FETİH SURESİ, SURİYE ZAFERİ, YENİ OSMANLILAR VE MUKADDERATINDAN KAÇIP KURTULAMAYAN TÜRKİYE!

FETİH SURESİ, SURİYE ZAFERİ, YENİ OSMANLILAR VE MUKADDERATINDAN KAÇIP KURTULAMAYAN TÜRKİYE!

HAKKI YÜKSELEN                                                   

RTE meclisteki grup konuşmasına Fetih suresini okuyarak başladı:

“Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iter. Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder…”

Zamanında Mekke’nin fethiyle ilgili olduğu söylenen surenin bugün siyaset kürsüsünden okunma nedeni her ne kadar  “Suriyeli kardeşlerinin” malum başarısı olsa da, dost-düşman herkes Cumhurbaşkanı’nın “apaçık fetih ihsan edilen” kişinin bugün kendisi olduğuna inandığından emin! Trump’ın, şahsına yönelik övgülerle dolu ifadeleri başımıza çorap örüleceğine dair bazı kuşkulara yol açmış olsa bile,  RTE’nin de (Bazı endişelerine rağmen) Suriye’de alınan sonucu herkesten önce kendi başarısı olarak gördüğü biliniyor.

Kabul etmek gerekir ki RTE’nin “Şam’ın fethi” ile sonuçlanan süreçte büyük payı var. Hatta eski ÖSO’nun ilk komutanı Albay Riyad el Esad (Daha sonra İdlip’teki HTŞ Kurtuluş Hükümeti üyesi)) bir tarihte, “Suriye devrimi”nin tek gerçek dostunun Türkiye olduğunu beyan etmişti. Tabii Suriye’de yapılacak bir “devrim” konusundaki bu sebatkâr tutumun ideolojik, politik, tarihsel bir arka planı da var. “Başkan”, bunu idrak edemeyip  “Suriye’de ne işimiz var?” diye mızmızlananları “Türkiye Türkiye’den daha büyüktür, ufkumuzu 782 bin km2 ile sınırlandıramayız. İnsan nasıl kaderinden kaçıp kurtulamazsa, Türkiye de, Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz. Türkiye’nin Libya’da, Suriye’de, Somali’de ne işi var diye soranlar bu vizyonu, misyonu idrak edemeyebilir. Süreçleri okuyoruz, çağrılara kulak tıkamıyoruz… Milletiyle duygudaşlığını kaybedenlere ne söylesek boş…” diye azarlıyor.

Suriye’de olup bitenler konusunda Dışişleri Bakanı daha dikkatli ve diplomatik bir dil kullansa da RTE,  bütün açık sözlülüğü ve kurduğu rejimi sonsuza kadar iktidarda tutacağına inandığı  “fetih” bilinciyle coşup gürlüyor! Kastettiği şey sınır ötesi kalıcı kazanımlar. Eh ne de olsa zihninde sadece “ufuk” olarak değil “toprak” olarak da “Türkiye’den büyük bir Türkiye”, ülke ve millet olarak “kaçıp saklanamayacağımız bir mukadderat” var! Yani “tarih” bizi çağırıyor ve âlemlere nizam verme görevimizi hatırlatıyor!  Bütün bunları görememek milletiyle duygudaşlığını kaybetmekten başka bir anlama gelmiyor…!

Rejimi ne olursa olsun bir devletin çevresiyle ilgilenip strateji ve politikalar geliştirmesi elbette normal.  Sorun bu değil. Asıl sorun, çoğu zaman o ülkenin egemen sınıflarının maddi çıkarlarından başka bir anlam taşımayan “milli çıkarlar” adına sınır ötesi işlere girişip bölgenin bütün belalarının bünyeye taşınması; hem komşu halkların, hem de kendi halkının kanı canı üzerinden sonu belirsiz maceralara girilmesidir.

 Kullanılan dil, kurulan cümleler geçmişte Alman milliyetçiliğinin ve tabii nazizmin “Yaşam Alanı” (Lebensraum) söylemini hatırlatıyor. Türkiye ve Türklerin (ve elbette zorunlu olarak Kürtlerin) “Yeni Osmanlıcılık” hikâyesiyle, geçmişte olduğu zannedilen bir şeye uygun misyonlar yüklenmeye zorlanması vahim bir durum.  Bu, yakın geçmişte, özellikle de Suriye politikaları bağlamında başarısızlığı defalarca kanıtlanmış, ancak, uluslararası ve bölgesel planda beklenmeyen gelişmeler ve güç kaymaları sonucu  “zafere ulaşmış” bir çizgi. Üstelik kendi başına, ağır maddi ve manevi yıkımlara yol açmadan yürütülme şansı yok. Başarısı büyük ölçüde emperyalist güçlerin,  özellikle de ABD’nin politikalarına, (elbette birtakım pazarlıklar ve yetki devirleri karşılığında) uyum sağlamakla, onlara yedeklenmekle mümkün. Zaten bütün “bağımsızlık” iddialarına ve sakil “antiemperyalizm” gösterilerine rağmen, en başından beri Amerikan emperyalizmiyle uyum sağlama çabalarının nedeni de bu. Eh tabii, bölgede “bizden habersiz yaprak kıpırdayamayacak” olsa da “Osmanlıcılığın” da bir sınırı var. Dünya ahvalinden kaynaklı bazı denge ve boşlukların imkân verdiği ölçüde kendi büyük sermayenize sistem içinde daha iyi ve üst bir konum sağlamak ve de pazar alanları açmak için birtakım işlere girişebilirsiniz. Ancak daha ötesi, kanıtlanmış marifetleriniz ve imkânlarınızla ikna edebildiğiniz büyük bir emperyalist gücün taşeronu (“alt emperyalist”) haline gelmenize bağlı!

“Dış piyasalarda”  pek bir sürümü olmayan “Yeni Osmanlıcılığın”  asıl faydasının içeriye dönük olduğu açık. Bu safsata, rejimin ayakta kalabilmek için ihtiyaç duyduğu dinci- milliyetçi saldırganlığı kışkırtmanın bir aracı olarak “iç piyasaya” sürülüyor.  Bugüne ve geleceğe ilişkin hayırlı bir sözü kalmayan her rejim büyük ölçüde gerçek olmayan, hayali bir geçmişe sarılır. Bu aynı zamanda her türlü gericiliğin, hem de en koyu ve saldırgan biçimleriyle bir kâbus gibi toplumun üzerine çökmesi demektir.

Bir otokrat olarak bütün dezavantajlarına ve yanılgılarına rağmen RTE talihli bir insan. Sadece ülke içindeki muhalefetin durumundan dolayı değil; aynı zamanda dışarıdaki koşullar nedeniyle de. Rusya’nın uzayan Ukrayna savaşı yüzünden yaşadığı odak kayması; İran’ın ve müttefiklerinin İsrail karşısında kendi başlarının derdine düşmeleri Saray rejimine ciddi fırsatlar sağladı. Böylece Astana gibi ayak bağlarından kurtulan rejim, içeride, derecesini henüz bilemediğimiz bir tahkimat imkânı kazanırken, Suriye’de Selefilere arka çıkıp önlerini açan ve ardından da nizam vermek üzere  “Yeni Suriye”ye üşüşen güçlerden biri olmayı başardı.  RTE de, on üç yıllık kesintisiz çabalarıyla ABD, İngiltere ve İsrail’le birlikte “13 yıl+11 gün” zaferinin “(şimdilik de olsa)  en büyük kazananlarından biri” oldu. Böylece Türkiye de  “mukadderatından kaçıp kurtulamayacak”  hale geldi!

Yazar Hakkında