Devrimler için edilmiş bir sözü bugün yaşananlara uyarlayacak olursak şöyle söyleyebiliriz: Büyük toplumsal hareketler artık bir daha hiç gelmeyecekleri zannedilen bir zamanda çıkıp gelirler! Yine öyle oldu. Aynı Gezi’deki gibi! Umutsuzluk ve bezginliğin her yeri sardığı bir dönemde yüz binler, öfke ve cesaretle sokaklara, meydanlara taştı. Gezi’de mesele nasıl “birkaç ağaç” değildiyse, burada da mesele tek başına İmamoğlu değil!
Çoklu kriz çoklu patlamayı getirdi. Bu boyuttaki bir tepkiyi ne iktidar ne de muhalefet bekliyordu. Çoktandır “dönülmez yollara” girmiş olan iktidar, ortaya çıkabilecek tepkinin boyutlarını kestirebilseydi daha temkinli olabilir, zamana yayılmış daha incelikli taktiklere başvurabilirdi. Ancak İmamoğlu’nun hızlı çıkışıyla yarattığı tehlike ve çürümüş rejimin bütün fiziksel gücüne rağmen istikbalinden bir türlü emin olamaması acele etmesini gerektirdi. RTE, alışık olduğu, bugüne kadar başarısı defalarca kanıtlanmış yöntemini kullanarak arabayı bir kez daha CHP’nin üzerine sürdü. Ancak CHP bu defa kaçmadı. Çünkü artık kaçacak yer kalmamıştı. İmamoğlu olayı, Türkiye’nin gidişatına, rejimin kendi iç dönüşümüne ve sıranın CHP’ye de geldiğine dair çok güçlü bir işaretti. RTE’yi serbest bir seçimde yenebilecek bir adayın üniversite diplomasının tamamen yasadışı yöntemlerle iptal edilmesi, ardından tutuklanıp görevden alınması, CHP’li belediyelerin kayyımlara teslim edilmesi, daha da ötesi CHP yönetimine kayyım atanması ihtimali rejimin “kendisinden daha beter bir şeye dönüşme” sürecinde “heybede” daha da büyük “turpların” olduğunu gösteriyordu! Belli ki artık rejim, son “demokratik” görüntülerini de silerek, bugüne kadar neredeyse “tek meşruiyet kaynağı kabul ettiği (görece) “ serbest seçimleri” ortadan kaldırmaya ve kendine uygun başka birtakım meşruiyet kaynakları icat etmeye karar vermişti. Bir cumhurbaşkanlığı baş danışmanı da, RTE’nin bir “milli değer” olarak adaylık yolunun istisnai olarak açık olduğunu belirterek “ömür boyu başkanlık” hedefini açık etmişti! İmamoğlu olayı bu yolda sadece bir başlangıçtı! Türkiye belli ki yeni bir döneme giriyordu.
Sömürü, Baskı, Yoksullaşma, İşsizlik ve Geleceksizlik…
Çoklu krizin yol açtığı dinamikler, dehşet verici boyutlara ulaşan emek sömürüsü, iyice ağırlaşan sosyal ve siyasal baskılar, gericileşme, haksızlık ve adaletsizlikler, felâket derecesinde yoksullaşma, işsizlik ve derin bir geleceksizlik duygusu, başta üniversite öğrencileri olmak üzere toplumun farklı kesimlerinin büyük kitleler halinde harekete geçmesine neden oldu. Rejimin bu saldırısı bir “darbe” olarak algılandı. Bugüne kadar topluma sürekli “Evinde oturarak ‘sandığı’ beklemesini” tavsiye eden, seçim ve referandum hilelerine karşı hiçbir eylemli tepki göstermeyen CHP, gidişatın artık doğrudan kendi varlığını ve geleceğini de tehdit eder hale gelmesi üzerine eylem çağrısı yaptı. Bu çağrı, toplumda beklenmedik bir karşılık buldu. Özgür Özel kürsüden, günlerdir Saraçhane Meydanı’nda toplanan yüz binlerce insana bunun bir “miting” değil, “faşizme karşı bir eylem” olduğunu söyledi. CHP’nin önseçimine üyelerinin dışındaki kitleleri de dahil etmesi ve bunun milyonlarca insanı harekete geçirmesi, ana muhalefetin zorunlu olarak ulaştığı bu eylem anlayışının sonucudur.
