H.YUKSELEN
Tehditler yine havada uçuşmaya başladı. Bu defa hedef alışılmışın aksine (en azından şimdilik) “Türk tarafı!” Hikâye yine aynı: Türkiye ekonomisi tam kendini toparlamak üzereyken dış güçler, daha önce de yaptıkları gibi harekete geçerek ortalığı karıştırdılar! Emperyalistler, artık bir “dünya devleti” olan (yeni) Türkiye’nin yükselişini önlemek ve buna önderlik eden bir “dünya lideri” olarak RTE’yi devirmek için, aynı Gezi’de olduğu gibi içerideki işbirlikçi-ajanlarını kullanarak yine harekete geçtiler. CHP’nin kitleleri sokağa çağırmasının asıl nedeni budur, eylemler vatana ihanettir ve bu yapılanlar 15 Temmuz’da olduğu gibi bir darbe girişimidir…!
Muhalefet tarafından bir darbe olarak tanımlanan İmamoğlu operasyonunun ardından yaşanan ve milyonlarca insanın CHP’nin ve gençlerin çağrısıyla sokaklara çıkarak birikmiş tepkilerini göstermesinin, tüketim boykotu vb. eylemlere girişmesinin rejimin zihnindeki ve dilindeki yeri bu. Böyle olunca da, muhalefetin “şansını” biraz daha zorlaması halinde nelerin olabileceğine, sokaktakilerin karşısına kimlerin dikilebileceğine dair manalı uyarılar, hem de en “demokratik” biçimleriyle devreye giriyor; tabii kıdemli uzmanlarının ve ustalarının ağzından ve de 15 Temmuzcuların başlarına nelerin geldiği hatırlatılarak!
İşin en garip yanı “demokrasiye” ilişkin son görüntülerin de silinmesine yönelik bu operasyonun ilk eldeki siyasi hedefi durumundaki CHP’nin, rejimin yetkili ağızları ve ortakları tarafından “demokrasinin” varlığına kast etmekle suçlaması! Yani tam bir “yansıtma” söz konusu: Her zaman olduğu gibi bu defa da rejim kendi niyetini, rakibinin niyetiymiş gibi gösterme yoluna gidiyor! Önerisi şu: Evinizde oturun ve sandığı bekleyin; kurulduğunda gidip oyunuzu atarsınız. Soracağınız bir hesap varsa sandıkta sorarsınız. Daha ötesi zaten “darbeciliğe” girer.
Aslında çok yakın bir zamana kadar, en bariz sandık-seçim hilelerine rağmen CHP’nin de seçmeninden istediği buydu! Ancak rejimin “kendinden daha beter bir şeye dönüşme” sürecinde işlerin hem iktidar, hem de muhalefet açısından artık eskisi gibi (bile) yürümeyeceği anlaşıldı. Sadece belediyelerine değil, parti yönetimine de kayyım atanabileceğini; hatta İmamoğlu örneğinin akla getirdiği gibi, çıkartabileceği adaylara dahi “akreditasyon” şartı getirilebileceğini, yani “bildiğimiz seçimlerin” ve “demokrasinin” sonuna gelindiğini ve artık bir varlık-yokluk sorunuyla karşı karşıya olduğunu anlayan CHP sokağa çıkmak, kitleleri sokağa çağırmak zorunda kaldı. Bu çağrı beklenmedik biçimde karşılık buldu.
Böylece bugüne kadar hem iktidar hem de düzenperest muhalefet tarafından (Allah korusun) dışarıda başına bir şey gelir korkusuyla evde oturması, beş yılda bir sandığa kadar girip sonra hemen eve dönmesi istenen, “demokrasi “sonunda sokağa çıktı! Rejim şimdi onu yeniden eve sokup bu defa üzerine bir de kilit vurmak istiyor. Çok uzun bir aradan sonra patlak veren gençlik hareketini şiddet ve işkence yoluyla bastırmaya, umudu umutsuzluğa çevirmeye çalışmasının nedeni budur. Ancak şiddetin iktidarlar açısından verdiği sonuç zamana ve zemine bağlıdır. Kimi zaman işe yarar, yılgınlığa yol açıp “sükuneti” sağlar; kimi zaman da başkaldıranların cesaretini ve kararlılığını pekiştirir, “öz savunma” fikrini doğurur.
Sokaktaki demokrasi tehlikelidir; “sandıkta” durduğu gibi durmaz, başını alıp olmadık yerlere gidebilir. Kendi kitlesel gücünün, olanaklarının farkına varıp başlangıçta akla gelmeyen, “artık olmaz” denilen hedeflere yönelebilir. Henüz harekete geçmemiş bazı temel toplumsal güçleri, daha açık bir ifadeyle işçi sınıfını harekete geçirebilir. O zaman gidişat bambaşka bir hal alır ve Troçki’nin deyişiyle “Eski düzene artık katlanamayan kitleler, kendilerini siyaset arenasından ayıran duvarları birer birer yıkıp geleneksel temsilcilerini yerlerinden ederek yeni bir düzenin başlangıç ortamını yaratırlar!”
Sokaktaki haliyle demokrasi böyle bir şeydir!