SEÇİM ŞAŞKINLIĞI..! (*)

SEÇİM ŞAŞKINLIĞI..! (*)

(*) Yazı, 27 nisan tarihinde basılan Kırmızı Gazete 9. sayısında yayımlanmıştır.

HAKKI YÜKSELEN

Seçim sonuçları hem kaybedenleri, hem de kazananları şaşırttı!

Seçimlere “AKP” kılığında giren Saray rejimi, elindeki bütün devlet gücüne ve maddi kaynaklara rağmen aldığı toplam oy açısından ilk defa seçim kaybetmenin şaşkınlığını yaşıyor; Oysa kendilerinden ne kadar emindiler. Mesela yerel seçimleri genel seçim havasına sokmaya çalışanları “hazımsızlıkla” suçlayan eski TBMM Başkanı Mustafa Şentop,  “Bu seçimle beraber Türkiye’de bir dönem kapanacak. Ne olacak, yeni sistemle beraber 2018 seçimlerinden sonra başlatmış olduğumuz süreç Türkiye’de yerleşmiş olacak” diyordu.

Olmadı; “2018 seçimlerinden sonra başlattıkları sürecin yerleşmesi” bir yana, yine aynı yıl başlayan ve ağırlaşarak günümüze ulaşan, önümüzdeki “rasyonel” dönemde  emeğiyle geçinenlerin bırakın kemerlerini, boğazlarını sıkacağı anlaşılan çok yönlü bir krizin etkisiyle neredeyse bir genel seçim havasına bürünen yerel seçimlerde iktidar sahipleri ağır bir yenilgiye uğradı. Bu yenilginin, başka gelişmelerle birlikte, Mayıs 2023 seçimleri öncesinde açığa çıkan, ancak RTE’nin bir kez daha (3. defa!) cumhurbaşkanı seçilmesiyle durulan iktidar saflarındaki “çözülme” dinamiğini yeniden ne ölçüde harekete geçireceğini göreceğiz.  Ancak rejimin “saldırganlığında” bir gerileme olmayacağından eminiz. Nitekim seçimin hemen ardından,  yüzde 55,48 oyla Van Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen DEM Partili Abdullah Zeydan’ın başkanlığının uydurma bir gerekçeyle iptal edilip yerine yüzde 27,15 oy alan AKP adayının getirilmek istenmesi bu saldırganlığın ne derece provokatif  biçimler alabileceğini gösterdi. Bu provokasyonun, devlet şiddetine rağmen, Van halkının, pek çok toplumsal kesimin de desteğini alan kitlesel eylemiyle boşa çıkarılması ve bu sayede kararın YSK tarafından iptal edilmesi çok önemli bir gelişme. Bu durumun iktidar çevrelerinde yol açtığı tartışmalar; şimdilik fazla uzamadan bastırılacak olsa da,  karara karşı çıkanlarla, Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı Mehmet Uçum gibi DEVLET gücüne dayalı ağır bir tehdit dili kullananlar arasındaki karşılıklı suçlamalar, daha önce sıklıkla sözünü ettiğimiz “çözülme- saldırganlık diyalektiğinin” gelişmelerin seyrine ve güç dengelerindeki değişimlere paralel olarak yeniden devreye girebileceğini gösteriyor.

Seçim sonuçları ve son gelişmeler, aynı zamanda, uzun zamandır sözünü ettiğimiz, “AKP’nin siyasi bir parti olarak bizzat kurucusu eliyle tasfiyesi, Devlet’e bağlanması ve basit bir seçim aparatına dönüştürülmesi” gerçeğini bir kez daha kanıtlamıştır. Kimi yandaşların, hatta RTE’nin şimdilerde yana yakıla dile getirdikleri “halktan kopuş” sorunun temelinde kadroların devlet imkânlarıyla sınıf atlamalarının yanı sıra rejim yararına gerçekleştirilen bu tasfiyenin de önemli payı var. Erbakancı Yeniden Refah’ın ciddi bir oy ve kitle kaymasıyla yükselişe geçmesinde, yaşanan çürümenin yanı sıra yeni rejimin yol açtığı bu tasfiye süreci de önemli  rol oynamıştır

