İBRAHİM SEYMEN
Dünya, Suriye’de geçtiğimiz 12 günde çok hızlı gelişmiş bir denge değişimine tanıklık etti. 27 Kasım 2024 tarihinde, karşı devrimci HTŞ önderliğinde muhalif grupların da katılımıyla Suriye’nin en büyük kenti olan Halep’e taarruz başladı. Hızla ilerleyen bu operasyon 12 gün içerisinde Baas rejiminin yıkılması ve Suriye’nin fiilen 3 temel parçaya bölünmesi ile son buldu.
Bu hızlı denge değişimini doğru bir şekilde teşhis edebilmemiz için taarruz önceki durumu doğru anlayabilmemiz gerekmektedir. Bu sebeple kısa bir girizgâh yapmak gerekirse;
1. Suriye’nin Taarruz Öncesi Durumu
Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla başlayan ve birçok Arap ülkesinde de devam eden Arap Baharı eylemlilikleri Suriye’de de işçi sınıfının eylemlilikleri ile başladı. Bu eylemlilikler, Mart 2011 tarihinde Esad rejiminin Suriye halkına vahşi bir şekilde müdahalesiyle ilerledi. Ordu içerisinden kopan bir grup halkla birlikte Esad rejimini defetmek için mücadeleye başladı.
Suriye devletinin yardımına bölgede iki önemli üssü olan Rusya, İran’dan gelen milisler, Lübnan Hizbullah’ı yetişti. Karşı cephede ise yurtdışından binlerce cihatçı unsur sahaya geldi. Çeçenistan’dan, Orta Asya’dan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden gelen bu güçler devimi sindirip kendilerine tabi etmek istiyordu. Mücadelenin önderliği süreç içerisinde yok oldu ve milyonlarca Suriyeli yurtlarını terk ederek komşu ülkelere göç etti. Rejim kuvvetleri Halep’i ve Suriye’nin batı kesimlerini elinde tutarken, cihatçı eğilimli gruplar İdlip ve Afrin bölgesinde hakimiyet kurdular. Tek sınırı Türkiye ile olan bu gruplar, Astana Mutabakatı ile birlikte oluşturulan bölgede tutuldular. Bu şekilde geçici bir pat durumu sağlandı.
Bir diğer unsur ise ağırlıklı olarak Kürt güçlerinden oluşan ama içerisinde Arap nüfusun da bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri’ydi. Suriye İç Savaşı başladığı zaman Esad rejimine karşı güçlerini diğer gruplarla birleştirmeyen SDG güçleri, yaşadıkları alanlarda örgütlendiler. Türkiye’de Kürt açılımı masası devrildikten sonra IŞİD’in vahşi saldırılarına karşı mücadele ettiler. Desteğini de arkasına alarak, Rakka kentini güvenlik altına aldılar. Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları ile Cerablus, Tel Abyad ve Resulayn, Türkiye Destekli ÖSO unsurlarının eline geçti.
2. Batı Emperyalizminin ve Sermayenin Çıkarları
Ne var ki Suriye’deki mücadele sadece Suriye içi unsurların bir mücadelesi değil. Sahada bulunan taraflar, mevcut durumlarını kuvvetlendirmek için boğuşmakta.
Halihazırda çürümüş, halk desteği olmayan ve askeri gücü-motivasyonu sınırlı Esad rejiminin düşmesi, İran’ın Akdeniz ile bağlantısını tamamen koparacak ve İsrail üzerinde olan baskısı zayıflayacaktı. Aynı zamanda Rusya’nın Lazkiye ve Tartus’ta bulunan stratejik üslerinin durumu üzerinden Rusya da rejimin yanında yer aldı. Bu şekilde zaten ölmüş rejim suni teneffüsle 13 yıl daha yaşatıldı.
İsrail’in Gazze soykırımı ve Lübnan Hizbullah’ına karşı yaptığı yıkıcı operasyon ile birlikte bölgeden çok fazla Hizbullah militanı çekilmek zorunda kaldı. Zira İsrail ile Lübnan arasında yapılan 60 günlük ateşkes bitmeden Lübnan içerisinde konumlanmaları gerekmekteydi.
Rusya ise Ukrayna’da 3 yıldır yürüttüğü işgal sebebiyle, Suriye’den ciddi oranda askeri güç kaydırmak zorunda kaldı. Esad rejiminin de askeri gücünü arttırmaması; teçhizatının, donanımının ve moralinin yetersiz olması gibi sebeplerle cephede bir güç boşluğu oluştu.
