AYÇA ZENGİN
Kayıp kuşak kendi sesini bulmadan dünya yolunu bulabilir mi?
Günümüzde birçok insan kendini farklı kimliklerle ifade ediyor: ulusal, cinsel, ideolojik kimlikler veya doğduğu kent ya da mezun olduğu okulun kimliği gibi. Kuşak kavramı da zaman zaman bir kimlik olarak görülüyor. 68 kuşağı ve günümüzün Z kuşağı, bu anlamda öne çıkan iki örnek.
68 Kuşağı: Tarihsel Avantajlar ve Kolay Aşma
68 kuşağı, kimilerinin “Baby Boomers” “bebek patlaması” olarak tanımladığı, kendini bir kuşak hareketi olarak tanımlayan belki de ilk grup. İster sağda ister solda yer alsınlar, önceki kuşaklardan farklılaştıklarını düşünüyorum. İki büyük dünya savaşının ardından doğmuş olmalarının onları avantajlı kıldığı kanısındayım. Savaşlar ve kıtlık kuşağı olarak bilinen bir önceki kuşak yani Sessiz Kuşak’ın “Biz daha büyüğüz, daha iyi biliriz” kibrinin, oluşan korkunç yıkım ile kendini bir yenilgi duygusuna terk ettiğini düşünüyorum. Bu kuşağın yaşadığı muazzam travmaların etkisiyle sessizleşmesi sanırım onlara sessiz kuşak denilmesinin en önemli sebebi. Bu durum ve aşağıda sayacağım diğer sebeplerle 68 kuşağının bir önceki kuşağı aşmasının, tarihteki tüm genç jenerasyonlara göre çok daha kolay gerçekleştiğini düşünüyorum. Burada Türkiye soluna dair bir not düşmekte fayda görüyorum. Türkiye’de 68 ve 78’liler kendilerini ayırdıklarından, anlaşılmasında bir sıkıntı doğmaması sebebiyle ben yazımda 68 kuşağı dediğimde 1946 ile 1964 arasında doğmuş bir grubu anlatmaya çalışıyorum ve aslında bu iki tanımı genelliyorum.
Ekonomik İmkânlar ve Hızlı Bağımsızlaşma
Bir kuşağın bir önceki kuşağı aşması ve bağımsızlaşmasındaki en önemli etken olan ekonomik bağımsızlık üzerinde duracak olursak. Dünyanın yeniden inşa süreci, o dönem gençlere başka hiçbir kuşağa nasip olmayan ekonomik bağımsızlığa hızla erişme olanağı sundu. Türkiye’de de rekabetin günümüze göre az olduğu sınavlarda, ermeni soykırımı ve bitmeyen savaşların yarattığı nitelikli insan açığının hızla doldurulması için açılan devlet kadroları ve iş alanları vesilesiyle, gençler oldukça erken yaşlarda ailelerinden bağımsızlaştı. Devletin sağladığı inanılmaz olanaklarla çok genç yaşlarından itibaren sosyal güvenlik ve iş garantisi haklarına sahip olan bu kuşak, Türkiye’nin yeni kentli sınıfını oluşturdu, mülk edinmekte zorlanmadı, oldukça erken yaşlarda emekli olup rahat bir yaşam sürebildi. Elbette burada sınıfsal olarak bir kesimi ayırıyor, kentlileşmiş eğitimli bir kuşaktan bahsediyoruz. Ancak dönemde oluşan devrim ve değişim rüzgarlarını yaratan kesim de asli olarak bu kesim olduğundan ve siyasi olarak belirleyici olduklarından bunun üzerinde durmayı anlamlı buluyorum.
Bu yazının amacı, şu dönemde pek çok yerde hala devam eden 68 kuşağı fetişizmine bir itiraz olmasıdır , “Bir önceki kuşağı aşamayan hiçbir kuşak kendi rengini bulamaz” sözünü referans alırsak, 68 kuşağının Sessiz Kuşağı aşmasının, tarihteki tüm genç kuşaklara göre nispeten daha kolay olduğunu görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Zira bu fetişizmin, 90’lar, kayıp kuşak , x kuşağı ya da hamal kuşak olarak nitelendirilen benim de dahil olduğum grubun kendini var etmesine, rengini bulmasına ve sözünü kurmasına bir engel teşkil ettiğine inanıyorum. Çünkü gözlemlediğim kadarıyla, bu kuşak genel olarak dönemin yapısal avantajlarını, kendi başarıları olarak addetmekte, kendi özel meziyetlerine büyük anlamlar yüklemekteler. Ayrıca tarihin ve yaşamın sürekli ileriye doğru hareket etmesi gerektiğine dair yanlış kanılara sahipler. Tarihin, iniş çıkış yapım yıkım gibi diyalektik bir akışı olduğunu görmekte zorlanıyorlar. Artık 50 li yaşlarına dayanmış kayıp kuşağa hala yetişkinleşme hakkı vermiyor, çok daha tahsilli olan bu kuşağın siyasi fikirlerini tahlillerini küçümsüyor ve güncel siyasetten dahi kimi zaman zorbalıkla silmeye yelteniyorlar.
