusunda büyük çoğunluğu itibariyle epeyce kötümser. Pek çokları seçimlerin yapılabileceğinden emin olamadığı gibi, yapılsa da bunun bir seçime benzemeyeceği, hatta iktidarın kaybetse bile gitmeyeceği düşüncesini taşıyor.
Muhalefetin bir başka kesimi ise, epeyce iyimser görünüyor. Genel anlamda ortada tehlikeli birtakım eğilim ve ihtimaller olduğunu kabul etmekle birlikte bu durumun yol açtığı endişe, moral bozukluğu ve “bunlar gitmez” korkusunun esas olarak rejim tarafından kışkırtıldığını, ilgili haberlerin bu amaçla kasıtlı olarak ve abartılarak yayıldığını öne sürüyor. Yani iktidar eliyle yürütülen bir “psikolojik harekât” söz konusu.
Bu kesim, Türkiye’nin yapısının, siyasi kültürünün, dış ilişkilerinin, ekonomik- mali durum ve ihtiyaçlarının ve rejimin giderek azalan gücünün, her şeye rağmen böyle bir potansiyelin gerçekleşmesine izin vermeyeceğini, iktidarın seçimleri kaybetmesi halinde mecburen gideceğini, bu nedenle böyle moral bozucu konuları tekrarlayıp durmaktan uzak durulması gerektiğini düşünüyor. (Sedat Peker de başka bir bağlamda, iktidarın seçimleri kaybetmesi halinde tıpış tıpış gitmek zorunda kalacağını söylüyor.) Böyle olunca da sorun onların gözünde esas olarak “psikolojik” bir nitelik kazanıyor!
Psikolojik hallerimiz…
Elbette işin “toplumsal psikoloji” denilen ve gerçekten ciddiye alınması gereken bir boyutu var. Ancak bireysel olsun, toplumsal olsun hiçbir psikolojik durum boşlukta oluşmuyor. Bazen “en psikolojik” durumlarda bile “paranoyak olmamız takip edilmediğimiz anlamına gelmiyor!” Siyasi ve toplumsal planda “psikolojimizi” bozan epeyce bir işaret ve kanıt mevcut. Örneğin, iktidar ortaklarının ve rejim medyasının kullandığı malum tehdit dili, iktidarlarını “her ne pahasına olursa olsun” koruma doğrultusundaki beyanları. Bunlar en tepeden gelenler. Bunların yanı sıra, gözle görülür bir hızla artan ve iktidar kanadı tarafından açıkça teşvik edilen bir silahlanma söz konusu. Sosyal medya ve resmi, gayrı resmi çeşitli mecralarda yayılan ve rejim karşıtı kişi ve toplulukları hedef alan ırkçı-dinci-gerici tehditler tam gaz devam ediyor. Bunun da ötesinde sokak saldırıları, muhaliflere “neler neler” yapacaklarını anlatan, üstelik her türlü hukuki yaptırımdan muaf birilerinin, fütursuzca paylaştıkları silahlı külahlı görüntüler çoktandır “vakayı adiyeden” sayılıyor. Tabii, bunların da ötesinde yukarıda da belirttiğimiz üzere, paramiliter örgütlenmeler, artık herkesin malumu olan birer “sır” olarak hayatımızda. Bu yekûna yurtdışı operasyonlarda kullanılan, ancak dış politikanın niteliği nedeniyle kolaylıkla fiili bir iç politika aracı haline getirilebilecek Suriyeli cihatçıları da ekleyebiliriz. Bütün bunlar düşünüldüğünde sadece rejim karşıtı demokratik ve özgürlükçü kitle eylemlerinin değil, “serbest seçimlerin” de hem koşulları, ham de sonuçları itibariyle gerçek bir tehditle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz.
Kısacası “Türkiye’nin demokratik geçmişinden ve demokratik geleceğinden” hayli emin görünen iyimserlerin yaklaşımı, toplumsal psikoloji açısından kısmen haklı bir uyarıyı içeriyor olsa da siyasi açıdan geniş kesimleri bir ölçüde rahatlatabilecek sağlam, somut ve güvenilir verilere dayanmıyor; en azından muhalif kamuoyunu tatmin edebilecek somut bir güvence, sağlam bir mücadele perspektifi içermiyor. Üstelik bu tutum kişisel veya grupsal bir yaklaşım olmanın ötesinde, başta ana muhalefet olmak üzere, bu rejimi yıkma (değiştirme diyelim!) iddiasındaki burjuva muhalefetin önde gelen güçlerince de paylaşılıyor. Bunlar bu tutumlarını “iktidarın oyununa gelmeme” olarak gerekçelendirseler de, asıl dertleri, “toplumsal düzeni” korumak, yani burjuvazinin toplumsal egemenliğinin muhafazası. Bu nedenle emekçi kitlelerin dahil olduğu ve “müesses nizamın” bozulmasına yol açabilecek bir mücadele tarzından uzak duruyorlar. Aleniyet kazanmış tehlikeleri küçümser gibi yapıp halkı “sakinleştirmeye” çalışmalarının nedeni de bu. Yoksa onların da böyle bir ülkede pozitif bir psikoloji ve derin bir iç huzuruyla yaşadıklarına inanmıyoruz.
Geçekçi olmak, tehlikeyi görmek, ses çıkarmak…
Elbette “felâket tellalı” veya “kıyamet habercisi” değiliz. Sürecin mutlak anlamda tek bir yönde ilerlediğine de inanmıyoruz. Ancak bütün bunları yukarıda ifade ettiğimiz somut verilerden kalkarak söylüyoruz. Kendi içinde daha beter ihtimalleri içeren ve giderek bir “iç savaş rejimine” dönüşen bir rejimin tehlikelerini görmezden gelmemiz mümkün değil. Uyarılarımızın nedeni bu. Ayrıca burjuva muhalefetten öyle “hırsızın üzerine yürümesini”, “kitlesel öz savunma organları”, alternatif örgütlenmeler oluşturmasını falan da beklemiyoruz; bunlar zaten devrimci görevler. Onlardan istediğimiz, hiç olmazsa “gürültü yapmaları”, bağırmaları, yapılanları teşhir etmeleri, toplumun yüz yüze olduğu tehlikeleri yüksek sesle dile getirmeleri, iktidarı cevap vermeye zorlamaları.
Tekrar edelim, gerçek dışı bir iyimserlikle “Seçimleri kesin olarak kazanacağız ve bu iktidar tıpış tıpış gidecek” diyenlerin, bu dediklerine tam olarak inandıkları kanısında değiliz. 2017’de, Türkiye için hayati bir referandumda, yasadışı yollarla değiştirilen sonuçlara neden itiraz edilmediği, neden CHP’lilerle birlikte YSK’nın kapısına gitmediği sorusuna cevaben Ana muhalefet Lideri, “Sokakta sopalı, hatta silahlı kişilerin olacağına ilişkin çok ciddi duyumlar vardı” demişti. Bu defa muhalefet, gelecek seçimlerde benzer bir durumun ortaya çıkması halinde ne yapacağını açıkça söylemek zorundadır. Emekçilere özgürlüklerle dolu mamur ve müreffeh bir gelecek vaat edenlerin, öncelikle bu soruya gerçekçi ve tatmin edici bir cevap vermeleri gerekiyor.
Umudumuzu elbette yükseklerde tutmalıyız, ancak mesnetsiz bir iyimserlikle varılacak bir yer yoktur…
Hakkı Yükselen