Suriye’nin Ardından, Yeni Bir Dönemin Eşiğinde

Suriye’nin Ardından, Yeni Bir Dönemin Eşiğinde

KIRMIZI GAZETE

1. 1970 yılında askeri darbe ile iktidara gelen Esad “hanedanlığı” Hayat Tahrir Al Şam (HTŞ) ve Türkiye kontrollü Milli Suriye Ordusu’nun Halep’e doğru başlattığı harekât ile yıkıldı. Operasyonun Şam’a ulaşıp rejimi devirme hızı şaşırtıcı oldu. Suriye ordusunun geri çekilmesi, çok sınırlı bir-iki küçük direniş dışında bir şey yapmaması, tüm kamuoyunu şaşırtan bir unsur oldu. HTŞ’nin bu elverişli konjonktürde” yapmak için planladığı operasyonu, Türkiye Hükümetinin beklettiği, ancak İsrail Hizbullah anlaşması ardından militanlar geri dönemeden HTŞ’nin operasyonu hızla başlattığını ve Şam’a kadar ilerlediğini artık biliyoruz.

2. HTŞ, İngiltere’den Amerika’ya emperyalist kapitalist merkezlerde hiç olmadığı kadar olumlu karşılanıyor. Uluslararası burjuva basını Coloni ile röportaj sırasına giriyor. Sorunlarla boğuşan ve paraya ihtiyacı olan HTŞ, şimdilik Batılı kapitalistlere şirin görünmeye devam ediyor. Ayrıca Suriye içinde yeni bir iç savaşı tetiklememek için dikkatli davranıyor. Bütün bu makyaj çabası, Colani’den bir Castro elbette yaratmaz. Aslında HTŞ, El Nusra, ISID pratiklerinden bugün kurduğu uluslararası bağlantıların telkinleri ile uzak duruyor. Ancak bu durum sadece uluslararası arenadaki ilişkilerini belirliyor, örgütün nihai hedefini değiştirmiyor. Suriye’de ve HTŞ içerisinde oldukça radikal unsurlar ve yabancı cihatçı tugaylar mevcut. Şeriat sıfatlı “sürekli devrim” hedefi için bu önderliklerden biri ya da birden fazlasının sırada olduğunu bilmek için de müneccim olmak gerekmiyor. Ülke, bu gerici önderliklerin yanı sıra, ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, İran, Rusya gibi aktörlerin kendilerine daha fazla alan açma çabasına maruz kalacağı bir dönem yaşayacak gibi görünüyor.

Esad Rejimi

3. Baas rejimi işçi sınıfı ve halk üzerindeki şiddet ile varlığını sürdüren Bonapartist bir baskı rejimiydi ve ulusal burjuvazinin çıkarlarına uygun olarak çok sert bir gizli servis ağına dayanıyordu. ABD emperyalizmi ve İsrail ile yaşadığı sorunlara rağmen anti-emperyalist ve elbette anti-kapitalist bir karaktere hiçbir zaman sahip olmadı. İsrail’le olan çatışmasından dolayı İran ve Rusya ile yakınlaştı. Tam da aynı nedenle Hizbullah’a ve Filistin direniş örgütlerine topraklarını açtı. Rejim kendi çıkarlarına uygun olarak özellikle Filistin ve Türkiye sosyalistlerinin, PKK’nın askeri kamplar açmasına izin verirken kendine muhalif olan sosyalistleri, işçi önderlerini ise baskıladı. Ülkedeki sendikalar ve işçi örgütleri de Baas partisine bağlı birer aparattı. Grev yasaktı. PKK kamplarına göz yumarken Suriye Kürtlerine kimlik bile vermeyerek en temel demokratik haklarından yoksun bıraktı.

Yozlaşmış baskı rejimine karşı öfke 2011 yılında patladı. Rejimin sertlikle müdahale ettiği bu gösteriler, önce yaygın halk seferberliğine ve büyük bir devrimci kalkışmaya dönüştü, ancak nerdeyse hemen peşi sıra her iki kamptan emperyalist odaklar ve onların savaş uzantıları tarafından çalınarak bir iç savaş haline dönüştü. Bu iç savaş sonucunda ülke fiilen etnik ve mezhepsel olarak üç bölgeye bölündü.

