(*) Grevden Korkma
Esat Erdoğan
Geçtiğimiz aylarda önemli iki konu seçim kargaşasında sessizce gündemden geçti. Bunlardan bir tanesi, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Dünya Bankası’na sunduğu Orta Vadeli Program’dı. Programın ardından DB, Türkiye’ye vereceği 17 milyar doları, 35 milyar dolara yükseltme kararı aldı. Bu paranın karşılığında ne yapılacağını henüz bilmiyoruz. Ancak Orta Vadeli Programa dikkat çekmek istiyoruz. Önümüzdeki aylarda hayatımızı hükümetin bu yeni saldırı programı belirleyecek. İkinci gündem ise, Merkez Bankasının hükümete gönderdiği mektuptu. Mektupta asgari ücretin yılda bir kez arttırılması talep ediliyordu. Yani Temmuz’da zam yapmayın diyordu. Böylece TCMB, enflasyonla mücadeleyi asgari ücretle mücadeleye bağlamış oluyordu. Maaşları yükseltmezsek ürün fiyatları da enflasyon da düşer liberal zırvalığı… Orta Vadeli Program ve Temmuz zamlarımızın rafa kaldırılması Saray’ın ve patronların emekçilere yeni saldırı programının iki ayağı.
1.Patronlar Kazandı, Yandaş Yağmaladı, Faturayı Biz Yoksullar Ödüyoruz
Saray, işçiyi, emekliyi, yoksulu aç ve sadakaya muhtaç bırakarak ekonomik krizden çıkacağını düşünüyor. Bunu bu kadar kolay başaracağını düşünmesinin temelinde iki nedeni var: Birincisi, birliğimizin zayıflığı (olan birliğin de sendikal bürokrasiler eliyle kontrol edilmesi). İkincisi, Saray rejiminin emekçi örgütleri üzerindeki kontrol ve baskısını arttırmış olması.
Kolluk güçlerinin işçi mücadelelerine daha sert müdahale ettiğini gözlemliyoruz. Bu baskı, Sarayın işçi hareketinin birliğinden korktuğunun da açık bir göstergesi. Lezita işçilerine yapılan saldırılar bunun en yakın örneği. Yine AKP etrafında kümelenen enerji ve inşaat patronlarının iş yerlerinin neden olduğu çevre katliamlarına karşı mücadeleler de yağma sisteminin çarklarını bozduğu için, rejimin sert müdahalesiyle karşı karşıya kaldılar. Keza demokratik haklarını arayan ezilen tüm kesimlere karşı devletin sopası hiç inmiyor. Şafak baskınları olağan hale geliyor. Tüm bu mücadelelerin birleşme olasılığı ise rejimin kabusu…
Saray, bize kötü ücret, daha kötü çalışma ve yaşam koşulları, sendikasız ve daha fazla esnek çalışma vaat ediyor. Patronlara ise vergi afları, teşvikler… Yeni tip bir “Bonapartizm” olarak tarif ettiğimiz Saray rejimi, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başkanlık sistemi ile kuruldu. Bu rejim patronlar sınıfının çıkarı için var. Bu nedenle sistem kurulduğundan beri artan karlarından çok memnunlar. Bu baskıcı sistem, patronların karlarını güvence altına alırken işçi sınıfının birliğine çok zaman içeriden, bazen de dışarıdan doğrudan baskı ile müdahale ediyor.
Peki, neden birliğimizden çok korkuyorlar? Bunun temel nedeni ekonominin yavaşlamasıdır. Cari açık azalıyor çünkü ithalat da yavaşlıyor. Kredilerin pahalanması ve kredi almanın zorlaşması sanayiyi de yavaşlatıyor. Bu nedenlerle işsizlik de artmaya başladı. Bu derin krizin faturasını biz emekçiler ödemek istemezsek ve birleşip hayatı durdurursak bu selin önünde duramayacaklarını bizden daha iyi biliyorlar.
2.Çalışırken Ölüyoruz
Erdoğan yönetimi altında iş yerleri bir “Cinayet Şirketine” dönüştü. Son 20 yılda 32 bin 984 kardeşimiz iş kazalarında öldü. 2023’te 1981 işçi kardeşimiz hayatını iş kazalarında kaybederken, 2024 ilk çeyrekte 425 kardeşimiz patronların para hırsına kurban edildi. Bu “cinayet şirketinin” koruyucusu Saray’dır.
Sefalet sürdükçe iş kazaları, güvencesiz çalışma koşulları daha da artacak. Göçmen işçiler, toplumun en yoksul, en ezilen kesimleri sigortasız risklerde “cinayet şirketlerinde” ölümüne çalışacak. Sendikalar, mücadele örgütleri bu katliamlara, bu cinayet şirketlerine bugün dur demezse ne zaman diyecek?
