Özüm Ö.
Otizm bir salgın halini aldı. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de her geçen gün artıyor. Bir anne olarak otizmle mücadele sürecim doğumdan 2.5 yıl sonra başladı. Alerjik olduğundan minyon ve hassas olan evladımız neşeli ve sosyal bir varlıkken zamanla içine kapandı ve 11 aylıkken başladığı konuşma serüvenine veda etmeyi seçti. Eh tabii böyle hızla değişen bulgular bizde panik havası yarattı ve soluğu psikiyatrist, nörolog ve daha pek çok branş doktorunda aldık. Testlerde yapısal bir problem çıkmazken her şey otizmi işaret ediyordu. Çaresizlik ve yas havası eve hakim, geleceğe dair umutlar yerini endişeye bırakıyor… Derken gittiğimiz 5. Nörolog ve 3. Psikiyatrist bize çocuğun içinde bulunduğu bu durumun alerjisi ile bağlantılı olabileceğini söyledi ve bir devlet hastanesinde Çocuk Metabolizma Kliniği’ne yönlendirdi.
Karanlıkta bir umut ışığı
Bir çocuğun ruhsal ve motor gelişimi başlangıçta normalken, zamanla edindiği kazanımları kaybediyor, konuşması, göz teması azalıp, öğrenmeye hevesi, çevresine ilgisi azalıyorsa bu durum regresif otizm olarak tanımlanıyor. Regresif otizm erken teşhis edilirse biyomedikal ve davranış tedavilerine oldukça iyi cevap verebiliyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın başlattığı ve onun bıraktığı yerden devam eden otizmi biyomedikal tedaviyle durdurmaya çalışan Prof. Dr. Hasan Önal gibi hekimler çocukları topluma kazandırıyor.
Tam 5 yıl önce öğrendiğimiz bu bilgiler bize bambaşka bir dünyanın kapılarını açtı. Verilen diyeti tam uygulayıp, takviyeleri yurt dışından getirtip, davranış tedavilerine başladık. Bir umut her denileni yapmaya çalışırken maddi olarak yıkıldık, eğitimlere koşturmak yetmedi, oyun terapisi eğitimleri, beslenme eğitimleri derken sertifikalar birikti. Biz’den geriye yalnızca “o” kaldı ama “o”nu otizmden çıkarmayı başardık. Bu motivasyonla her şeyin başladığı yere gitmek ve “neden” sorusunu sorarak bir tartışmaya başlamak istiyorum.
Öncelikle, otizmli çocukların çoğunda mide ve bağırsak sorunları görülmekte. Süt ve buğday proteinleri başta olmak üzere gıda entoleransları, amino asit eksiklikleri, kanlarında ağır metal ve toksin birikmesi sıklıkla tespit edilmekte. Normalde glüten, kazein ve diğer proteinler bağırsakta mide asiti ve enzimlerle sindirilerek amino asitlere parçalanırlar. Oysa çoğu otizmli çocukta, bu proteinler peptit denilen birden çok amino asitten oluşan kümeler halinde kalıyor. Bağırsak duvarının bozulmasıyla, sindirilmemiş protein parçaları kana geçtiklerinde morfin etkisi gösteriyor, bağışıklık sistemi ile beynin işleyişini bozuyor. Otizmli bireylerin %95’inin idrarlarında bu bahsedilen morfin birikimi görülüyor. Yani bu tip otizm küçük bir morfin zehirlenmesi olarak kabul ediliyor. Morfin etkisi göz temasında azalma, öğrenmeye isteksizlik, hiperaktivite, tekrar eden hareketler, ağrıyı iyi hissedememe gibi durumlara neden oluyor.
Peki ne yaptık da bu çocukların neredeyse tamamının sindirim ve emilim fonksiyonları bozuldu? Yapılan pek çok araştırma gösteriyor ki trans genetik yani genetiği değiştirilmiş gıdalar (GDO) ve yapay tarım hayatımıza girdiğinden beri bağırsak sağlığı gün geçtikçe bozulmakta. Yediklerimiz, tarımda makineleşmenin, kimyasal ilaç ve gübrelerin kullanılmaya başlandığı 1960-70’li yıllarda yaşanan “yeşil devrim” sürecinden bu güne büyük bir değişikliğe uğradı. Bu değişim 1990’lardan itibaren piyasaya sürülen GDO’lu gıdalarla birlikte daha da hızlandı.