4. 2011 ayaklanmasını bir devrimci halk ayaklanması olarak görüyoruz ve ayaklanmanın emperyalistler ve cihatçılar tarafından çalınarak bir iç savaşa dönüştüğünü, bu dönem boyunca da aslında halk devriminin sokaktan çekildiğini ve yenildiğini düşünüyoruz.  Bu bağlamda Esad yanlısı Stalinist Sol ile de, “devrim bitmedi” diyen sosyalistlerle de ayrışıyoruz.

İç Savaşın Ardından

5. İç savaşın ardından belli bir denge kurulmuş gibi görünmüş olsa da Baas rejimi aslında egemenliğini yitirmişti. İdlip’te HTŞ öncülüğünde şeriat yönetimi oluşurken Rojava’da Kürtler defacto bir özerklik ilan ettiler, kendi meclislerini, silahlı savunma birliklerini kurdular. Diğer yandan Türkiye Kürtlerin Fırat’ın doğusuna ilerlemesini durdurmak ve sınırlarını kontrol etmek gerekçesiyle Suriye içlerine Milli Suriye Ordusu ile müdahil oldu. İdlib de belli oranda denetiminde olduğu için kuzeybatı Suriye Türkiye’nin kontrolündeydi. Tüm bu nedenlerle de rejim, İran ve Rusya’ya tamamen muhtaç hale gelmişti.

6. Yukarıda bahsettiğimiz denge durumu, 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’in işgal ettiği bölgelere başlattığı karşı harekatıyla bozuldu ve tüm Orta Doğu’da yeni bir dönemi başlattı. Siyonist savaş makinası Hamas’a karşı harekete geçti ve saldırganlık Filistin’de bir soykırım noktasına ulaştı.

İsrail Filistin’deki soykırımla paralel olarak 1 yıl boyunca Suriye ordusunu ve destekçilerini zayıflattı. İran’ın lojistik depolarını bombaladı, komutanlarına suikastlar düzenledi. Aynı anda Lübnan’daki Hizbullah üst yönetimine ağır hasarlar verdi. Hizbullah’ın prestijli lideri Nasrallah’ı öldürdü.

Ekonomik yaptırımlardan dolayı büyük darboğazın ve siyasi sıkıntıların içerisindeki İran bu operasyonlara karşı mücadele edemeyecek duruma geldi. Kabul etmek gerekir ki, İran ve Hizbullah’ın felç edilmesinde, en azından Suriyedeki rejime destek veremeyecek derecede kendi derdine düşürülmesi”nde İsrailin bu güçlerin liderliklerine yönelik sistematik suikastlarının ve vurduğu nokta hedeflerinin çok ciddi payı var. Yani cihatçıların ve destekçilerinin deyişiyle “Suriye Devrimi”, yolunu büyük ölçüde temizleyen İsrail’e ve emperyalizmin Batı kanadına çok şey borçlu!

Rusya Ukrayna’da ağır kayıplar veriyor. Üstüne Ukrayna karşı atak ile Kursk ile Rusya içerisinde yeni bir cephe açtı. Putin Suriye cephesini sürdürecek askeri ve maddi gücü taşıyamadı ve Esad’ı yalnız bıraktı.

7. Çöküş içerisindeki Esad rejimine Türkiye önce bir uzlaşı önerdi, Esad reddetti. Ardından HTŞ ve Milli Suriye Ordusu Halep’e ilerledi. Kürtler de Fırat’ın doğusunda Arap bölgelerine ilerledi. Halep düştükten sonra HTŞ hızla Hama, Humus ve Şam’ı aldı. İktidar yürüyüşü sırasında İsrail’in havadan, Türkiye’nin karadan HTŞ’ye verdiği fiili desteğe Esad rejimi cevap veremedi ve çöktü.

Rejimin düşmesinin çok sayıda nedeni var ama kuşkusuz en önemlisi son ferdine kadar çürümüş bir rejim olmasıdır. Bu sürede, yer değiştiren bürokratlardan, üst düzey askeri personele kadar bir dizi saray oyununun dönmüş olması bu durumu doğruluyor. Petrol gelirlerinin yüzde 80’ini kaybetmiş, İran ve Rusya’ya her yönden muhtaç bir rejimdi. Halkın refahı için bir atılım yapamadığı gibi, halkının çoğunluğu tarafından nefret ediliyordu. Ve üstelik askerleri 14 yıl süren iç savaştan yorgundu.

Siyonizm Kazanan Tarafta Mı?

