CİHATÇILAR SURİYE’DE KESİNLİKLE YENİLMELİDİR!

CİHATÇILAR SURİYE’DE KESİNLİKLE YENİLMELİDİR!

HAKKI YÜKSELEN

2011’de Arap Ortadoğu’su ve Kuzey Afrika’da yaşanan devrimci dalganın etkisiyle Suriye’deki despotik rejime karşı başlayan halk hareketi, emperyalist güçlerin, bölge gericiliklerinin ve silahlı İslamcıların hızla dahil olduğu bir süreçte önce geri çekildi; ardından da iç ve dış bütün burjuva güçlerin dahil olduğu bir “uluslararası karşı devrim cephesinin” artan müdahaleleriyle kanlı ve gerici bir iç savaşa dönüştü. 2016’da Halep’in Suriye rejim güçleri tarafından geri alınmasının ardından sağlanan “sükûnet” ve ortaya çıkan hassas denge, sekiz yılın ardında yine Halep’in Batı emperyalizmi, Siyonizm ve NATO üyesi Türkiye destekli İslamcı HTŞ ve SMO güçlerince bir kez daha ele geçirilmesiyle ciddi biçimde bozuldu.

Bu elbette “tesadüfi” bir durum değil. Çatışmayı öncelikle, bölgenin kendine has tarihsel ve toplumsal sorunlarının yanı sıra, kapitalizmin uluslararası krizinin emperyalist sistem içinde yol açtığı hegemonya sorununun, kaynak ve pazar paylaşım mücadelelerinin çeşitli dolayımlar üzerinden Ortadoğu’ya yansıması olarak ele almak gerekiyor. Bu türden çatışmaların, sözünü ettiğimiz dünya krizi koşullarında giderek artan bir emperyalist paylaşım savaşı ihtimalinin son derce tehlikeli işaretleri olduğunu söyleyebiliriz. 

Suriye’deki gelişmeler, çok uzun bir süredir Suriye’de “rejim sorununun” çok çok ötesinde bir nitelik kazanmıştır. Suriye bugün, yukarıda da vurgulandığı üzere uluslararası-bölgesel bir çatışmanın alanlarından biridir ve bu ülke bölgede yeni bir statüko yaratma veya konumu sağlamlaştırma peşindeki çeşitli dünya ve bölge güçlerinin müdahaleleri altında gerçek bir “yıkım” ve “çözülme” tehlikesiyle karşı karşıyadır.  ABD ve Rusya gibi büyük güçlerle, Siyonist İsrail, İslamcı İran ve yayılma hevesindeki Türkiye gibi güçlerin, bölge halkları açısından daha ağır baskı, sömürü ve kanlı mezhep çatışmalarından başka bir sonuç vermeyecek biçimde yeniden şekillendirme projelerini gerçekleştirme peşinde oldukları çok açıktır. 

Suriye’deki Sünni-İslamcı güçlerin son hamlesinin, henüz tam olarak bilemediğimiz bazı detaylar ve elbette doğrudan kendi hesap ve çıkarları dışında, kendileriyle açık-gizli çeşitli ilişkiler içindeki ABD (ve bazı Batılı devletler), Siyonist-sömürgeci İsrail ve SMO’nun örgütleyici ve finansörü olan Türkiye’nin kesin desteği ile harekete geçtikleri; böyle bir harekât için gerekli teçhizat ve donanımlarının çeşitli biçimlerde bu ülkeler tarafından veya onların açtığı kanallardan temin edildiğini söyleyebiliriz. Bu arada HTŞ’nin bir süre önce başlatmak istediği bir harekâtın Türkiye’nin isteği üzerine ertelendiğini, ilişkinin yakınlığını işaret etme açısından hatırlatabiliriz. Sözü edilen ülkelerin son gelişmeler karşısındaki “bizim dahlimiz yok” açıklamalarının ciddiye alınabilir bir tarafı yoktur.