Yarım Kalan Devrim Hayalleri
68 kuşağının ezici bir kısmı, politik olarak bedel ödeyen, bu zamana kadar tutarlı bir devrimci hayat sürmüş saygıya değer pek çok devrimciyi vaktiyle terk etmiş olmalarıyla yüzleşmeden, şimdi bir dönemi onlarla geçirdikleri için övünebiliyorlar. İşin özü şu ki bu kuşağın büyük bir kısmı, hızla sisteme entegre olmuş ve değişim ve devrim sorumluluğunu kapitalist bir iştaha ve bencilliğe tercih etmiştir. Bu nedenle, bu kuşağın büyük kısmının; başladıkları işi yarıda bıraktığını söylemek zorundayız. Bedel ödeyen, tutarlı devrimcileri ayırarak konuşacak olursak, bir bütün olarak bu kuşağı hala fetişleştirilmeyi son derece sağlıksız buluyorum. İki dünya savaşının yarattığı insanlık trajedilerine bir son vermek, dünyanın uzaydan çekilen ilk renkli fotoğrafının yarattığı dünyamızın ne kadar kırılgan ve özel olduğu ve devrimin gerekliliği gibi bütün heyecan verici idealleri bu kuşağın büyük kısmı rafa kaldırmış ve dönemin özelliğinin yarattığı fırsatları bencilce sahiplenmeye başlamıştır. Küçük bir azınlık yalnız bir biçimde bu mücadeleye devam etmiştir. Şimdi ise bu grup yeniden politikleşmiş, emekliliğin verdiği zaman ve boşlukla yeni bir 68 ruhu fenomeni yaratmaya girişmişlerdir. Çalmamak gibi temel insanlık değerlerini en büyük devrimci özellikler olarak önümüze sunarak, onları takip etmememizi bekler olmuşlar. Oysa kendi dönemlerinde devrim idealinden neden vazgeçtikleriyle hesaplaşma sürecine dahi girmemişlerdir.
Kayıp Kuşağın Yükü ve Sıkışmışlığı
Bu anlamda, bu kuşağın değişimin ve devrimin büyük yükünü, kayıp kuşağın 90’lar kuşağının sırtına yüklemiş olduğunu düşünüyorum. Türkiye ve dünyada üretimi devam ettiren, ekonomiyi sürdüren 30-50 yaş arası grup hem erken emekli olmuş yaşlı bir nüfusa bakmakta hem de kendilerine 68 kuşağı tarafından hala bahşedilmeyen, onaylanma duygusunu, bağımsızlığı, söz, yetki haklarını Z kuşağı diye adlandırılan çocuklarına tanımaktadır. Kayıp kuşak, (kentli eğitimli kesimi) çocuklarına birey muamelesi yapan ve muazzam bir özgürlük alanı açan ilk kuşaktır. z kuşağı gibi jenerasyonun doğmasına alan tutmak belki de kayıp kuşağın yaptığı en somut şeydir. Yine de Z kuşağı tanımının ya da özgün vurgusunun ne kadar anlamlı olduğu bu yazının amacı dışında ama benim şahsi kanım o ki, kuşaklararası sağlıklı bilgi deneyim aktarımı ve köprü kuşak olan kayıp kuşağın toplumsal alanda sesini ve özgüvenini bulması gecikmeye devam ederse, z kuşağı fenomeni de yaşamın acı gerçekleri karşısında çok zavallı durumlara düşme dinamiği taşıyor.
Şu an apolitik, “hamal”, “görünmez X” gibi isimlerle anılan kuşağın apolitikleşmesinde de, devrim idealini yarıda bırakmış neslin “aman sakın politikaya bulaşmayın”, “ başınıza neler gelir” gibi bir korkuyla sebep olduğu gerçeğini de unutmamak gerekiyor.