9. Filistin halkı son bir yıldır soykırıma karşı muazzam bir direniş sergiledi. Direniş, özellikle emperyalist metropollerde öğrenci protestolarıyla meşruluğunu arttırdı. İsrail içerisinde de tepkiler artıyorken İsrail ordusu önce Hizbullah merkezlerini ardından da İran lojistik üstlerini ve askerlerini vurdu. İsrail, Suriyedeki rejim değişimiyle moral üstünlüğü eline almış durumdadır. Ülkedeki karmaşadan yararlanarak Suriyenin batısındaki Golan tepelerini işgal etti, Şama 25 km kadar yaklaştı. Gazze ve Lübnan’dan sonra Suriye’ye doğru savaş cephesini genişletti. En önemlisi Şam’ı yüksekten kontrol eden bir pozisyona geçti. Üstüne Suriye’nin tüm hava ve deniz üslerini, silah geliştirme merkezlerini, askeri altyapısını ve üniversitelerini bombaladı.

İsrail, Irak’ın işgalinden bu yana manevra alanını genişleten İran’ı yine şimdilik kendi topraklarına mahkûm etti. Doğu Akdeniz’i büyük ölçüde ABD ve İsrail’in kontrolüne geçirdi. Netanyahu, “İran’ın şer eksenindeki önemli bir halkanın düşüşü” olarak tanımlarken, İran halkına “özgürlüğünüz yakın” diyerek nihai hedefini işaret etti.

10. Tartışmasız biçimde İsrail, Esad rejiminin yıkılmasından kazancı olan ülkelerin başındadır. Suriye’deki yeni rejimin karakterini belirlemek için diplomatik ve askeri her türlü aracı kullanmaya devam edecektir. İsrail bölgede hâkim bir güç olduğu ve bir devlet olarak iktidarını devam ettirdiği sürece Ortadoğu’nun kan banyosuna mazhar olmaya devam edeceği kesindir.

Filistin Direnişinin Geleceği

11. Hamas, 31 Temmuz’da İsmail Haniye, 17 Ekim’de Yahya Sinvar’ın öldürülmesiyle ciddi hasar almıştı. Lübnan ve Suriye’deki destek üslerinin vurulmasıyla Filistin direnişi daha da zayıfladı. Filistin direnişine doğrudan destek veremese de Suriye hem militan geçişi hem mühimmat geçişi açısından önemli bir ülkeydi. İran bu hat üzerinden artık Filistin ve Hizbullah’a silah gönderemeyecek.

Üstelik bazı Filistin örgütlerinin askeri kampları da Suriye’de. HTŞ’nin, bu kampların Esad yanlısı olması nedeniyle, kaldırılması için baskı yaptığı haberleri basına düşmeye devam ediyor. Öte yandan Filistin hükümet güçleri Cenin’deki direnişçi kamplarına saldırmaya başladı.

Suriye’deki yeni durumun da etkisiyle Filistin halkının özgürlük mücadelesi, İsrail’e teslim olma veya yok olma bağlamında Filistinlileri karşı karşıya getirme riski barındırıyor. Filistin davasında Suriye’de etkin güç olarak Türkiye ve cihatçılar daha fazla inisiyatif alacaklar mı yaşayıp göreceğiz. Ancak şimdiye kadar ki pratikleri böyle olmayacağını gösteriyor.

Türkiye ve Milli Suriye Ordusu

12. Türkiye, ilk andan itibaren Halep’in düşüşü sürecinin parçası oldu. Milli Suriye Ordusu’nu öne sürerken, askeri ve diplomatik olarak da varlık gösterdi. Tek sorunu, HTŞ’nin ilerleyişinin sağ salim tamamlanması olsa da bu hızda bir başarıyı öngörememişti.

Türkiye’nin iç politikasına da yansıyan biçimde önceliği Kürtlerin özerk rejimini dağıtmak veya kontrol etmek ve kendi Güney sınırında olabildiğince geniş bir hakimiyet alanı açmaktı. Türkiye’de yaşayan büyük Suriyeli mülteci topluluğunun da meşruiyeti ile kendiyle iyi ilişkiler kuracak bir hükümet peşindeydi. Ancak HTŞ Şam’ı aldı, hükümeti kurdu. Türkiye bu noktada HTŞ ile bir daha derin bir ilişki kurmaya başladı. Erdoğan, Milli istihbaratın yeni şefi Kalın’ı ve ardından dış işleri bakanı Fidan’ı Coloni’ye gönderdi. Neo-Osmanlıcılar için yüzyıllık heves olan Emevi Cami’nde kılınan namaza Colani’nin şoförlük yaptığı bir arabada Türk istihbaratı taşındı.

