SONUÇLARI KUZU KUZU KABULLENİP, TIPIŞ TIPIŞ GİDERLER Mİ?

SONUÇLARI KUZU KUZU KABULLENİP, TIPIŞ TIPIŞ GİDERLER Mİ?

Erken bir seçim ihtimalini güçlendiren işaretler giderek artıyor. İktidarın anketlere de yansıyan oy kaybını telafi amacıyla kesenin ağzını açmaya hazırlanmasının yanı sıra ağzını iyice bozması, muhalefete yönelik tehditlerin ve provokasyon girişimlerinin artması, aksi ihtimalleri tamamen ortadan kaldırmasa da normal zamanından önce yapılacak seçimlere işaret ediyor.

Gerçi “Bunlar kazanamayacakları bir seçimi yaptırmazlar!” diyenler de çok, ama zaten Saray da kazanabileceği türden bir seçime hazırlanıyor. Seçimlerin normalde “demokrasi” çağrışımı yapması gerekirken  “iç savaş” çağrışımına yol açmasının nedeni de bu.

 “Neo-bonapartist” rejimlerin temel meşruiyet kaynağının serbest seçimler olması, bu rejimler daha da beter bir şeye dönüşmedikleri sürece, şu veya bu biçimde yapılacak bir seçimin de garantisini oluşturuyor. “Şu veya bu” derken   demokratik kurallar, teamüller, hatta yasalar açısından tartışmalı, durdurulamadığı takdirde “atı alanın Üsküdar’ı geçeceği” bir seçimden söz ediyoruz. Ayrıca rejim, seçimlerden önce muhalefeti felç etmeye yönelik bazı girişimlerde de bulunabilir.  Bu nedenle Sabah Gazetesi Başyazarı Mehmet Barlas’ın kaleme aldığı “fantezilere” mim konulmalıdır. Olmamış şeyler değil, örneğin Nisan 1960’ta DP’nin son demlerinde giriştiği ve muhalefetin tüm siyasi toplantı ve yayın faaliyetlerini yasaklamayı amaçlayan bir “Tahkikat Komisyonu” örneği var.  Artık bir “vak’a-i adiye” haline gelmiş olan, düşürülen milletvekilliklerinden, yaka paça gözaltılardan, vekillere verilen uzun hapis cezalarından, parti kapatma davalarından, seçim sürecinde daha da şiddetlenecek olan Kürt siyasetine ve HDP’ye yönelik baskılardan ise söz etmeye bile gerek yok!

Kaybederlerse…

İktidarın seçimleri kaybetmesi veya kaybedeceğini anlaması halinde sonuçları kolay kolay kabullenmeyeceği ve “bir şeyler” yapacağı konusunda yaygın bir kabul var. Örnek olarak da İstanbul seçimleri gösteriliyor. Ancak burada farklı iki bakış açısı ortaya çıkıyor: Birincisi, CHP İstanbul İl Yönetimi’nin ve İmamoğlu’nun işin peşini bırakmama ve sürekli pres taktiğinin bu seçimlerde de işe yarayacağını ve iktidara pes ettireceğini ileri süren iyimser bakış. İkincisi, İstanbul’da bunları yapanların Türkiye’yi kaybetmemek için “neler neler yapabileceğini” ileri süren kötümser bakış.

Bir önceki yazıda[1] bu rejimin kötülük kapasitesine ilişkin epeyce “uç ihtimallerden” söz etmiştik. Bu yazıda seçimler mevzuuna ve bu bağlamda Türkiye’nin Saray rejimi döneminde oluşmuş  “yeni normaline” dönelim! Yazının başında rejimin niteliği gereği er veya geç seçim yapacağını, seçim “kazanma zorunluluğu” nedeniyle de mutlaka kazanacağı bir seçimi hedeflediğini belirtmiştik Peki,  bu ne anlama geliyor?

İktidar önce amacına uygun bir seçim yasası hazırlamak istedi, ancak görüldüğü kadarıyla ortağı MHP ile anlaşamadı. (Gerçi bu konu hâlâ kapanmamış olabilir.) Yani eğer erken bir seçime gidilecekse bu,  yürürlükteki yasayla olacak. Bu durumda Saray’ın (2015 Kasım’ında olduğu gibi) umulmadık bir oy artışı sonucu seçimleri kazanamayacağını anlaması halinde, bu “umulmadık oy artışını” seçim günü sağlamak amacıyla, emrindeki yargı kurumlarının da desteğiyle her türlü sandık oyununa, hile ve hurdaya, yasa ve kural ihlaline başvuracağını tahmin edebiliriz. Bu yöntem, daha önce de görüldüğü üzere, “kamuoyunun gözlerinden ırak”, tamamen asker-polis-korucu kontrolündeki bölgelerde “açık oy, kapalı sayım” biçimini alacaktır. İktidar, ülkenin “göz önündeki” bölgelerinde ise görece “rafine” yöntemleri devreye sokmak   isteyecektir. İzlenecek bu türden yolların sandık başlarında çok sayıda itiraz ve çatışmaya yol açması kaçınılmazdır. Bu durumda iktidar, seçimleri kazanmayı başarırsa ancak emrindeki yargı kurumlarının, devletin kolluk güçlerinin ve elbette “sokaktaki silahlı adamların” gölgesi, hatta doğrudan müdahalesi sayesinde kazanmış olacaktır. Bunu engelleyebilmenin tek yolu, her türlü seçim oyununu ve yasadışı girişimi her düzeyde deşifre etmeye ve engellemeye yönelik çok yüksek sesli bir karşı kampanya ve varlığını seçimlerden önce hissettirebilmiş,  rejimin cesaretini kırabilecek kitlesellikte örgütlü bir seferberlik olacaktır.

Tıpış Tıpış Giderler Mi?