Üretimin içinde olmayan grupların emeklilerin ve gençlerin sosyal medyada en çok konuşan tek gruplar olması, üretimin içinde olan kayıp kuşağın ise çalışmak ve hayatı sürdürmek dışında bir şey düşünememesi ve politikleşememesi gerçeğini görmezden gelemeyiz. Hem gençler hem de yaşlılar tarafından ciddiye alınmamaları ise düpedüz bir trajedidir.
Türkiye’deki “İslam din hikayesi mi?” onun panzehiri olarak “Milliyetçilik Batılılık hikayesi mi?” kutuplaşmasında, çok farklı ve çeşitli düşüncelere sahip olsak da düşüncelerimizi seslendirecek kanalı bulamıyoruz. Bir üst kuşakla girdiğimiz politik tartışmalarda sabit fikirlilik, inatçılık ve üsten bakma ile karşılaşıyoruz. Bu da kendimizden emin olamamıza sebep oluyor. Savaşçı gücü yüksek bir kuşak olmadığımız kesin. Anlayış kaslarımız savaşçı kaslarımızdan daha gelişkin. Sadece yeni kuşağın doğru yetiştirilmesi üzerine okuduğumuz, deneyimlediğimiz ve insanlığa ışık olabilecek bakış açılarını kitlesel olarak seslendiremiyoruz. Bir savaşçı gibi bu değerleri savunup toplumsal hayata geçiremiyoruz. Yeni bir özgür toplum tahayyülünü birleştirip ortaya koyamıyoruz. Bunun en büyük sebeplerinden biri kuşak olarak örgütlü de olmayışımız. Genelde bir üst kuşağın kendi ifade ettiği alanlardan kaçmak ve kendi özel alanlarımızı oluşturma çabası içindeyiz.
Çünkü bizim yeni kuşağın eğitiminde sahip olduğumuz demokratik ve izin verici tutuma çok tezat bir tutumu bir üst kuşaktan görebiliyoruz. Bu tür bir sıkışmışlık durumu, kayıp kuşağı hem anne babalarını yanında hem de çocuklarının yanında sigara içmekten çekinen tek kuşak diye bir mizaha konu edebiliyor.
Apolitik kuşak diye üstü çizilen bu kuşağın içinde de çok fazla devrimci bedel ödemiş olsa da, bütün olarak apolitik kuşak görünmezliği içinde bu devrimciler de toplumsal hafızadan siliniyor. Sosyalist solda dahi, çoğunluğu 68 kuşağı erkekler tarafından kurulmuş örgütlerde kadın, çocuk hakları, hayvan hakları, ekoloji, LGBT, göçmenlik, nöro-çeşitlilik, kapsayıcılık, gibi konularda hala oldukça çağ dışı bakış açıları hakim olabiliyor.
Özetle, kayıp kuşak, toplumsal ve tarihsel süreçlerde kendine yer bulamayan bir grup olarak, hem geçmişin mirasını hem de geleceğin sorumluluğunu taşıyan bir kimlik arayışında. Bu kuşak, özellikle 68 kuşağı ile Z kuşağı arasında, kendi sesini bulma çabasında. Bugün, kayıp kuşak, birçok kişi tarafından apolitik ve özgüvensiz olarak değerlendiriliyor. Ancak bu durum, sadece yaşanan toplumsal ve ekonomik değişimlerle değil, aynı zamanda bu kuşağın kendisini ifade edecek uygun araçlardan yoksun oluşu ve politik olarak 68 kuşağının gölgesinden çıkamamasıyla da ilgili.
Kayıp kuşak, kapitalizmin dinamikleri ve hızla değişen ekonomik yapı içinde yer bulmakta zorlanıyor. Boomers kuşağı tarafından belirlenen ekonomik ve sosyal normlar, bu kuşak için ulaşılmaz bir ideal haline gelmiş durumda ve bu da sürekli yetersizlik duygularını körüklüyor. Bu grup düşük ücretlerle çalışma, kısa vadeli sözleşmelerle çalışma ve yetersiz sosyal güvence, devletin sağladığı hizmetlere güvensizlik, çocuklarının nitelikli eğitim ve sağlık olanaklarını hazırlama stresi gibi nedenlerle geleceğe dair umutlarını kaybetmiş durumda. Bu sebeple hem politik dünyanın esiri hem de ona müdahale edemeyecek kadar meşgul yorgun ve özgüvensiz vaziyette.
Bir Çağrı: Kendi Rengini Bulmak
Kuşaklararası aktarım ve yüzleşme olmadan devrim beklemek saflık olur. Bu yazı, kayıp kuşağın kendini ifade etmesi, rengini bulması ve bir önceki kuşağı aşarak sesini yükseltmesi için bir çağrıdır. Umarım amacı yerine ulaşır.