Esat Erdoğan
60’lı yılların sonuna doğru Türkiye’de hızlanan sanayileşme, kentlerde işçi sınıfının yoğunlaşmasını beraberinde getirir. Kentin eteklerindeki yeni işçi semtlerinde artık ana konulardan biridir işçilerin sorunları. Hemşeri dayanışmasının yanına, işçilerin haklarını birlikte aradıkları sendikal dayanışma eklenir. Bu yıllar aynı zamanda Türkiye’de sosyalist partilerin, devrimci gençlik hareketlerinin de yükseliş dönemidir. Gençlik, aydınlar ve işçiler kapitalist sömürüye karşı örgütlenmeye ve mücadele etmeye başlarlar. Sendikalarla yetinmezler, politik örgütler inşa ederler. 13 Şubat 1961’de kurulan TİP (Türkiye İşçi Partisi) böylesi bir arayışın sonucunda 12 sendikacının ve birçok aydının girişimiyle kurulur. Yine 1968 yılında neredeyse dünyanın her yerinde gerçekleşen devrimci ayaklanmalar Türkiye gençliğinin de özgürlük özlemlerini ateşler.
Bu yıllara ekonomik sıkıntılar damgasını vurur. Dönemin hükümetleri, ekonomik krizlerin bedelini her zaman olduğu gibi işçi sınıfına ve yoksul halka ödetir. Celal Bayar, İsmet İnönü, Suat Hayri Ürgüplü hükümetlerinin ardından Süleyman Demirel hükümeti 1965’ten 1971’e kadar ülkeyi yönetir. Zamlar nedeniyle hayat sürekli pahalanırken, toplumun üzerindeki vergi yükü artar. Krizleri; iflaslar, işten çıkarmalar ve düşük ücret saldırıları izler.
Patronların işçi sınıfının haklarına ve yaşam koşullarına saldırıları tepkileri arttırır. Öfke fabrikalarda, işçi semtlerinde ve okullarda bilenir. 60’lı yıllardaki grevler ve işgaller ile işçi sınıfının mücadelesi yeni bir nitelik kazanır ve kapitalist mülkiyeti tehdit eder. Aralık 1962’de Maden-İş üyesi 173 Kavel işçisinin hakları için giriştikleri mücadele patronların grev ve toplu sözleşme yasasını kabul etmesiyle sonuçlanır. Bunu yüzlerce irili ufaklı grev izler. 1965-1970 arasında 425 grev gerçekleşir ve bu grevlere 91.387 işçi katılır. Grevler sonucunda bilinçlenmeye ve politikleşmeye başlayan işçiler, Türk-İş’in devlet güdümlü, uzlaşmacı sendika anlayışına karşı çıkarlar. Bu karşı çıkış sonucunda Türk-İş’ten ihraç edilen sendikalar 1967 yılında DİSK’i kurarlar.
DİSK’in kuruluşunun ardından özel sektörde gerçekleşen grevlerin sayısında belirgin bir artış yaşanır. 1968 yılından sonra işçi sınıfı yeni bir mücadele biçimi kazanır: Fabrika işgalleri. İşçi sınıfı burjuvazinin yasal sınırlarını artık tanımamaktadır ve mücadeleyi patronların koyduğu sınırların ilerisine taşır. İlk önce Derby fabrikası işgal edilir. Ardından 1969 kışında Singer Fabrikası ve yaz aylarında da Demir–Döküm fabrikası işgal edilir. Sonbaharda gerçekleşen Gamak işgalinde polisler silah kullanırlar. Yine Sungurlar ve Alpagut Linyit işletmeleri işçiler tarafından işgal edilir. Barikatları yıkıp, meydanları zapteden15-16 Haziran direnişi bu mücadeleci dalganın devamıdır.
Direniş Büyüyor
Patronlar, işçi hareketinin artan örgütlülüğünden ve yükselen sınıf bilincinden hoşnutsuzdur. Demirel’in AP hükümeti, DİSK’i tasfiye etmek ve Türk-İş dışında başka bir sendikanın örgütlenmesini engellemek için, 274 Sayılı Sendikalar Kanunu’nda ve 275 Sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişikliğe gider. Bu değişikliğe göre, bir sendikanın faaliyet yürütebilmesi için o iş kolundaki işçilerin en az üçte birini örgütlemesi gerekmektedir. 234 Milletvekilinin katıldığı oylamada, 230 kabul oyuyla tasarı kabul edilir.
