İbrahim Seymen
Türkiye, son dönemde “göçmenler” konusu ile yatıp kalkıyor. Siyasi parti liderleri ve sözcüleri tüm politik söylemlerini bu konu üzerine yoğunlaştırdılar. İktidarı ve muhalefetiyle tüm burjuva kurumlar bir şeyler söylüyor. Bu söylemler arasında ton farklılıkları olmasına rağmen, bir “Göçmen Sorunu” olduğunda ortaklar.
Bu anlamda konunun teşhisi baştan hatalıdır. Öncelikle göçmenlerin içinde bulunduğu durum bir sorun değil sonuçtur. Kapitalizmin kar odaklı politikaları ve bunun yarattığı yıkım yüzünden dünyanın geri ülkelerindeki insanlar güvenlik, barınma ve beslenme gibi ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Buna karşı gerçekleşen hak mücadeleleri ise kapitalizmin desteklediği iktidarlar, o iktidarların kolluk kuvvetleri ve paramiliter çeteler gibi unsurlarla bastırılmak istenmektedir.
Bazı durumlarda kapitalistler, ele geçiremediği kaynakları kullanabilmek adına on binlerce insanın canı pahasına ülkelerde darbeleri organize edebilir. Bunun yanında ticaret yollarını kontrol altına alabilmek için vekâlet savaşları ile yıkım getirebilir.
Afganistan dünyanın en zengin Lityum yataklarına sahiptir ve kapitalizm bu kaynaklara erişebilmek için fiilen kontrolü altında olmayan bölgelerdeki Taliban unsurlarına iktidarı teslim edebilir. Bu durumda bölgedeki insanların – kadınların – çocukların ihtiyaçları, özgürlükleri kapitalistlerin umurunda değildir. Onlar için önemli olan kaynaklara erişimdir.
Nijerya OPEC üyesi bir ülkedir ve önemli petrol ve LNG kaynaklarına sahiptir. Nijerya 2020 yılında 35 milyar dolar değerinde petrol ihraç etmiştir. Ne var ki Nijerya Lagos’ta özel jetler için ayrı bir havalimanı olmasına rağmen, halkın büyük bir çoğunluğu altyapının olmadığı teneke mahallelerde yaşamaktadır. Buna karşı yapılan kitle seferberlikleri ve direnişler ise polisin kitlelere hedef gözetmeksizin ateş açmasıyla sonuçlanmaktadır. Dev şirketlerin karlılıklarının devamlılığı, kitlelerin uzun namlulu tüfeklerle taranmasından önemlidir.
Suriye, Katar gazının Avrupa’ya çıkacağı rotanın tam ortasındadır. Bu gazın geçişi için alternatif bir rota da bulunmamaktadır. Rusya’nın Kuzey Akım projesine karşı Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlaması planlanan bu proje, kapitalist güç olmak isteyen Rusya’yı da dizginlemeyi hedeflemişti. Arap devrimlerinin başladığı günlerde Suriye’deki kitle seferberliklerine müdahale edebilmek için dünyanın tüm köşelerinden cihatçılar Suriye’ye sürüldü. Mevcut kitle seferberlikleri çalınarak Esad rejimine karşı bir savaş başladı. Halep, Deyr-ez Zor, Palmira gibi şehirler dümdüz edildi. Kapitalizm için bu şehirler ve içinde yaşayan halk önemsizdi. Yeter ki Kuzey Akım’a alternatif bir doğalgaz hattı açılabilsin.
Bunlar gibi onlarca örnek verilebilir. Bugün Pakistan, Ermenistan, Kazakistan, Senegal, İran, Irak, Filipinler, Yemen, Sudan, Kongo gibi birçok sömürge ülkelerden insanlar batıya göç etmektedir. Küresel ısınma, gıda krizi, güvenlik riskleri gibi kapitalizmin ürettiği sorunların sonucu olarak göçmenler akın akın bu ülkelere gitmeye çalışmaktadır. Uzun lafın kısası göçmenlik sorun değil, sonuçtur ve kapitalist politikalar devam ettikçe bu süreç daha da hızlanacaktır.
