FİLİSTİN-İSRAİL SAVAŞI 7. AYINDA

FİLİSTİN-İSRAİL SAVAŞI 7. AYINDA

KIRMIZI GAZETE DÜNYA GÜNDEM

Kısa sürede bir soykırım boyutuna ulaşan Filistin-İsrail savaşı 7.  ayında.  Siyonistler, yürüttükleri askeri harekâtı her zaman olduğu gibi “güvenlik” gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Ancak ilk başlarda emperyalist müttefiklerinin de üstün gayretiyle yaratmayı başardıklarını düşündükleri hava kısa sürede dağıldı. Siyonist soykırım, bugün başta Batı dünyası olmak üzere hemen her yerde kitlesel eylem ve kampanyalarla protesto ediliyor. Eylemler ABD ve Avrupa’da üniversitelere yayılırken İsrail’de de yönetimin soykırım politikasına karşı ciddi bir muhalefet oluşmuş durumda. Kitlelerin tepkisi başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası kuruluşları İsrail’e karşı tavır almaya yöneltiyor. ABD’nin veto ettiği bir kararın ardından BM, Filistin’in üyeliğini büyük oy farkıyla yeniden gündeme aldı. Bu tepkiler, Siyonist saldırganlığa doğrudan destek verenlerin yanı sıra,  çeşitli gerekçelerle ikiyüzlü politikalar izleyen devletlerin yöneticilerini de ciddi biçimde zorluyor.

Soykırıma dönüşen savaşın son günlerde düğümlendiği nokta Gazze’nin en güneyindeki, Mısır sınırında yer alan Refah kenti ve çevresi. İsrail Gazze’nin kuzeyindeki 1,5 milyon Filistinliyi “güvenli bölge” yalanıyla buraya göç etmeye zorlamıştı. Siyonistlerin gerçek amacı Gazzelileri Mısır’a, Sina Çölü’ne sürmekti.  Ancak Mısır’ın böyle bir zorlamayı savaş nedeni sayacağını açıklamasıyla plan suya düştü. Bu nedenle İsrail, amacına, burada toplanan Filistinlileri yok etme tehdidiyle bir kez daha göçe zorlayarak ulaşmayı deniyor.  Hesaba göre Gazze’nin Mısır’la, yani “dış dünya” ile olan bütün bağlantısı kesilerek bölge Filistinliler için tamamen yaşanamaz hale getirilecek ve Filistinliler ülkelerini terk etmek zorunda kalacaklar. Yani Netanyahu ve dinci-faşist ortaklarının Refah’a yapmayı planladıkları askeri harekâtın gerçek amacı, orta ve uzun vadede, önceki yazılarımızda da sözünü ettiğimiz, Siyonizmin “tarihsel hedefine” ulaşmak: Yani Filistinlilerin olmadığı bir Filistin’in yaratılması! Bu aynı zamanda Gazze’nin boşaltılıp fiilen veya resmen ilhak edilebilmesi halinde sıranın kaçınılmaz olarak Batı Şeria’ya gelmesi demek.

İsraili yönetenler bütün dünyaya Refah’a yönelik bir askeri harekâtın ülkeleri için çok önemli bir “güvenlik” sorunu olduğunu söylüyorlar. Bu harekâtla “Hamas Terör Örgütü”(!) idari ve askeri yapısıyla tasfiye edilecek ve böylece bölgede  “güvenlik”  tamamen tesis edilmiş olacak! Tabii, ülkenin gerçek sahipleri için değil, Siyonist sömürgeciler için. Yani ortada “yine” İsrailin sonu gelmez (ezeli ve ebedi!) “güvenlik” sorunuyla ilgili bir durum var! Ancak masal aynı masal olsa da yaşanan kanlı gerçek, bölge için asıl güvenlik sorununun hem de nükleer bir güç olarak Siyonist-sömürgeci İsrail devleti olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Çok açık ki, İsrail’in ileri sürdüğü bahanelerle giriştiği soykırım boyutundaki katliam arasında hiçbir orantı yok.

