SONSUZLUK ARAYIŞINDAKİ REJİMİN ÇABALARI: ARZI MEVUD, İÇ CEPHE ve ÖTESİ…

SONSUZLUK ARAYIŞINDAKİ REJİMİN ÇABALARI: ARZI MEVUD, İÇ CEPHE ve ÖTESİ…

HAKKI YÜKSELEN

“Vaat edilmiş topraklar [Arzı Mevud] hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer bizim vatan topraklarımız olacaktır.” Bunu söyleyen RTE.

Onun deyişiyle “Neredeeen nereye!”  Daha üç gün önce “Karabağ’a, Libya’ya nasıl girdiysek İsrail’e de öyle girecektik” şimdi ise, tabiri caizse İsrail bize girecek; yani topraklarımızı istila anlamında. Her ne kadar “kendisinden habersiz yaprak kıpırdamayan” bir bölge gücü olsak da, belli ki (her zaman olduğu gibi) yine dış güçlerin ağır tehdidi altındayız. Milletçe ne kadar endişelensek azdır! Bu durumda haliyle içeride ve dışarıda milli birlik ve beraberliğimize sahip çıkmak zorundayız.  RTE bunun da yolunu gösterdi: Şöyle en sağlamından bir “iç cephe” oluşturmamız gerekiyor; elbette O’nun etrafında ve belirlediği koşullarda! İsrail saldırganlığının ve “Arzı Mevud” mevzuunun iç piyasaya yansıması şimdilik bu. 

Buraya kadarı bildiğimiz işler! Ancak tuhaf olan Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM Partililerin ellerini sıkması! Devlet Bey’in bu partiyle ve bir şeyler talep eden Kürtlerle ilgili gerçek duygu ve düşünceleri, onlara yönelik söylemleri malum. Bu yüzden işin içinde bir iş olduğu anlaşılıyor. Bahçeli, önce el sıkarak bir nevi “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” çağrısı yapıyor. “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamamız lazım” diyor. Ancak birkaç gün sonra lafının devamını getiriyor: “Biz durduk yere el vermeyiz. Öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmaya teşebbüs etmeyiz. DEM’e düşen sorumluluk uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir!” Mesaj belli: Memleket tehlike altında, İsrail topraklarımıza göz dikti, ayağınızı denk alın ve “iç cepheye” (rejim saflarına) katılın; yani size bir şans tanıyoruz, iyi kullanın, yoksa…! Bir “barış” çağrısı gibi başlayıp “aba altından sopaya” dönüşen bir davet!

Bizce asıl mevzu, rejim açısından, bölge çapında birtakım ciddi tehlikelerin yanı sıra “fırsatları” da içeren yeni bir döneme girilmiş olması. Rejimin (alt) emperyalist niyetleri ve eylemleri onu bazı alanlarda, özellikle askeri konularda derin tecrübelerinden hanidir feyz aldığı İsrail ile sürtüşmeye,  dolaylı da olsa çatışmaya girme ihtimalini büyütüyor. Neticede doğrudan düşmanları farklı olsa da amaçları, hatta yöntemleri benzer. (“Ruh ikizi” diyen bile var!) Böyle hallerde tarafların birbirlerinin düşmanlarıyla ve özellikle de “teröristleriyle” işbirliğine girmesi adettendir. Örneğin Türkiye, Hamas ve benzeri örgütleri taktik olarak desteklerken, İsrail de Suriye Kürtlerini destekleyebilir.

Tabii, iki ülkenin de kapitalist-emperyalist sistem içindeki konumları ve sistemin belli başlı güç odakları ve kurumlarıyla derin bağları ve ittifak ilişkileri düşünüldüğünde birbirlerine hem içeride hem de dışarıda zarar vermelerinin, en azından bugünkü dengeler dahilinde bir sınırı var. Bütün o ağır laflara rağmen sürüp gitmekte olan ticari bağlantılar, dahası, iki tarafın da “dost ve kardeş” Azerbaycan’la stratejik planda kurduğu (fiilen İran’a karşı da yürüyen) askeri-siyasi, ekonomik-ticari ilişkiler de bu sınırın diğer taşları. Elbette bu sınırlar, bir zamandır hegemonya sorunu yaşayan ve yeni bir hesaplaşma sürecine giren emperyalist sistem açısından işler çığırından çıkmadığı sürece geçerli, bunu da hatırlatalım.

İç dinamiklere dönecek olursak… Unutulmasın, bazı istisnai haller dışında “dış politika, iç politikanın bir devamıdır”. Rejim, berbat ekonomik durumun da derinleştirdiği iç çelişkilerini aşmanın yolunu dışarılarda da arıyor. Bu aynı zamanda rejimin ömrü açısından “iç cephenin” muhkem kılınmasını,  asıl olarak da muhalefetin zapturapt altına alınmasını gerektiriyor. Bahçeli’nin Kürt politikacılara gösterdiği beklenmedik “muhabbetin” kaynağı burada aranmalıdır. Boyun eğeni çok olsa da, bu politikanın “demokratik” yollardan uygulanması zor. Zaten işin tehdit boyutu da burada devreye giriyor. Böylesi koşullarda dışarıya yönelik yüksek dozda bir militarizmin içeriye bir polis rejimi olarak yansıması kaçınılmaz. “İsrail’in topraklarımıza göz diktiği” iddiası nüfusun boyun eğmemekte direnen kesimini vatan haini” veya “millet dışı” ilan etmek için iyi bir bahane oluşturacak; hem de İsrail’le doğrudan-fiziki bir çatışmaya girmeden, bir nevi “gölge boksu” yaparak! İçeride de “Siyonist ajanlara” tekme tokat girişerek!

“Sonsuzluk” arayışındaki rejimin amacı herkesi hizaya sokmak. Bunun için her yola başvuracağı belli. Burjuva muhalefet, henüz itiraz aşamasında olsa da, rejimin önerdiği “iç cepheye” bir biçimde dahil olabilir. Ancak işçi ve emekçilerin iktidarın estirmeye çalıştığı yalan ve korku rüzgârlarına kapılmaması, bu zokayı yutmaması gerekiyor. Onların yeri, koşullar değiştiğinde İsrail’le yine canciğer olacak rejimin yanı veya bir “iç cephe” değil, bir “birleşik emek cephesi” olmalıdır. Kapitalizmle, emperyalizmle ve Siyonizmle mücadelenin tek yolu budur.