3.Sendikalaşmanın Önündeki Engeller Artıyor
Bu zorba koşullara rağmen mücadele etmek isteyen milyonlarca işçi var. Ancak onları önce patron ve kolluk gücü terörü, ardından da sendikal yasaklar bekliyor. Sendikalaşmak internet üzerinden kolaylaşmış olmasına rağmen, işverenler sendikaların yetkisini tanımıyor, işten çıkarmalar vb. saldırılarla yetki düşürülüyor. Bu anayasa tanımaz tutumları mahkemeler seyrediyor.
Toplu sözleşme yetkisi alınıp grev hakkı kullanılmak istendiğinde Saray grevleri yasaklıyor. Milli güvenlik nedeniyle Şişecam, Birleşik Metal Grevleri, Çöllar Kömür, Asil Çelik, Akbank, Soda Kromsan, İzban, Bekaert grevleri yasaklandı. Grev yasakları hak almayı zorlaştırıyor.
Eğer grev kararı asılırsa çadır kurmak yasak, işvereni zorlamak yasak, araba giriş çıkışını engellemek yasak. Patronlar; eylemsiz, sessiz grev istiyorlar. Böylesi bir mücadeleyle sonuç almak mümkün değil. Patronlara geri adım attırmak için yasal sınırlamaları aşan eylemler gerekiyor. Sendikaların varlık zemini yok oluyor.
4.Sendikal Bürokrasi Mücadelenin Gemisini Batırıyor
Türkiye’de yaklaşık 18 milyon işçi var. Ülkede 227 sendika mevcutken bu sendikaların sadece 59’unun toplu sözleşme yetkisi var. Yani sendikalı işçi sayısı yaklaşık 2 milyonken, toplu sözleşme yapabilen sendika oranı sadece yüzde 8.
Sendikalı işçi sayısı düşük de olsa, mücadelelerin başını çekmeye bu iş yerleri devam ediyorlar; çünkü sendikasız iş yerlerinde birliğimiz genellikle daha zayıf. Patron-devlet-mafya üçgeni birlik halinde işçileri tehdit ediyorlar. Sendikalı iş yerlerinde bu üçgenin görevini çok kez sendikal bürokrasiler üstleniyor. Mücadeleci işçileri işten attırıyorlar. Devrimcileri ihbar ediyorlar. Patrondan fazla patronculuk oynayıp, sefalet sözleşmelerine imza atıyorlar. Hatta mafya iş birliği yapıp mücadeleci işçilere ve devrimcilere saldırıyorlar. Çalma çırpma bunlar için zaten normalleşmiş durumda.
Saray’ın saldırı programı Orta Vadeli Programla, Temmuz’da yapılmaması düşünülen zam konusunu hala ciddiyetle ele almayan sendikalar ne işe yarar ki? Enflasyonun reel olmadığı Türkiye’de, tüm ücretler asgari ücret seviyesine inmiş durumda. Sendikalı iş yerlerinde sözleşmeler enflasyon karşısında eridi. Şimdi sendikalı işçi kardeşimiz soruyor, “ben niye sendikalıyım?”.
5.İşçi Hareketi Mücadeleye Devam Ediyor
Kitlesel bir biçim almasa da işçi eylemlerinde son yıllarda artış var. Ancak artan yoksulluk ile orantılandığında henüz büyük bir değişim olmadığını söyleyebiliriz. Mücadeleler, çoğunlukla toplu sözleşme uyuşmazlıkları nedeniyle sendikalı iş yerlerinde yaşanıyor. Sendikalı iş yerlerindeki işçi ücretleri, asgari ücretli işçilere çok yaklaştı. Sendikasız iş yerlerinde ise, daha çok sendikalaşma veya ücret arttırma mücadeleleri var. Çoğunlukla işten çıkarmayla sonuçlanıyor bu protesto ve sendikalaşma girişimleri. Eylemler sadece kendi iş yerleri ile sınırlı. Bunlar yayılmadığı için niteliksel bir birikim yaratmıyor. Ve başta dediğimiz gibi eylemlerin önemli bir kısmı eriyen ücretleri koruma çabasını içeriyor.
Polisin de müdahalesinin sık sık görüldüğü Lezita Grevi 8 Marttan beri İzmir’de devam ediyor. Novares, Yolbulan Metal, Purmo Metal, Mersen Metal, Sumitomo, Kristal Yağ ücret anlaşmazlığından greve çıktılar. Gates Metal, Corning Kablo, Bekaert, Trelleborg, Colgate-Palmolive grevleri geçtiğimiz yıl öne çıkan grevlerdi. Yine enflasyon karşısında ücretleri eriyen Belediye işçileri önemli bir mücadele azmi gösteriyorlar. Son olarak Çiğli belediyesi işçileri işten atılmalara karşı direniş başlattılar. Keza İzmir Büyükşehir belediyesi işçileri ücret artışı için eylemdeler. Kadıköy Belediyesi işçileri greve hazırlanıyorlar. Antep ve Urfa’da son iki yıldır dokuma işçileri mücadeleleri ile öne çıkıyorlar. Tekstil sanayilerdeki kendiliğinden patlamalar diğer şehirlerdeki işçi eylemlerinden daha yaygın bir etki bıraktılar. Sendikasız motor kuryelerin eylemleri yine plaza bölgelerini sarsmaya, şehrin kalbine inmeye devam ediyor. Özel sektör öğretmenleri taban maaş hakkı için oturma eylemlerine devam ediyorlar. Bu eylemlerin artarak devam ettiğini göreceğiz. Ancak mesele bunların birleşmesi, bir nehir olup sokaklara akması.