Bu saldırganlığın güncel nedenini ise İsrail’in 7 Ekim’de yediği ağır darbe oluşturuyor. Bu aynı zamanda Siyonist sömürgecilerin “yenilmezliği” efsanesine de vurulmuş bir darbe. İsrail bu yenilgiyi ağır bir yıkım ve soykırım politikasıyla telafi etmeye çalışıyor. Ancak bu hamlesi yarattığı bütün dehşete rağmen İsrail’e gerçek bir zafer getirmeyecek gibi görünüyor. Öncelikle Siyonist-sömürgecilerin emperyalist sistemin Batılı güç odakları içindeki destekleri giderek sallanmaya başlıyor. Bu güçler, “gönülleri” Siyonistlerden yana da olsa, gelinen noktada artık kendileri için de sorun oluşturmaya başlayan Netanyahu iktidarını “makul” sınırlar içinde kalmaya, en azından bir noktada durmaya zorluyorlar. Bunda öncelikli neden elbette başta gençlik kesimleri olmak üzere bu ülke halklarının, emekçilerinin soykırımcı Siyonist saldırganlık karşısındaki, Müslüman ülke halklarına da ders olması gereken tavırları. Ayrıca Batılı büyük güçler, İsrail’e verdikleri “kayıtsız şartsız” desteğin ve Netanyahu’nun zorlamalarının kendi uluslararası politikaları açısından da ciddi sorunlara yol açacağının farkındalar. Örneğin Filistin sorununu Siyonizm yararına ebediyen tasfiye amacını güden Abraham Anlaşmaları, en azından şimdilik gündem dışı kalmış durumda. İşbirliğine yatkın hiçbir Arap devleti en azından Filistin sorununda bir takım adımlar atılmadığı sürece böyle bir uzlaşmaya açıkça evet diyemez. Bunun da ötesinde Arap halkları arasında Filistin sorunu nedeniyle ortaya çıkabilecek yeni bir antiemperyalist dalganın hem bölge, hem de dünya çapındaki muhtemel sonuçları hesaba katılmak zorunda. Bir başka önemli nokta da Netanyahu gibi liderlerin, kontrol dışı saldırganlıklarıyla bilinçli bir biçimde ABD ve müttefiklerini en azından şimdilik istemedikleri, bölgeselleşmesi kaçınılmaz bir savaşa sürükleme çabaları. ABD’nin, İran ve Hizbullah gibi “can düşmanlarını” İsrail saldırılarına karşı “dengeli” karşılıklar vermeleri için nasıl ikna etmeye çalıştığını gördük. Bütün bunların yanı sıra, gelişmelerin İsrail içindeki siyasi ve toplumsal etkileri ve bunların muhtemel sonuçları da Batılı büyük güçler tarafından hesaba katılıyor olsa gerek

Sonuçta, Hamas ve diğer bazı devrimci Filistin örgütlerinin 7 Ekim’de başlattıkları harekât, çok ağır bedeller pahasına da olsa, adeta bir “ölüm uykusuna” zorlanan Filistin davasının yerinden doğrularak yeniden dünyanın gündemine girmesini sağladı. Bu durumda Filistin sorununun kısmen de olsa hal yoluna konulabilmesi için uluslararası tartışmaların ve çözüm arayışlarının başlaması ve muhtemelen Filistin’in bir devlet olarak tanınması yolunda bazı adımların atılması kaçınılmaz. Nitekim, BM’nin son kararının yanı sıra, başta İrlanda ve İspanya, bazı Avrupa ülkelerinin Filistin’i tanıyacağı yönünde açıklamalar geliyor. Çözüm konusunda ön plana çıkan önerilerin yetersiz-yarım niteliklerine (Örneğin “iki devletli çözüm”) rağmen bunlar var olan koşullarda Filistin halkı için bir zafer, Siyonist-sömürgeciler için ise bir yenilgi anlamına gelecek.

Son olarak; yenilgisinin farkında olan İsrail, Hamas’ın Mısır, Katar ve ABD tarafından kotarılmaya çalışılan anlaşmayı kabul etmesine rağmen, anlaşmadaki bazı değişiklikleri bahane ederek Refah’ın Gazze-Mısır sınır bölgesini işgal etti. Daha büyük bir operasyon tehdidini de sürdürüyor. Ancak en büyük destekçisi ABD, “ikiyüzlü” biçimde de olsa, İsrail’in Refah bölgesinin tamamına yönelik bir işgal harekâtına karşı olduğunu, bunu desteklemeyeceğini bildirdi. ABD medyasında İsrail’e bugüne kadar sivil halka karşı kullandığı tahrip gücü yüksek silahların bir süredir verilmediği haberleri de çıkıyor. Netanyahu’nun harekâtın durdurulmasının ve Refah’ın tamamen ele geçirilememesinin İsrail için bir yenilgi anlamına geleceğine dair sözleri, her ne kadar iç politikaya (bu arada emperyalist müttefiklerine) yönelik demagojik bir boyut içerse de, aslında bir gerçeği yansıtıyor. Netanyahu ve suç ortaklarının itiraf edemediği gerçek, İsrail’in yenilgisinin asıl nedeninin “tamamlanamamış” bir askeri harekât değil, Filistin halkının tarihsel direnci ve mücadele gücü olduğudur.