Şimdi her yönüyle farklı bir durumla karşı karşıyayız. “Olur mu, olmaz mı?” denilen şey gerçekleşmiş ve kitleler beklenenin çok ötesinde bir enerji ve cesaretle sokaklara çıkarak mücadeleye girmiştir. Korku ve umutsuzluğun bulaşıcılığı gibi cesaret ve umut da bulaşıcıdır. Bu gerçek, rejim güçlerinin bütün tehdit ve şiddetine rağmen sokaklarda bir kez daha kanıtlanmaktadır. Yıllardır bütün hak arama ve protesto eylemlerini büyümesine fırsat vermeden bastırmaya alışmış olan rejim, sokaklara dökülen dev kalabalıklar karşısında şaşkındır. Sorun bu enerjinin, umut ve coşkunun ziyan edilmeden bir üst aşamaya taşınması, bu yolla sürekli kılınmasıdır. Ancak 12 yıl önceki “Gezi”yi bir türlü unutamayan iktidarın, kendini çok daha rahatsız hissettiği bir dönemde bu yaşananları unutması mümkün değildir! Rejim bunun hesabını sormak için bir takım kaba veya ince taktiklere başvuracak, meydanı boş bulduğu ve inisiyatifi ele geçirebildiği ölçüde olayların tekrarını engellemek ve umudu yeniden umutsuzluğa dönüştürmek amacıyla elinden geleni ardına koymayacaktır. Bu nedenle, sosyal ve siyasal anlamda iddia sahiplerinin hamasi bir dilin ve genel sloganların ötesinde bu durumun olabildiğince somut ve incelikli bir analizini yapmaları ve yollarını, yöntemlerini buna göre şekillendirmeleri gerekmektedir. Önemli olan, gelişmelerin bundan sonra nasıl bir seyir izleyeceği ve mücadelenin hangi eylem ve örgütlenme-öz örgütlenme biçimleriyle sürdürüleceğidir. Her eylem biçimi ancak yaratacağı bilinç, talepler ve örgütlenmelerle ilerler ve bir üst düzeye yükselebilir. Söz konusu kitle seferberliklerinin izleyeceği yollar, yaratacağı örgütlenmeler ve varacağı sonuçlar ülkenin bundan sonraki gidişatını da birinci dereceden etkileyecektir.
Kendiliğinden Kitle Hareketleri ve…
Kitle seferberliklerinin kaderi de aynı devrimler gibi, “siyasi arenada”, siyasi önderlikler eliyle tayin edilir. Sonucu belirleyecek olan bu önderliklerin nitelikleridir. Söz konusu olan, şimdilik dinamizmini bir anda devasa boyutlara ulaşan öğrenci eylemlerinden alan, bütün renkleri, çeşitliliği ve çelişkileriyle kendiliğinden bir kitle hareketidir. Asla küçümsenmemesi, tepeden bakılmaması, hazır kalıplara tıkıştırılmaması gereken bu türden hareketlerin tarih boyunca devrimlerin de hammaddesi olduğu unutulmamalıdır. Bu elbette siyasi önderliklerin rolünü küçülten bir durum değildir. Aksine, kendiliğindenliğin boyutları ne kadar büyükse siyasi önderliklerin gerekliliği de o oranda artar. Ancak hiçbir önderlik boşlukta var olamaz. “Kitlesiz önderlikler” sonunda kendi meseleleri içinde boğulmaya mahkûmdurlar! “Rus Devriminin Tarihi”nde “Devrimin en tartışma götürmez özelliği kitlelerin (abç) tarihsel olaylara doğrudan müdahaleleridir… Eski düzen artık onlar için katlanılamaz hale geldiğinde kitleler kendilerini siyaset arenasından ayıran duvarları birer birer yıkarlar, geleneksel temsilcilerini yerlerinden ederler ve bu müdahaleleriyle yeni bir düzenin başlangıç ortamını yaratırlar” der Troçki. Tabii, tarihteki “devrimci durumlara” ait örneklerin halihazırda biraz fazla kaçacağı da söylenebilir! Ancak halihazırdaki somut gerçeklikten kopmadan ve tüm eksikliklerin de bilincinde olarak büyük düşünmekte fayda var. Yoksa bu devasa hareketin, en azından gençlik kesiminde, bugün yaygın boykotlarla başlayan ve bir süre sonra sınıfsal hareketleri de etkileyebilecek kalıcı bir mücadele dinamiği bırakmadan geri çekilmesi halinde rejimin topluma, bugüne kadarkine rahmet okutabilecek türden bir gericiliği dayatacağının, intikam eylemlerine girişebileceğinin farkındayız. Ancak son günlerde yaşananlar, bütün kötü ihtimallerin tersine çevrilebileceğini ve bu rejimin tarihin çöplüğüne gönderilebileceğini göstermiştir. Aynı zamanda işçi sınıfının bağımsız ve örgütlü bir güç olarak devreye girmemiş olmasının yarattığı eksikliği, boşluğu da görünür hale getirerek…
Son günlerde yaşananların açığa çıkardığı öfke, cesaret ve enerjinin bir genel grevle birleşmesinin sonuçlanmasını düşünebiliyor musunuz?!
Evet, Türkiye yeni bir döneme girmektedir.