Türkiye mevcut pozisyonu ile yetinmek niyetinde değil. 70 bin MSO milisi ile İsrail’den daha fazla bir alanda kalıcı olma ve yayılma niyetinde. Türkiye burjuvazisi için Suriye’nin ekonomik fethi önemli ancak ABD emperyalizminin desteğine ihtiyacı var. Türkiye içinde yüzyıllık sağ iktidarın sürmesi, bu tür Neo-Osmanlıcı heveslerinin sahada ne oranda gerçekleşeceğine de bağlı.

13. Halep harekâtı başlamadan Saray, Türkiye içerisinde bir iç cephe çağrısı ile tüm muhalefeti milli hükümeti desteklemeye çağırmıştı. Bununla yetinmeyerek Öcalan üzerinden Kürt hareketini silah bırakmaya ve parlamentoya çağırdı. Şiddet ve çözümü aynı anda sahneye koydu. Fidan sorunumuz silahlı örgütle dese de, halkın özerklik iradesine karışmadıklarını ifade etse de Türkiye Kürtleri Fırat’ın doğusuna itmeye başladı.

Yayılmacılığı ile, HTŞ ve MSO üzerindeki etkisiyle ve Rojava üzerindeki tehdidiyle Türkiye şimdilik kazananlar arasında görülmektedir.

Htş ve Cihatçılar

14. HTŞ’nin tartışmasız amacı bir İslam Emirliği’dir. Ancak Suriye’deki dengeler bunu kolaylıkla yapmasına izin vermeyecektir. Ayrıca bunun ekonomik altyapısına da henüz sahip değil. Bu nedenle dengeli bir dil ve politik söylemi tercih etmektedir. İsrail’e, ABD’ye, Rusya’ya doğrudan tutum almamaktadır. Yeni meclis ve anayasa olasılığından söz etmektedir. HTŞ birleşenleri, Harakat Nureddin Zenki, Liva El Hak, Ceyş El Sünne de şimdilik Coloni’nin politikasına uyum göstermektedirler. Ancak sert bir İslami rejimi kurmazsa İŞİD ve diğer örgütlerin sert muhalefeti ile karşılaşabilir. Tersinde ise İsrail ve ABD’nin ve MSO’nun saldırılarına uğrayabilir.

Suriye’de ve diğer Müslüman ülkelerdeki çeşitli cihatçı örgütler hakkında unutulmaması gereken husus şudur: İslamcıların tarihsel rolü her zaman olduğu gibi egemen sınıflar hesabına; toplumun, maddi-manevi zor ve şiddet yoluyla ve faşizmin yöntemlerine benzer biçimlerde denetimi, muhtemel bir devrimin engellenmesidir. Suriyede iktidarın teslim edildiği HTŞ’nin rolü ve emperyalizmin şimdilik de olsa teveccühünü kazanmasının önemli bir nedeni de budur. Doğru bir değerlendirme için HTŞ’nin ve kuracağı İslami rejimin burjuva sınıfsal karakteri ise asla göz ardı edilmemelidir.

Bu Bir Devrim Değil

15.Esad rejiminin düşüşünün ardından halkın mutluluğun önemlidir. Ancak Esad rejimini deviren harekât, bir halk seferberliği ve bunun sonucunda oluşmuş bir devrim olarak tarif edilemez.Esad rejimi bir halk ayaklanması ile değil, o ayaklanmanın sonrasında oluşan bir iç savaş rejiminde taraflardan birinin çeşitli askeri-diplomatik-taktiksel başarıları sonucunda yıkılmıştır. Bu nedenle bir soyutlama yaparak rejimi emekçi halk yıktı kavramının kullanılması gerçekçi değildir.

Esad rejimi, çeşitli operasyon odalarından yönetilen, emperyalist güçlerin, Siyonizmin, Türkiyenin ve hatta Rusyanın içinde olduğu bir dizi uzlaşı ve anlaşmanın sonucunda devrilmiştir. Bu bağlamda iç savaşın şimdilik geçici olan bir anlaşmayla sonuçlanması ve bir karşı devrimci iktidardan diğerine geçen bir yönetim değişimi olarak tarif etmek yanlış olmaz.

