Nereye?

Nereye?

B.Mevsim

  • Aşağıdaki yazı, AKP’nin İBB üzerinde yaptığı operasyondan ve devamında açığa çıkan kitlesel tepkilerden birkaç gün önce yazılmıştır. Kırmızı Gazete basılı materyalinde yer almak için hazırlanmış yazıyı, sonrasında gelişen süreçleri kavramasındaki öngörüsü nedeniyle de yayımlıyoruz.

Devrim uzun zamandır bir ihtimal değil artık.

Sovyetler, devrim ihtimalini hatırlatan bir anıt olarak bile yok. Göz görmeyince gönül katlanıyor. Koca bir işsiz ordusu sırada, güvencesizlik yeni siyah.

Haklar törpülenip insanlık dışı koşullarda çalışmak normalleştiriliyor. İstihdam verileri neredeyse pandemi zamanına döndü. DİSK-AR’ın şubat raporu rakamlarına göre geniş tanımlı işsizlik oranı %28,2 işsiz sayısı ise 11,5 milyona yaklaştı. Geniş tanımlı kadın işsizliği ise %37,5.

Mevcut en iyi ihtimal; asgari ücretle çalışmak. Karın tokluğuna çalışılıp barınmayı bile karşılamayan ücretler, hayatlarımızı salt nefes alıp vermeye indirgemiş durumda. Yine Türk-İş’in şubat ayında açıklanan araştırmasına göre açlık sınırı 23.324 lira. Asgari ücret şimdiden bunun altında, enflasyon da giderek alım gücünü düşürüyor. Yoksulluk sınırı 75.973 lira. Maaşı 50 bin lira olsa bile “çok şükür” diyecek durumda çalışanların çoğu oysa.

Disk-Ar’ın 5 Mart 2025 tarihli ücret kayıplarını izleme raporu, 2025’in yalnızca ilk iki ayında emekçilerin kaybının 101 milyar lirayı aştığını söylüyor. Asgari ücretteki kayıp ise 1.640 lira. Bu değer uzay boşluğunda kaybolmuyor, burjuvazinin servetine ekleniyor ve makas açılmaya devam ediyor. Enflasyon, emekçinin kanının son damlasına kadar sömürülmesinin adı. Ücretler bu erimeye ancak aylık maaş güncellemeleri ile karşı koyabilir.

Fakat işçi sınıfı atomize halde ve taleplerini duyuracak örgütlü bir ses yok. Siyasette de bu sesin karşılığı bulunamıyor. Bu dertlere arkalarını dönüp, bütün sorunları düzen içinde halledelim tutumuyla “eski Türkiye’ye” bilindik yöntemlerle dönme eğilimindeler. Ne şiş yansın ne kebap. Bunu diyenlerin pek kimseyi heyecanlandırmadıkları, söze tercüman olmadıkları da aşikâr.
Filler tepişiyor, çimenler bildiğiniz gibi.

Fakat yoksulluk derimizin altına işliyor, eli boğazımızdan çekilmiyor, uzun süredir nefes aldırmıyor. Şartlar böyleyken iktidarı sürdürmek daha cesur hamlelerle mümkün. Rejim gemi azıya çoktan aldı. Altındaki at da çalıntı, Üsküdar da türlü başka yollar da çoktan aşılmış. Yerim dar diyor, iktidarını muhafaza etmek için fazlasını istiyor, ateş etmeye hazır. Şimdi herkes için işler daha zor. Cehennem ateşine odun taşıyanların yüzü de yanmaya başladı. Susanların, TÜSİAD’ın, anayasaya aykırı ama olsun diyenlerin, Ali İsmail’in kanını elinde taşıyanların. Ekmeğini bu kana bananların. Memnun “orta sınıfın” dişinde bir şey kalmış gülümsemeleri yavaş yavaş bozuluyor.

Hareketin muhalefet tarafından bile pek iyi karşılanmadığı bu sakatlanmış demokrasiye güven de boşa çıktı. Aman ağzımızın tadı bozulmasın diyerek sandığa tahvil edilen hesaplaşmalardan sonuç alınamadı. Seçimlerine inandığımız(!) burjuvazi, hangi peygamberin ümmeti olacağını seçmeye zorlanıyor. Razı olduğundan, onayladığından daha fazlasıyla karşı karşıya. Bir sabah kalkıp malvarlıklarına el koyulabiliyor artık. Gözlerinde kalan, liberal hasretler… Serbest piyasa mon-amour!  Burjuvaziye özelleşmiş bazı özgürlükler de elden gittiğine göre bu iş başka bir şeye dönüşüyor.

Açık ki, buradan çıkış mevcut düzenle mümkün değil. İnsanlığın önünde yaşamak için sosyalizmden başka bilinen bir yol yok. İnsanca yaşama “lüksünü” kaybedeli de epey oldu. Şimdi sadece sıramızı bekliyoruz.

Başıboş felaketlere hazırlıksız “yakalanıyoruz”.  Yaşadığımız evlerin altında mı kalacağız bu bir belirsizlik ve belirlilik. Özelleştirmelerin ölüm kalım meselesine dönmesi gibi bir belirlilik. Şimdi yolda yürürken elektrik akımına kapılıp ölmek daha kârlı, bebeklerin kuvözlerde aç bırakılması, öldürülmesi daha kârlı. Çünkü rekabet insanın doğasında var(!)

Bu kârın neresinde olduğumuzu ezilen kemiğimizden çıkan ses sürekli hatırlatıyor. Çarksa bu, bir düzense öğütüyor bizi.

Ama gün sırayı bozanların, başını kaldıranların günü olur. Bize kalan bu. Tek damar atıyor bu kadar karanlıkta bu tek ışık. TARİŞ’ten haziranlara, Gezi’den bu zamana direnişlere direnenlere bin selam ve umutla. Varolsunlar!

Yazar Hakkında