HAKKI YÜKSELEN
Geçen ayki köşeyi, “Unutulmaması gereken husus, RTE’nin ‘normalleştirmeye”, yani “kabul edilebilir” hale getirmeye çalıştığı şeyin bu malum rejim olduğudur!” diye bitirmiştim. Kabul edilebilir hale gelen bir şey haliyle normalleşir, normalleşen bir şey de kabul edilebilir hale gelir! Yani milletçe en iyi bildiğimiz ve büyük ölçüde benimsediğimiz bir yaşama biçiminden söz ediyorum Zamanın başlangıcından (!) beri bu memlekette yaşanan onca kâbusun normal hayatımızın kabul edilebilir birer parçasına dönüşmesinin de nedeni budur. Misal, bu ülkede bir rejim değişikliği yaşanmıştır. Üstelik bu yeni rejimin “faşizm” olduğu bile söyleniyor. Ancak bunu söyleyenler de dahil, bu rejimle sorunu olanların tamamına yakını normal gündelik hayatlarını sürdürüyor. Muhalefetin hangi kesiminde olursa olsun (en sağcısından en solcusuna) “siyasi hayatlarımız” da normal seyrini izliyor. Unutmayalım, RTE’nin Anayasa’ya aykırı biçimde 3. defa aday olabildiği 2023 cumhurbaşkanlığı seçimleri bile burjuva muhalefetin gayretleriyle “normal” bir seçim olarak yaşandı. Kısacası, bu memlekette “normalleşme” CHP Genel Başkanı’nın Rejimin Başı’nı ziyaretinden çok önce başladı!
Önceki yazıda hem RTE’nin, hem de Özgür Özel’in (elbette temsil ettikleri kurumlar adına) “normalleşme”den meramlarının ne olduğunu veya ne olabileceğini anlatmaya çalışmış, işin MHP ile ilgili yönüne de kısaca değinmiştim: “Görüşmenin bir başka muhtemel nedeni de, Saray rejimini ve bir ‘kurtarıcı’ olarak RTE’nin konumunu kimi zaman AKP’lilerden çok daha tavizsiz ve militanca savunan, ancak gerçek amacı, birtakım boşlukların ve krizlerin yaratacağı uygun koşullarda bu tarihsel fırsatı faşist bir iktidarla taçlandırmak olan Bahçeli ve MHP’nin dengelenip dizginlenmesidir. Bunun bir ölçüde de olsa başarılması RTE’ye, Cumhur İttifakı’nı sürdürse de, ayakta kalma konusunda daha geniş manevra imkânları sağlayacaktır.”
MHP’nin mesajı aldığı bellidir ve “normalleşme” mevzuunda engelleyici bir güç olarak hızla ön plana çıkmaya başlamasının nedeni budur. Yani parti ileri gelenlerinin “kan damlayan mesajlarıyla kendini açığa vuran sorun, herhangi bir “normalleşme” veya “yumuşamanın” faşist bir partinin genetik şifrelerine aykırılığı ile sınırlı değildir. O iş bir biçimde halledilir; neticede MHP, ihtiyaç duyduğu gergin ve çatışmalı ortamları, ilgili devlet birimlerinin de desteğiyle hem siyasi hem de askeri yönden yaratma becerisine sahip bir partidir! Türkiye’nin yakın tarihi bunun örnekleriyle doludur. Nitekim partinin hem muhaliflere hem de Cumhur İttifakı’ndaki ortağına yönelik tehdit, uyarı ve dokundurmalarında bu özelliğini ima eden pek çok nokta vardır.
Bütün bunlar MHP’nin “normalleri”dir, ama bu defa durum biraz farklı. Ortada bu partinin kurumsal planda da adının geçtiği bir siyasi cinayet var ve olay muhalefetin de bastırmasıyla giderek dallanıp budaklanıyor. Adını hatırlamadığım bir yazarın tanımıyla “Bizi öldürmediği için müteşekkir olduğumuz parti”, başlıca vurucu güçlerinden birinin eski liderinin öldürülmesi nedeniyle zan altında. Gerçi bizim memleket böyle şeylere alışıktır; muhalif falan değilseniz veya düzenle bir sorununuz yoksa genelde bir şey olmaz! Ancak vukuat, lazım olduğunda kullanılmak üzere yine de bir dosyaya girer. Uzun süredir “merkez siyasetin” arızalı da olsa bir parçası olarak kabul gören bir siyasi yapının, üstelik de önderlik düzeyinde kendi içine yönelik bir cinayetle gündeme gelmesinin, günün birinde, bizim buralarda bile bazı sonuçları olabilir. Üzerine biraz daha fazla gidilmesi halinde, Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in bir iç siyasi hesaplaşma ve tasfiye operasyonu sonucu öldürülmesinin büyüyen yankıları MHP’yi Saray kaynaklı manevralar karşısında “şantaja” açık hale getirecek, sonuçta rejim ittifakı içindeki gücünü ve konumunu zayıflatacaktır.