Her “zalim rejimin” devrilmesi bir devrim tanımını hakketmez. Bu seferberliklerin niteliği ya da hareketlere dahil olanların sınıfsal kökenleri, kitlelere önderlik eden hareketlerin programları vb. gibi bir dizi kıstas rejimlerin devrilmesi konusundaki tutumumuzu belirler. Tarih, geniş halk yığınlarının hatta ve dahi yoksul yığınların hevesle katıldığı, ancak devrimci Marksistlerin bugün çok doğru biçimde devrimci bulmadıkları olaylarla doludur. Gerici önderlikler altında halk ayaklanmaları karşı devrimlerle sonuçlanır. Troçki’nin dediği gibi “devrimlerin kaderi politik arenada belirlenir.”. Suriye’deki muhalif güçlerin içerisinde demokrat, sosyalist, halkçı bir tek eğilimin işareti yoktur. Zorlanarak bulunan bazı ılımlı grupların, iç savaş sırasında silindiği, silinmedi ise bizzat bu şeriatçı yapılar veya Esad güçleri tarafından ortadan kaldırıldıkları malumdur. Suriye devrimini selamlayan Suriye sol diasporasının Suriye’de bir siyasi eğilimi ve karşılığı olmadığı açıktır. Geçmişte rejim yanlısı olan Alevilerin, Dürzilerin, hristiyanların, farklı laik kesimlerin, Suriye Komünist Partisi eğilimlerinin protesto ve eylemlerini “devrim yanlısı” sol olarak tarif edilmesi ise traji-komik olacaktır.

Üstelik Suriye’deki yeni durum bölgede yeni bir demokratikleşme dalgası getirmek bir yana bölgedeki baskı rejimlerinin kendi ülkelerinde daha da güçlenmesine neden olabilir. Bu yeni durumun sınıf mücadelesini en çok etkilediği ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Üstüne üstlük, cihatçıların yeni Küba’sı ya da Vietnam’ı haline gelmiş, sahada askeri pratik öğrenmiş, karşı devrimci kitlelerin olası bir işçi ayaklanmasında tüm bölge için kullanılacağı çok malumdur. Bölgede bonapartist iktidarları güçlendiren ve hatta kan taşıyan, cihatçıları yeniden canlandıran politik bir “devrim” kuşkusuz olamaz, devrimci Marksistler tarafından desteklenemez.

Devrimci Marksistler gerici güçler arasında taraf tutmak zorunda değildir. Dolaysıyla Esad rejimini desteklemek isteyen sol gruplar ile tam tersini HTŞ zaferi karnavalına devrimci sıfatı ile pankart açan gruplar da aynı açık yanılgının içindedir.

16. Bir baskı rejimini devrilmiştir. Ancak İslami hareketlerin cüzi mütemmimi olarak, hızla bir dizi başka baskı unsurunu devreye sokacağından da şüphemiz yoktur. Dünya kamuoyuna vitrin teşkil etmesi için bırakılan Şam dışında bu yeni dönemin tehditler barındıran izlerine de rastlanmaya başlanılmıştır.

HTŞ, diğer cihatçılar, ABD, İsrail, İran, Rusya, Körfez ülkeleri ve Türkiye Suriye’yi dün olmadığı gibi bugün de özgürleştiremez. Ülke yayılmacı güçlerce işgal riski altındadır, askeri kaynakları imha edilmiş, etnik ve mezhepsel olarak parçalanmıştır. Rojava’daki özerklik modeli Türkiye ve sahadaki güçlerinin tehdidi altındadır. Bu sorunların üstünden gelebilecek demokratik, laik bir halk iktidarı emaresi şimdilik görülmemektedir.

17. Sonuç olarak bugün Suriye’de bir Tiran gitmiş olmasına rağmen yenisinin gelmesi olasıdır. Ayrıca ülkenin parçalanma riski mevcuttur. Tüm olumsuzluklara rağmen kuşkusuz amacımız, arzumuz, tüm ülkelerde olduğu gibi Suriye’de emekçi halkın devrimci önderliğini kurması ve tüm zalimleri defetmesidir; Suriye halkını birleştiren bir demokratik anayasa, kurucu bir meclis ile tüm demokratik güçlerin temsiliyetinin sağlandığı bir düzenin inşa edilmesidir. Sadece emekçi halkların birleşik mücadelesi işgalcileri ülkelerinden püskürtebilir, cihatçıların şeriatçı saldırganlıklarını durdurabilir, ezilen diğer halkların kendi kaderlerini tanıyabilir, demokratik, laik bir anayasa ile toplumsal örgütlenmelerin önünü açabilir.

Türkiye, Filistin, Suriye, Lübnan, Irak, İran halklarının kurtuluşu ve elbette kaderi dün olduğundan daha fazla birbirine bağlıdır.

Yazar Hakkında