Rejim, seçim sonuçlarının muhalefete kalıcı bir avantaj sağlamaması ve siyasal- toplumsal planda inisiyatif kaybına uğramamak için elinden geleni yapacaktır.  Bu bağlamda rejimin, burjuva muhalefetini burnundan tutup istediği yere taşıyabileceğini veya en azından felç edebileceğini düşündüğü “terör” gerekçeli sınır ötesi saldırganlıklara yönelme ihtimali büyüktür. “Öte yakalardaki”  Kürtlere yönelik bir askeri harekâtın, en azından kayyım politikaları ve kitlesel tutuklamalar biçiminde sınırın bu yakasındaki Kürtlere yönelik bir baskıya dönüşmesi ve bu baskının da Türkiye’nin geneline yayılması kuvvetle muhtemeldir. Rejimin özellikle ABD ve diğer Batılı emperyalist merkezlerle ilişkileri düzeltme girişiminin, bu dar zamanlarda yabancı sermaye temininin yanı sıra bölgeye ilişkin ciddi askeri-siyasi amaçları da vardır.

Ancak bu muhtemel süreçlerin düz bir çizgi izlemeyeceğini, gidişatın özellikle seçimleri umulmadık bir biçimde kazanan Ana Muhalefet’in yanı sıra sosyalistler de dahil diğer muhalif kesimlerin siyasi tutumlarına; “milliyetçi-mukaddesatçı” cenahtaki ayrışmalara; en önemlisi de Van’daki provokasyon örneğinde görüldüğü üzere kitlelerin karşı koyma ve caydırma gücüne bağlı olarak şekilleneceği açıktır.

Seçim sonuçlarının diğer “şaşkını” ise CHP. Daha önce de belirttiğimiz üzere CHP’nin bugüne kadar neden kaybettiğini anlayamadığı gibi bu defa da neden kazandığını anlayamama tehlikesi vardır. Ana muhalefetin hızla bu başarının  gerçek nedenlerini kavraması gerekmektedir. Aksi halde bugün yakaladığı inisiyatifi ele geçirme fırsatını kolaylıkla harcayacaktır. Sonuçlar, halkımızın “aptallığına dair” ulusalcı inançların temelsizliğini, bu ülkede seçim kazanmak için “sağcı taklidi” yapılmasına gerek olmadığını, emekçilerin, yoksulların ekonomik, sosyal, sınıfsal ve siyasal nedenlerle taraf değiştirebileceğini,  “sınıfsal” söylemin sınırlı ve çoğu hallerde utana sıkıla dile getirilmesinin bile zannedildiğinden çok daha etkili olabileceğini göstermiştir. Dileriz öğretici de olmuştur. Bunlara emekçilerin, yıllardır sürdürdüğü, fazla dikkat çekmeyen, birbirinden kopuk gibi görünen, ancak alttan alta “moleküler” bir değişime yol açtığı görülen çok sayıdaki irili ufaklı eylemini de ekleyebiliriz.

Seçim sonuçlarına ilişkin şu gerçeği de vurgulamak gerekiyor: Söz konusu gerçeklik, giderek ağırlaşan çok boyutlu bir krizin nefes alamaz hale getirdiği emekçi kitlelerin esas olarak “kendiliğinden” bir yönelişinin sonucudur. Bu gelişmeden bir “dip dalgası” olarak söz edilmesinin nedeni budur.  Yani  bu beklenmeyen sonucun asıl nedeni,  muhalefetin en büyük şehirlerdeki (düzen sınırları içinde olsa da) başarılı sayılabilecek yerel yönetim uygulamaları dışında, muhalefet partilerinin kitlelerde bir umut patlamasına yol açan programları, yaşadıkları derinlemesine değişimler veya sergileyebildikleri güçlü önderlikler değildir. Bu konudaki boşluklar, rejime karşı mücadelede temel eksiklikler olarak karşımızda durmaktadır.