MHP’nin, savunmadan çıkıp epeyce bildik bir söylemle hücuma geçmesinin nedeni budur. Parti sözcülerine göre sadece “PKK-Kandil-FETÖ” komplosuyla değil, “Marksist-Leninist” bir saldırıyla da karşı karşıyalar! Bunun AKP içinde de bazı uzantıları var! Sorun elbette her zaman olduğu gibi ülkenin bekasıyla ilgili! Zaten Parti Genel Sekreteri de “Normalleşme tiyatrosunun görünürde MHP’ye, ama esas olarak Türkiye’ye karşı bir operasyon” olduğunu söylüyor. Şüphesiz öyledir; neticede MHP demek, Türkiye demektir! Bu açıklamalar, bazı yeniliklerle birlikte MHP’nin iç savaş taktiklerini uyguladığı 70’lerdeki “klasik döneminin” dilini hatırlatıyor. Bahçeli’nin davaya müdahil olmaktan söz etmesi bu nedenle akla bir hukuki müdahaleden ziyade, doğrudan fiziki müdahaleyi getiriyor. Nitekim faşist hareketin 1 Temmuz’da davanın görüleceği adliye binasını kuşatarak, muhalif liderleri duruşmaya sokmayacağı yolunda haberler dolaşmaya başladı…
Ancak Bahçeli, diyeceklerini derken Cumhur İttifakı’nı bozmayacaklarını, ilişkilerinin bir “kaya gibi” sağlam olduğunu da ekliyor. Zaten öyle olması da lazım; DEVLET katında başka hangi görevleri var, biz onu bilemeyiz; ama, MHP’nin günü geldiğinde hamlesini yapabilmesi ve hedefine ulaşabilmesi için daha bir süre bu ittifakın içinde kalması gerekiyor. Tabii, öncelikle sadece kendisinin bilebileceği çok önemli nedenlerle, Saray’dan kopup yine vatan –millet aşkıyla başka bir ittifaka dahil olmadığı takdirde! Malum, bunlar MHP’nin “normalleri!”
İşin Saray bölümünde ise RTE, yeterince gerdiğini veya “ayar verdiğini” düşünmüş olacak ki, Bahçeli’yi sakinleştirecek laflar ediyor. MHP ile sert bir atışmaya girmiş olan CHP’nin Genel Başkanı Özel’e de hafiften laf çakıyor. (Bu arada Ateş soruşturması savcıları da “tenzili rütbeye” uğratılıyor.) Ayrıca “İttifakın surlarında kimsenin gedik açamayacağını” da ilan ediyor. Yani “Reis” temel tercihini ortaya koyuyor. Bu da normal; böyle bir rejimde hem kafa yapısı hem de gücü itibariyle MHP kadar uygun bir müttefik bulmak zor; ancak kontrol altında tutmak ve ihtiyaç duyulan esneklik payını korumak şartıyla. Yoksa iş çıplak haliyle MHP’nin gerçek niyet ve taleplerine kalsa ertesi gün bu memlekette, öyle mecazi falan da değil, gerçek manada bir iç savaş çıkar! Bu nedenle RTE, “yumuşama” adını verdiği son taktik hamleleriyle bir yandan karşı karşıya olduğu ekonomik ve anayasal sorunları aşmaya, öte yandan çeşitli denge politikaları ve hatta örtülü şantaj yöntemleriyle, günü geldiğinde “taht oyunlarına” girişeceğini bildiği MHP’yi dizginleyip kontrol altında tutmaya çalışıyor.
“Normalleşmenin” rejim ittifakı içindeki yansımaları şimdilik bunlar.