B. YALÇIN
İşçi sınıfı çok zor bir yılı geride bıraktı fakat daha kötü bir yıl bizi bekliyor. Sınıfımız durumu iliklerine kadar tüm zorluklarıyla yaşıyor. Bu karabasan da sınıfımız mücadeleyi mi seçecek, “şükürcülüğe” devam mı edecek sorusunun cevabı tüm toplumun da kaderini belirleyecek. AKP ve onunla birlikte hareket eden tarikatlar ve hatta bazı sendikalar işçi sınıfının bir kesimini “şükürcülüğe” alıştırdılar.
Bu duruma işçi sınıfımız nasıl geldi? Ne oldu da hakkını arayan, sorgulayan, iş bırakan işçi kesimlerinin yerine bir anda biatçı topluluklar çoğaldı? 12 Eylül’ün yapamadığını AKP’nin Saray rejimi nasıl başardı?
Özellikle 2002’den sonra üretim ve sanayide cemaatçi tarikatçı işverenler tek tek ortaya çıktı ve bunlar siyasi iktidarın da el vermesiyle birlikte işçi sınıfını köleleştirdiler. Hatta İslamcılar işçi sendikaları dahi kurdular. Burada amaç işçinin yanında gibi görünüp patronlara karşı mücadele kavramını işçinin zihninden çıkartmaktı. Verilen üç kuruşu kendilerine verilen lütuf gibi anlayan “şükürcü” toplum ortaya çıktı. Şükür Yaradan’a yapılır fakat işçiler işverene, cemaatine ve siyasi olarak desteklediği kişilere şükür etmeye başladı. Yaradan’ı unutup kişilere şükür etmeye başlayınca malum tablo her geçen gün daha da kötüleşmeye başladı.
Asgari ücret 22.104 TL oldu. Emekli maaşı en düşüğü 15 bini bile görmedi fakat bu yaratılan yeni emekçi toplumu hala şükür edebiyatı içinde ve kendine verilen üç kuruşu siyasi iktidarın bedava verdiğini zannediyor. Harcanan bir ömür, giden sağlık umurunda değil.
Tarikat ve cemaatler rollerini çok iyi yapıyor ve sermayeye bu yağma düzenini sorgulamayan bir köle pazarı oluşturuyor. İşçi sınıfının sosyal ekonomik olarak daha rahat yaşaması, yaşanılabilir bir ücrete ulaşmak için önce bu yapıların iş gücünden kopartılıp atılması ve sınıfın birbiriyle tek yumruk gibi kenetlenmesi gerek. Aksi takdirde daha çok şükür eder, yatağa aç gireriz.
Unutmayalım ki: Edindikleri servet bizden çaldıklarıdır.
Üreten biz isek yöneten de biz olmalıyız.