Türkiye’ye gelirsek, göçmen nüfusunun yoğunluğu bir gerçektir. Türkiye milyonlarca göçmenin bulunduğu bir konumdadır. Dünyanın çeşitli noktalarından gelen göçmenleri, ülkemizde kalmıştır. Ama bunun sebebi ülkemizi sevmelerinden değildir. Kapitalist ülkeler sömürdükleri kaynakların tadını çıkarırken Türkiye’ye üç kuruşa göçmenleri kendi ülkelerine salmama görevini vermiştir ve ekonomik buhranla boğuşan siyasi iktidar ve patronları, tevdi edilen görevi harfi harfine yerine getirmektedir.
Bunun birkaç sebebi bulunmaktadır. Lehman Brother’ın iflası ile tetiklenen 2008 ekonomik krizi sonrası dünyada karlılıklar azalmaya başlamıştı. Artan maliyetleri düşürebilmek adına saldırılacak ilk nokta ise emekti. Düşük ücret uygulamaları, çalışanları bankalara borçlandırma, daralan sosyal haklar ve mezarda emeklilik gibi uygulamalarla sistematik olarak emekçilerin haklarına saldırıldı.
Geldiğimiz noktada kamu kaynaklarının da patronlar tarafından yağmalanması sebebiyle bu kaynaklar bitme noktasına geldi. Sömürülecek tek şey artık köle emeği. Bu yönüyle göçmenler patron sınıfına ilaç gibi geldi. Azalan karlılıklar dünyasında Türk patronlarının elinin altında sosyal haklarından yoksun şekilde çalıştırılabilecek milyonlarca köle bulunmakta. İş kazası sonrası ölümlerde hesap soracak merciinin bulunmadığı, kıdem ve ihbar tazminatı gibi asgari hakları olmayan, meslek hastalıklarının oluşması halinde hiçbir sosyal güvenlik kurumunun sorumlu olmadığı ve çalışma saatleri belirsiz milyonlarca köle, patronların daha fazla kar edebilmesi için çalışıyor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik koşullar göçmenler yüzünden oluşmamıştır. Bugün Türkiye’de halkın boğuştuğu ekonomik krizin tek sebebi mevcut siyasi iktidar ve onun uyguladığı politikalardır. Ancak ne var ki popülist sağ muhalefet iktidarın tüm günahlarını bir kenara atarak suçu göçmenlerin üzerine atmaktadır. Konut ve kira artışlarından artan gıda ve enerji fiyatlarına tek sorumlu kesim göçmenlermiş gibi davranılmaktadır. Bu yönüyle iktidar, sebep olduğu yağmaya günah keçisini bulmuştur. Mesela EYT’lilerin mitinginde açılan “Göçmene verme EYT’liye ver” pankartı tehlikeli bir politik sapmadır.
Bu politik sapma, geçtiğimiz yıl Ankara Altındağ’da göçmenlerin mahallesine yapılan saldırı gibi birçok utanç verici duruma yol açabilir.
Bu durumun çözümü ne İdlip’te yapılacak evler, ne de göçmenleri kulağından tutup sınırın ötesine kedi yavrusu gibi bırakmaktır. Göçmenlerin Türkiye’deki varlığı artık bir realitedir ve bu toplumun bir parçası olması için çalışılmalıdır.
Göçmen konusu kapitalizmin işlediği günahların bedelidir. Yerinden yurdundan edilmiş veya göçmeye zorlanmış kimseler bu durumun suçlusu değil mağdurudur. Bu mağdurlar akın akın batıya gelmeye devam edecektir. Dünyada bir kavimler göçü yaşanmaktadır. Bu anlamıyla Türkiye’nin uyguladığı katı duvar olma politikasına derhal son verilmelidir.
Bunun yanında mevcut çalışan göçmenlerin çalışma koşulları derhal Türkiye kimlikli işçilerle eşitlenmelidir. Sendikal örgütlülüğe izin verilen, kıdem ve ihbar tazminatı hakkının bulunduğu, 8 saat çalışmanın esas olduğu koşullar kanunlaştırılmalı ve bu kanunların uygulaması sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Suriye’li işçi, Türkiye’li işçinin düşmanı değil, sınıf kardeşidir. Asıl düşmanımız şehirleri tarumar etmekte beis görmeyen kapitalizm ve onun işbirlikçileridir.