Ortadoğu’nun Savaş makinesi İsrail yüzölçümü olarak dar bir coğrafyada bulunmakta. Coğrafi derinliğinin dar olması, savunmalarını Lübnan ve Filistin’den gelen saldırılara karşı kırılgan bir duruma sokuyor. Zira Lübnan’dan atılan bir füzenin Tel Aviv’e kadar gelmesi olası. Bunun yanında İsrail’in güvenliğini sağlamak için İran’ın Lübnan’a Lojistik hattının koparılması zorunluydu. Bu da Esad rejiminin ya yıkılması ya da çok zayıf duruma düşürülmesiyle sağlanabilirdi. Tüm bu veriler, HTŞ’nin operasyonunun ABD emperyalizmi ve İsrail’in çıkarları ile kesiştiğini göstermektedir. Ancak bilmemiz gereken bir diğer detay ise Türkiye’nin tüm muhalefet unsurlarına söz geçiremediğidir. HTŞ ile Türkiye destekli gruplar arasında ilk günden itibaren gerginlikler ve yer yer çatışmalar yaşanmıştı.
3. Suriye Halkının Mevcut Eğilimleri
HTŞ bu güç boşluğunu ve konjonktürel eğilimleri doğru bir şekilde analiz etti. Uzun süredir hazırlandıkları taarruzu rejimin en zayıf olduğu anda başlattılar. 12 gün içerisinde Esad rejimini yıkarak popüler söylemle kartları yeniden dağıtmayı başardılar. Ancak bu taarruzun başarısının, salt emperyalist bir gücün düğmeye basmasıyla gerçekleştiğini söylemek, bizi hataya sürükler. Konvansiyonel savaş kapasitesindeki bir ordunun ciddi bir direniş göstermeden bozguna uğraması karanlık operasyon odalarından verilen emirlerle açıklanamaz. Zira, 13 yıl önce yenilmiş bir devrimin asli unsuru olan kitleler halen Suriye’de yaşamakta. Rejimi deviren grup karşı devrimci ve cihadist özellikleri olan bir grup olsa da Suriye halkı Baas rejiminin yıkılmasına rıza göstermiştir. Bu sebeple eli kanlı diktatör Beşar Esad’ın ve Baas Partisi’nin yıkılmasında devrimciler açısından üzüntü kaynağı olacak hiçbir nokta göremiyoruz.
4. Yeni Biçimler ve Olasılıklar
Şam’ın HTŞ öncülüğünde düşmesi, Suriye’deki mücadeleyi bitirmeyecek, ancak bir sonraki safhaya taşıyacak. Zira sahada hiçbir grup birbirine güvenmemekte. Aynı safta gözüken güçler bile güç mücadelesinde birbiri ile savaşabilir. Bu sebeple etnik, dini ve kültürel olarak çok fazla kesimin bulunduğu Suriye’de yeni düzenin kurulması sürecinde HTŞ’ye veya benzer gerici, emperyalizm işbirlikçisi çetelere asla güvenilemez. Yeni Suriye ister Irak’ta olduğu gibi federal nitelikli, isterse merkezi olsun yeni düzende bu karşıdevrimci odaklar açısından kendilerinden olmayan tüm toplum kesimleri risk altındadır.
Bu anlamda yeni Suriye’de özellikle biçimlendirilmek istenen yeni egemen sınıf koalisyonunun dışında kalan işçi yığınları, toplum çeperlerine itilmiş kent yoksulları, özellikle geleceksizliğe sürüklenen gençler, kadınlar, azınlıklar ve LGBTİ bireyler büyük tehdit altındadır. Mevcut tehlikenin karşısında emek ekseninde birleşik mücadele zeminin kurulması hayati bir önem taşımaktadır. Bu mücadele zemini emek eksenli, etnik ve dini kökenler üstü, emperyalizmden kopuş temelli, kadın kurtuluşunu odak alan ve bu yönde karşı akım yaratarak hem ulusu yeniden birleştirecek hem de karşıdevrimle savaşacak kapasiteye erişmelidir. Ancak bu, yazıldığı kadar kolay bir mücadele olmayacaktır.
Bugün, Türk yayılmacılığı, İsrail ve NATO yıldırım harekatının asli kazananı gibi görünmektedir. Zira İran’ın Lübnan ve Suriye’deki desteklediği gruplara lojistik kabiliyeti büyük ölçüde sekteye uğratılmış ve ittifaklarına darbe vurulmuştur. Yine de bu güçlerin yakın bir zamanda planlarının sekteye uğrayacağını da göreceğiz. Bunun yanında Rusya’nın Suriye’deki hareket kabiliyeti sınırlandırılmıştır. Bir sonraki aşamada İsrail’in Golan tepelerini tamamen ilhak etmek istemesi de beklenilmelidir.
Türkiye sermayesi, düşen karlılıklarını arttırmak için Suriye pazarına yayılmacı bir iştahla saldıracaktır. Bu anlamda inşaat, petrokimya ve maden kaynaklarını işletmek isteyecektir. Sahadaki kendi kontrollerindeki unsurlar ile Kürt bölgelerini baskı altına alması beklenmelidir. Deyr-Zor petrol sahasının SDG güçleri elinde kaldığı bir senaryoda Türkiye ile SDG arasında tıpkı Irak KDP ile olduğu gibi geçici bir barış da sağlanabilir.
Demokratik, Laik ve Emekten Yana Bir Suriye için İleri