Daha fazla kar, daha fazla hastalık
Sözde, GDO üretimi ile elde edilen ürün sayısı artacak dünyadaki açlık son bulacaktı. Araştırmalar açlık sorununun, üretim eksikliğinden değil, ürünlerin plansız dağılımından kaynaklandığını doğruluyor. 30 yıl sonra gelinen noktada dünyadaki açlık son bulmadığı gibi, yapılan işlemler gıdaları başka bir şeye dönüştürmüş durumda. Gıdaların içeriği farklılaştı, örneğin sebze ve meyvelerin içerisinde bulunması gereken vitamin ve mineraller, sözde yüksek verimli tohumluklar ve kullanılan sentetik kimyasallarla giderek azalmışken, gıdaların aslıyla ilgisi olmayan katkı maddeleri, şeker ve yağlar giderek çoğalıyor.
Süreçten en karlı çıkanlar kimyasal maddeleri, makineleri üreten, endüstriyel şirketler oldu. Bu şirketler büyük karlar elde ederek dev tekeller haline geldi. Gıdaların genetiğini değiştirerek patent alarak, gıdayı tohum olarak kontrol altına almaktadırlar. Tarım şirketleşmiş durumda. Çiftçi kendi ürününden bir sonraki yıl için tohum ayıramayarak sürekli tohum almak ve patente para ödemek zorunda bırakılıyor. Toprakların verimliliği düşmüş, çevre kirlenmiş, pek çok endemik tür yok olmuş ve su kaynakları tükenmiş olan bir dönemden geçiyoruz.
GDO ve yapay tarım yalnızca otizmdeki artışın sorumlularından değil, bağırsak ve hücre yapısına verdiği zararlardan dolayı artan kısırlık, kanser, dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu, alzheimer gibi pek çok hastalığın artışından sorumlu görünüyor. İnsanlarda antibiyotiklere karşı dayanıklılık, toksik ya da alerjik etki, insan ve hayvanda bulunan mikroorganizmaların birleşme ihtimali gen transferinin zararlarından bazıları.
Türkiye’de devlet politikaları değişmedikçe GDO’lu gıdalardan kaçınmamız oldukça zor. Bir kere pek çok yasak, atalık tohumlardan ürün elde etmeyi imkansız hale getirmekte. Et ve süt tükettiğimizde GDO’lu yemlerle beslenen hayvanları ve onlardan elde edilen ürünleri tüketmiş oluyoruz. Üstelik et ve süt ürünleri, hayvanların hastalanmasını önlemek için uygulanan antibiyotikler, hızla büyümelerini sağlayan gıda takviyeleri gibi tüm “yüksek verim” uygulamalarına rağmen emekçilerin alamayacağı kadar fahiş fiyatlara satılıyor. Değil sağlıklı beslenmek, nüfusun büyük bölümü yetersiz beslenme ve açlıkla savaşmakta.
Otizm için verilen diyette hayvansal protein, taze sebze ve meyveler düzenli tüketilmesi gereken, olmazsa olmaz gıdalar. Kaç çocuk bu ürünleri düzenli tüketebilir bugün Türkiye’de? Kaç çocuk için verilen takviyeler ebeveynler tarafından yurt dışından getirtilebilir? Kaç çocuğun rehabilitasyon süreci, olması gereken sıklıkla ve yerinde karşılanabilir? Otizmden kurtulmak, iletişim kurabilmek, geleceğini inşa etmek kaç çocuk için mümkün bugün? Araştırmalar son 10 yılda otizmin 16 kat arttığını söylemekte. Geleceğimiz, çocuklarımız kaç patent değerinde?
GDO’lu ürünlerin yüzde 98’i tarım ilacı içerdiğinden, ekolojik tarımı yok ettiğinden, insan ve hayvan sağlığını bozduğundan tarım politikaları derhal değiştirilmeli. Ekolojik sisteme ve biyolojik çeşitliliğe zarar vereceği düşünülen buluşlara patent verilmemeli ve var olan patentler iptal edilmeli. Otizm, hiperaktivite gibi hastalıkların biyomedikal takviyeleri devlet tarafından karşılanmalıdır. Et ve süt gibi çocukların gelişiminde önemli rol oynayan proteinleri içeren besinler temel ihtiyaçtır, her haneye devlet tarafından ulaştırılmalıdır.
Yararlanılan kaynaklar; Gıdalar Ambalajlar Silahlar ve Açlar (Mebruke Bayram) Haykitap
Yemezler!Bilimsel Verilerle Gıda-Hastalık İlişkisi (Dr. Yavuz Dizdar) Haykitap
GDO: Çağdaş Esaret (Prof.Dr. Kenan Demirkol) (http://www.beslenmebulteni.com/sut-ve-bugday-urunleri-otistik-cocuklarda-morfin-etkisi-yapiyor/