İktidarın seçimleri kaybettiğinin alenen ortaya çıkması halinde dahi sonuçları “kuzu kuzu” kabullenip “tıpış tıpış” gitmeyeceği, sonuçlara her yola başvurarak itiraz edeceği kesindir. Bu itirazların her yönden yıldırıcı biçimler alacağını, sonu gelmez bir yeniden sayım sürecinin başlatılacağını, sonuçların değiştirilememesi halinde, devletin bütün imkânları kullanılarak yeniden seçimlere gidilmek isteneceğini şimdiden öngörebiliriz.

Bu durumda rejim, yine devlet gücünü ve destekçi kitlesini (evde zor tutulanları!) kullanarak, adeta hakkı yenmiş bir muhalefet partisi edasıyla harekete geçecektir. Bu aynı zamanda iktidar yanlısı ve devlet destekli sokak eylemleri anlamına gelecektir. Bu nedenle rejim yanlısı medyada yer alan ve seçimlerin kaybedilmesinin bir “darbe” anlamına geleceği yolundaki yazıların, sadece boş tehditler olarak görülmemesi ve ciddiye alınması gerekmektedir.

Tabii, öncelikle düşünülmesi gereken önemli bir husus da 2015 Haziran-Kasım dönemine benzer kanlı bir sürecin, çeşitli şiddet eylemleri ve provokasyonlar yoluyla Türkiye’ye bir kez daha yaşatılmasıdır. Bu aynı zamanda bütün yasal ve fiili sonuçlarıyla birlikte koşulları radikal biçimde değiştirecek bir olağanüstü hâl anlamına gelecektir. Rejimin böyle bir fırsatı tepmesi, müdahaleyi yarım bırakması düşünülemez. Ancak böyle bir yolun bu defa aynı yere varmama ihtimali yüksektir. Burjuva muhalefetin nasıl bir direnç göstereceğini veya gerçek bir direnç gösterip göstermeyeceğini tam olarak bilemesek de böyle bir durumun var olan koşullarda hem toplumsal planda yüksek bir gerilime, hem de rejim saflarında ciddi kargaşa ve çatlaklara yol açacağını söyleyebiliriz. Bu ise, bir süre sonra işlerin çığırından çıkmasına ve rejim içi rekabetin yer yer sert bir çatışmaya dönüşmesine yol açacaktır. Gelişmelerin daha ileri bir noktaya varması halinde ise “uçurumun kenarındaki ülkeyi kurtarmayı” amaçlayan ve pek çok yerden destek gören daha geleneksel türden bir “devlet müdahalesine” şahit olabiliriz.

Rejimin seçimleri “bir biçimde” kazanması ve muhalefetin de “çaresizlik” vb. nedenlerle sonuçları kabullenmesi halinde ise Türkiye bugünden kestiremeyeceğimiz bir süre boyunca muhaliflerin epeyce yıkık bir moralle varlıklarını sürdürmeye çalışacağı ve işlerin hemen her yönüyle başka şekillere bürüneceği gerçek bir çıkmaza girecektir. Bu çıkmazdan temel toplumsal güçlerin müdahalesiyle belirli bir sürede çıkılamaması halinde de tamamen “tefessüh etmiş” (kokuşmuş) bir ortamda toplumsal bir çöküş kaçınılmaz olacaktır.

Durumun Ciddiyetini Kavramak

Türkiye tehlikelerle dolu bir yolda ilerlemektedir. Durum ciddidir. O nedenle,  önümüzdeki seçimlerle ilgili “Ya kazanırlarsa?” sorusunun cevabı “Anketler öyle demiyor, kazanamazlar!” olamaz. Aynı şekilde iktidarın yapabilecekleri veya seçim sonuçlarını tanımayabileceği konusundaki uyarılara da “Dünya müsaade etmez!” veya “Türkiye’nin her şeye rağmen demokratik bir seçim geleneği vardır!” şeklinde cevaplar verilemez. Kaldı ki, bu tür sorulara teskin edici cevaplar veren burjuva muhalefetinin, bizlerden büyük ölçüde saklasa da tehlikenin farkında olduğu kesindir.

Var olabildiği kadarıyla sosyalist muhalefete gelirsek, bu güçsüz halinde gerçek görevlerini yerine getiremeyeceği düşüncesiyle veya gerçek görevlerinin bilincinde olmaması nedeniyle “temennilerini” veya kendisinin de inanmadığı iyimser beklentilerini (Daha doğrusu “Yok ya, bir şey olmaz, o kadar da değil!” tavrını) gerçekliğin yerine koyuyorsa durum bizim açımızdan iyice vahim demektir. Çoğunluğun hem memleketin hem de kendi istikbalini mecburen veya isteyerek burjuva düzen partilerine bağladığı bir dönemde, sosyalistlerin gerekirse “akıntıya karşı kürek çekerek” sınıf seferberliklerini örgütlemek ve bu ülkenin gerçek çoğunluğunu harekete geçirmek için elinden gelen her şeyi yapması tarihsel bir öneme sahiptir. Sonuçta sözünü ettiğimiz bütün felaketlerin asıl ceremesini çekecek olanlar, bu ülkenin emekçileridir.

Önümüzdeki seçimler, öncesi ve sonrasıyla olağanüstü nitelikte olacaktır. Bu durum, olağan düşünce ve davranış kalıplarının aşılmasını zorunlu kılmaktadır.

Hakkı Yükselen


[1] Seçimlere Doğru 2 – SARAY REJİMİNİN AYAKTA KALMA MÜCADELESİ; İMKÂNLAR VE İHTİMALLER, http://www.kirmizigazete.org/2021/11/12/saray-rejiminin-ayakta-kalma-mucadelesi-imkanlar-ve-ihtimaller/

Yazar Hakkında