Özüm Ö.
Dünyanın dört bir yanında Kadınlar ve LGBTİ+’lar; evde, sokakta, okulda, işyerinde; psikolojik, fiziksel, ekonomik, cinsel şiddete uğruyor. Mağdurlar için koruyucu önlemler çoğunlukla alınmıyor, barınma ve sağlık hizmetlerine erişim çok sınırlı. Bu şiddeti görünür kılmak ve cinsiyetçi şiddete karşı mücadeleyi yeniden örgütlemek için, 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”nde, 63 yıl önce Dominik Cumhuriyetinde, diktatörlüğe karşı verilen mücadelelerde katledilen Mirabel kardeşlerden aldığımız ilhamla yaşam hakkımıza ve birbirimize sahip çıkıyoruz. Sokakları, meydanları doldurmaya çalışarak mücadelemizi büyütüyoruz, çünkü hayatlarımız önemli!
Dünyada ekonomik krizin derinleşmesiyle kadın nüfusunun yarısından fazlası işsiz kaldı. Göçmen kadınlar çoğunlukla sağlık sisteminden faydalanamıyor. Kapitalizm, kendini yeniden üretmek için kadına yönelik şiddette de cisimleşen barbarlığı üretiyor. Dünyada sağcı ve baskıcı rejimlerin artması tesadüf değil. Gençler gelecekleri için umutsuz, anlık hazlar peşinde. Şiddete yatkın kültürler taraftar buluyor. İncellik kültürü nefret, ırkçılık, kadın düşmanlığı ile yoğrularak sadist ve mazoşist eylemlerle kendini var ediyor. Ekim ayında, Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’i vahşice öldürdükten sonra kendini İstanbul Surları’ndan atan Semih Çelik bu kültürden etkilenmişti.
Münferit değil, politik
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği münferit veya istisnai değil. İstatistiklere baktığımızda, Dünyada her 3 kadından birinin, hayatının bir döneminde şiddete, 5 kadından birinin tecavüze maruz kaldığını görüyoruz. Üstelik bu rakamlar gün geçtikçe artıyor. Katledilen çoğu kadının öncesinde kolluk kuvvetlerine defalarca şikayette bulunduğunu, ancak görmezden gelindiğini biliyoruz. Korunmadığımız gibi, cezasızlık politikaları ile şiddetin önü de açılıyor.
Türkiye’de aileyi koruma palavralarıyla cinsiyetçi şiddet körükleniyor. Büyük mücadeleler sonucu edindiğimiz kazanımlar, muhafazakar, gerici baskılar sonucu, yasal düzenlemelerle ellerimizden alınıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ve 6284’ü değiştirmeye yönelik çabalar bu politik saldırıların göstergesi.
Kürt halkına yönelik inkar ve imha politikaları ve göçmenlere yönelik artan ırkçılık da en çok kadına yönelik şiddetle kendini gösteriyor. Gün be gün otoriterleşmekte olan Saray Rejimi, haklarına sahip çıkmaya çalışan kadınların eylemlerini engelleyip, gözaltı ve tutuklamalar yoluyla sindirmeye çalışıyor.
Kadın cinayetlerinin yanısıra, emperyalist savaşlar da en çok kadınları etkiliyor. Dünyanın pek çok yerinde kitleler, İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım ve Lübnan’daki saldırılarında yaşanan kadın ve çocuk katliamına karşı protestolar düzenleniyor. Yüzlerce protestocu, İsrail’in 7 Ekim 2023’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda, yaklaşık 17 bin çocuk, 11 bin 378 kadın olmak üzere 42 bin 519 Filistinli’yi öldürdüğü, 99 bin 637 kişiyi de yaraladığına dikkat çekerek, ülkelerine İsrail’e yönelik ticaretin yanı sıra silah satışlarının da derhal durdurulması çağrısında bulunuyor.
Mücadele ama nasıl?
Burjuva siyaseti bugün kadınlara bir takım alanlarda mücadele alanı açmış gibi görünüyor. Belediye başkanlıkları, milletvekillikleri, devlet başkanlıkları gibi parıltılı koltuklar… Bugünlerde ABD başkan adayı olan Kamala Harris buna en iyi örnek. ABD’nin ilk kadın başkan yardımcısı olarak 4 yıl görev yapmış olan Harris’in, görev aldığı günden itibaren kadın haklarına yönelik büyük çalışmalar yapılmadığı görülüyor. Ülkede hala her gün en az 3 kadın öldürülüyor, her 90 saniyede bir kadın tecavüze uğruyor. Devlet başkanı olduğunda kadın haklarına dair büyük çıkışlar yapmayacağını görmek zor değil.
1990’larda Tansu Çiller’in Türkiye’de ilk kadın başbakan olarak seçilmesi, ailemin siyasi görüşüne rağmen bir çocuk olan beni heyecanlandırmıştı. Ama döneminde kadın haklarına dair en ufak olumlu gelişme olmasını bırakın, derin devlet-yolsuzluk, ekonomik kriz ve faili meçhullerle cisimleşen bir rejimin en büyük temsilcisi olarak tarihe geçti. Tarihsel süreçte sayabileceğim pek çok isimden de anladığım burjuva siyaseti, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair göstermelik söylemden öteye geçemiyor.
Burjuva siyaseti bir çözüm sunamıyor çünkü aslında sorunun kaynağı! Yaşadığımız bu vahşi düzen erkek egemen kapitalizm. Erkek egemenlik, kapitalizmin üzerine inşa edildiği temellerden biri ve önemli bir parçası. Tarihsel olarak kapitalizmden önce oluşmuş ve erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetini temsil etmekte. Özel mülkiyetin belirlediği sınıflı toplumun kurulması sonucu bu halini almış. Kadınların ezilmesinin maddi temelini oluşturan en büyük etken, sınıflı toplumda kadının mülke indirgenmiş olması. Bu durum toplumun sadece ekonomik değil, kültürel ve ideolojik değişimiyle de gerçekleşmiştir.
Bu durumda, Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sınıf sorunuyla ilişkilendirmeden ve kapitalist iktidar tekelinin burjuva sınıfının elinde olduğu bilincine varmadan yok edemeyiz. Yani erkek egemen kapitalizm lağvedilmeden ve yerine toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı, sınıfsız, sömürüsüz eşitlik temelinde bir sistem inşa edilmeden gerçek bir dönüşüm olmayacaktır. Sistemi değiştirmedikçe ise elde edilen kazanımların gelecekte de var olacağının garantisi yok. Ancak, bugün toplumsal mücadeleyi yükseltmek ve şiddete, sömürüye, baskılara karşı yaşam hakkımıza sahip çıkmak için en geniş cepheyi kurmak elzem. Öyle bir cephe ki mücadeleyi hep bir adım ileri taşıyacak!
Cinayetlere, taciz ve tecavüzlere, nefrete karşı eşit ve özgür bir gelecek için mücadelemizi büyütelim. İstanbul Sözleşmesinin yeniden yürürlüğe girmesi ve 6284 sayılı yasanın uygulanması için, yaşamı savunmak için birleşik, örgütlü mücadeleyi örelim. Erkek egemen kapitalist sistemin bizi yalnızlaştırmasına, umutsuzlaştırmasına izin vermeyip sınıfsız, sömürüsüz, eşit bir geleceğin hayalini birlikte kuralım…
Herkes için garantili gelir ve düzgün ve güvenli bir barınma
Şiddete Karşı Koruma ve Faillere Ağırlaştırılmış Ceza
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz
Yaşasın Kadın Dayanışması