Yasa değişikliğinin kabulüyle DİSK, işçi temsilcilerinin geniş katılımıyla 17 Haziran’da kitlesel bir miting yapma kararı alır. Ancak işçiler, eylem tarihini bekleme niyetinde değildir ve 15 Haziran 1970 sabahı sokaklara akarlar. İstanbul’da hayat neredeyse tamamen durur. Ankara-İstanbul trafiği kesilir. Anadolu yakasında Ankara asfaltı, Eyüp-Alibeyköy-Silahtar, Topkapı-Zeytinburnu, Levent-Boğaz olmak üzere dört ana yürüyüş hattında bayrakları ve işçi formalarıyla yolları zapt ederler.
İstanbul ve İzmit’te gerçekleşen gösterilerde 15 Haziran’da 115 iş yeri ve 75 bin işçi direniştedir. 16 Haziran’da fabrika sayısı 168’e ve işçi sayısı 150 bine yükselir. İzmir’de DİSK’e bağlı iş yerlerinde işçiler oturma eylemi yaparlar. Öncü işçilerin ve devrimcilerin öncülüğünde kortejler şehir merkezlerine akmaya başlar. 16 Haziran’da Kartal, Levent ve Topkapı’da çatışmalar çıkar. Polis ve ordu barikatlarla işçilerin önünü kesmeye çalışır. İşçiler birçok kez barikatları aşarlar. Kartal-Kadıköy yürüyüş hattında AP binası taşlanır, Demirel’in kardeşlerine ait Haymak fabrikasına saldırılır. İşçiler ayrıca kamu binalarını işgal ederler, gözaltına alınanları kurtarmak için karakollar basarlar. Kadıköy’deki çatışmalar sonucunda Mehmet Gıdak, Yaşar Yıldırım ve Mustafa Baylan isimli üç işçi şehit düşer, 200 işçi de yaralanır. Emninönü ve Levent’te toplanan işçi kortejlerini birleştirmemek için devlet vapur seferlerini iptal eder, Galata köprüsünü kaldırır.
Kendisi için tehlikenin arttığını gören hükümet sıkıyönetim ilan eder. DİSK’in de çağrısıyla işçiler fabrikalarına dönerler. Türk Demir Döküm, Sungurlar, Derby, Elektrometal, Rabak, Auer, Çelik Endüstri, Otosan, Arçelik, Vita gibi büyük fabrikalardaki işçiler direnişe devam eder. Yasanın geri çekilmesinde kararlıdırlar ve tutuklananların serbest bırakılmasını talep ederler. DİSK’in iş yeri temsilcileri işçileri zorlukla durdurur. Sıkıyönetim üç ay sürer. 5 bin işçi işten çıkarılır, gözaltılar, işkenceler ve tutuklamalar aylarca sürer. Ancak DİSK yok edilemez ve 1317 Sayılı yasa uygulanamaz. Yeni sendika yasası büyük mücadeleler sonucunda durdurulur.
Sonuçlar
- 15-16 Haziran direnişi, öz güveni, mücadeleciliği, direngenliği ve cüreti ile alanların nasıl zapt edileceğini, sendikal bürokrasilerin nasıl aşılabileceğini göstermiştir.
- Gerçek kazanımların ancak burjuvazinin yasal sınırları aşılarak alınabileceğini kanıtlamıştır. Burjuvazinin sınırlarını çizdiği alanlarda radikal değişimler olmayacağı bir kez daha görülmüştür. Bugün orta vadeli programa, yoksullaşmaya karşı mücadele benzer bir eylem programından geçmektedir.
- 15-16 Haziran direnişi, sendikalarda bürokratlar var diyerek bu alanları terk etmemek gerektiğinin güzel bir örneğidir. Sendikalı işçiler, kendi öz örgütlülükleriyle yola çıkmış, sendikanın taleplerinin ötesine geçmişlerdir. Bu nedenle öz örgütlenmelerin, iş yeri komitelerinin, sendikal komitelerin sürekli olarak örgütlenmesi gerekir. Bürokrasi ancak öz örgütlere dayanan bir işçi iradesi ile durdurulabilir.
- O dönemin devrimci örgütleri dağlarda, öncü savaşında, burjuvazinin ilerici kanatlarıyla iş birliğinde kurtuluşu ararken, işçi sınıfı hayatı durdurup toplumu dönüştürebilecek yegâne güç olarak sahneye çıkar. Üretimden gelen güçlerini kullanan işçiler düzeni değiştirebileceklerini herkese göstermişlerdir.
- Direniş sonucunda işçi sınıfı, polisin ve ordunun emekçilerin yanında olmadığını, aksine sermayenin düzeninin koruyucusu olduğunu görmüştür. Bu işçi sınıfı içerisinde burjuva devlete tepkiyi artırır ve 70’lerdeki devrimci kopuşta bu radikalizasyon etkili olur.
- İşçi sınıfın seferberlikleri geçmişte olduğu gibi yeniden yükselecektir. Bu kendiliğinden patlamaların burjuvazinin kontrolüne geçmesini engellemek sınıfın politik öncüsünün devrimci görevidir.