Kuzeyde başlatılan harekâtın İsrail tarafından finanse edilip silahlandırılan İslamcı-cihatçı örgütler eliyle güneyde, Golan bölgesinden başlayarak Deraa ve diğer bölgelere yayılma ihtimali büyüktür. Ortaya çıkan durum Ekonomik ve askeri olarak büyük güç kaybına uğramış olan Suriye’nin, Rusya ve İran gibi müttefiklerinden yeterli desteği alamaması halinde, “barış” ve “terörle mücadele” gibi bahanelerle güneyden İsrail’in, kuzeyden Türkiye’nin işgaline uğrama tehlikesi vardır.  İsrail, Gazze savaşıyla başlayan bir süreçte ABD ile el ele bölgeyi yeniden şekillendirmeyi amaçlayan girişimlerinin alanını genişletmeye çalışıp Suriye’yi kendisi için bir tehlike olmaktan çıkarmaya ve olabildiğince yayılmaya çalışmaktadır. Türkiye ise, krizdeki emperyalist kapitalist sistem içinde daha iyi bir konum kazanmak ve bu bağlamda Suriye’de, kontrol ettiği İslamcı güçleri kullanarak kendi çıkarlarına uygun siyasi bir şekillenme oluşturma peşindedir ve bunu çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Türkiye’nin hem içeride hem de dışarıda ayrıca bir de Kürt sorunu vardır.

RTE’nin bir süre önce işaret ettiği “İsrail tehlikesi”ni ve bunun ardından ileri sürülen “iç cephe” çağrısını bu gelişmeler babında ele almak gerekiyor. Saray rejimi, bölgenin yeniden şekillendirilme sürecinde NATO üyeliğinin sağladığı avantajı da kullanarak bir yandan ABD emperyalizmi ile bir “yetki devri-paylaşımı” anlaşması peşindedir. Ancak bu durum, her ne kadar İsrail ile Türkiye arasında, emperyalist ABD-Batı odaklı bir tarihsel ittifak olsa da yeni şekillenme kimi zaman tehlikeli sonuçlara yol açabilecek rekabet ve sürtüşmelere de gebedir. Çatışmaların büyümesi, hedefledikleri konumlar itibariyle güçler arasındaki bu rekabeti büyütebilir. Bu aynı zamanda tarafların sorunlarını büyütmek ve meşguliyetlerini artırmak için birbirlerinin düşmanlarıyla iş birliğine girmelerine de yol açacaktır. Türkiye rejiminin, içerideki ve dışarıdaki Kürt sorununu çok çelişkili görünen yöntemlerle “hale yola koyma” ve Kürtler de dahil bütün muhalefeti, kimi zaman ezme tehdidiyle rejimin ardında hizalama, RTE’yi de “ömür boyu” başkan yapma hedefini bu bağlamda ele almak gerekiyor.

Kısacası Suriye’deki gelişmeler Türkiye’nin rejim sorunu, bu rejimin gidişatı ve emekçilerin istikbaliyle çok yakından ilişkilidir. Suriye’de İslamcı-cihatçı güçlerin zaferi sadece sınırlarımızın ötesinde değil, berisinde de bölgenin kaderini, en kötü biçimleriyle belirleyecek sonuçlara yol açacaktır. İslamcıların Suriye’deki bir zaferi ve bunun sonuçları Türkiye’deki gerici rejimin sağlamlaşmasını da sağlayacaktır. Bu nedenle Şam’daki rejime ve müttefiklerine ideolojik ve politik olarak herhangi bir sempati duymuyor ve “anti-emperyalistlikleri” konusunda en ufak bir hayal kurmuyor olsak da İslamcı-cihatçı güçlerin kesin yenilgisinden yanayız. Bu, var olan koşullarda hem dünya hem de bölge çapında emperyalizme ve her türlü kapitalist gericiliğe karşı mücadelede olmazsa olmaz bir şartıdır.

Yazar Hakkında