6.1 Mayıs 2024 İstanbul Mitingi İşçi Hareketinin Gündemine Girmedi
Bütün bu zorlu ve mücadeleci atmosferde coşkulu 1 Mayıs örgütlenebilirdi. İşçi sınıfı birliğini gücünü patronlara gösterebilirdi. DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’un hazırlık yapmadan, kitlesini hazırlamadan yaptığı 1 Mayıs mitingi moral bozucu bir biçimde sonuçlanmıştır. Böylesi bir kriz ortamında kitleselleşmeyen ve Taksim alanını zorlamaktan, hayatı durdurmaktan uzak bir miting yaşanmıştır.
Alanda toplanmayan işçilerin yerini çoğunlukla devrimci örgütler almıştır. Onların çabası ve sayısı da o barikatları aşmaya yetmezdi, yetmemiştir. Sonuç olarak çok sayıda mücadele dostumuz da şafak operasyonları ile tutuklanmıştır. Bu çağrı ve kitlenin toplanmayışı rejim güçlerinin gövde gösterisine dönmüştür.
Mücadeleci sendikalar, devrimci örgütler işçi sınıfına ve emekçi halkımıza karşı sorumluluk taşırlar. Bu nedenle de gerekli dersler çıkarılmalı, ortak bir mücadelenin, kitlesel bir mücadelenin alternatifleri hızla yaratılmalıdır.
7.Mücadeleler birikirse bu düzen değişir
28 Ocak 1963’te Kavel işçilerinin yaktığı ateş fabrika işgallerine sıçradı. O dip dalgası iş yeri işgallerinin ve devamında gerçekleşen 15-16 Haziran Direnişinin ve bir dizi yasal sınırı aşan fiili eylemlerin yolunu açtı.
12 Eylül’de grev yasaklarını aşan Desan tersanesi işçileri, 1986’da Netaş grevi o yılların karanlığını aydınlattılar. 1989 Bahar eylemlerinde alevlenen sınıf kavgası, Büyük Madenci Yürüyüşü ile taçlandı Özal hükümetini devirdi.
Yine 2015’de ortaya çıkan Metal fırtına da sendikal bürokrasilere karşı öfkenin birikiminden mayalandı. Biriken öfke sendikal mafyaları da devlet güçlerini de aştı.
Eğer mücadeleler çoğalırsa, mücadelelerde kazanımlar olursa mücadeleci işçi kadrolar da umut da yeşerir. İşçi sınıfının sınıf bilinci ve örgütlülüğü artar. Öfke ile bilenen bilinç ve örgütlülük tüm yasakları aşar. Bugün böylesi bir mücadeleler, fiili eylemlerle kazanılan haklar ve bunun sonucunda bir niteliksel birikim gerekiyor. Bu birikim bir kez açığa çıkarsa sendikal ve sendikasız iş yerlerinde yeni mücadeleler bir yangın gibi ülkeyi saracaktır.
Bugün işçi hareketinde öfke ve kopuş dinamiği mevcuttur. Fabrikalar, atölyeler, ofisler, kaynıyor. Bu birikimi örgütlülüğe geçirmek, işçi hareketi içerisinde kadroları harekete geçirmek gerekiyor. Sendikal bürokrasilere karşı işçi demokrasisini tabandan yükseltmek gerekiyor. Mücadeleci işçilere güç vermek, umut olmak, önderlik etmek için; devrimci güçlerin, mücadeleci sendikaların, sendikasız işçi komitelerinin, her türden öz örgütlenmenin birliği gerekiyor.
8.Sonuç olarak
Başta dediğimiz gibi bugün iki ana gündem Orta Vadeli saldırı programı ve enflasyon karşısında değerini yitiren maaşlardır. Temmuz ayında zam almamız çok büyük önemdedir. Ayrıca asgari ücret zam oranları gerçek enflasyon verilerine göre yapılmalıdır. Ama bu da yetmez, biz aylık ücretlere üç aylık dönemlerde zam istiyoruz.
Esnek, güvencesiz çalışmaya son verilmesini istiyoruz. Yoksulluğa karşı gıda fiyatları denetlenmesini, halka ücretsiz temel gıda dağıtılmasını istiyoruz. Emekli maaşları asgari ücret ile paralel artmalı diyoruz. Kira artışları durdurulsun diyoruz.
Bu saldırı dalgasına karşı taleplerimizi, örgütlerimizi birleştirmeliyiz, işçi sınıfının ittifakını ortaya koymalıyız. OVP, On ikinci Kalkınma Planı, Kamu tasarruf paketi ve diğer kemer sıkma politikalarına, karşı grev ve fiili mücadele silahlarımızı kullanmalıyız. Karanlık öncesi çıkış ancak böyle mümkün olacaktır.