Trump’ın gümrük vergileri: Emperyalist dünya düzeninde ciddi kriz

Trump’ın gümrük vergileri: Emperyalist dünya düzeninde ciddi kriz

Eduardo Almaida

Trump’ın 2 Nisan’da uygulamaya koyduğu ithalat tarifelerindeki oldukça sert artış, dünya ekonomisi üzerinde büyük bir etki yarattı ve emperyalist düzende devasa bir istikrarsızlığa ve krize neden oldu.

Bu yalnız alelade bir önlem değildi: Çin’e uygulanan gümrük vergilerinde daha önce uygulanan %20’ye ek olarak %34’lük ağır bir artış yapıldı ve oran %54’e ulaştı. Trump, Çin’in gümrük vergilerini %34 oranında arttırmasına misilleme olarak gümrük vergilerini %50 daha arttırma tehdidini gerçekleştirirse bu oran %104’e çıkacak.

Bu artış Avrupa Birliği için %20, Japonya için %24 olurken, tarifelerdeki ortalama artış %26’ya ulaştı.

Bu, geçen yüzyılda 1929 buhranını derinleştiren Smoot-Hawley Yasasından bu yana görülen en büyük artış.

Trump’ın önlemlere ilişkin sert açıklaması “Ülkemiz onlarca yıldır yakın ve uzak, dost ve düşman ülkeler tarafından yağmalanmış, tecavüze uğramış ve talan edilmiştir” şeklindeydi. Bu açıklama yalan haber dalında bir tür Oscar’ı hak ediyor çünkü gerçek bunun tam tersi: ABD emperyalizmi yüzyılı aşkın bir süredir dünyayı acımasızca sömürüyor.

Gerçekte olan şey, ABD hegemonyasının gerilemesine karşı bir tepkidir. Ticaret açığını tersine çevirerek ve sanayisini yeniden canlandırarak hegemonyayı yeniden kurma girişimidir. Ancak sonuç tam tersi olabilir, mevcut düşüşü derinleştirebilir.

Bu önlemlerin ilk sonucu küresel istikrarsızlık oldu: New York Borsası’nda üç gün içinde yaklaşık %17,2’lik bir düşüş yaşandı. Hong Kong endeksi %13,2 oranında düşerken, Avrupa endeksi %5 ila 6 arasında değer kaybetti. Bloomberg’e göre kayıplar 10 trilyon dolar, yani Avrupa Birliği’nin GSYH’sinin yarısından fazla. Bu, 1987’den bu yana borsalarda yaşanan en büyük düşüş olup, 2007-09 ve 2020 resesyonlarının ilk anlarını geride bırakmıştır.

Japonya, İngiltere ve diğer ülkelerdeki müzakere haberlerinin ardından Amerika, Avrupa ve Asya borsalarındaki kayıpların azalmasıyla kısmi bir yeniden istikrar sağlandı. Ancak istikrarsızlık sona ermiş değil. Özellikle krizin en önemli odağı olan ABD-Çin rekabetinde gümrük tarifelerinin tırmanması konusu açıkta kalmaya devam ediyor.

Sırada ne var? Dünya ekonomisi bundan sonra nereye gidecek? Kasırganın henüz içinde olduğumuz için, yalnızca eğilimlere ve hipotezlere işaret edebiliriz. Ancak bu işaretler, dünya ekonomisinin altında yatan süreçlere ilişkin Marksist bir anlayışa dayanacaktır.

Emperyalist ekonominin aşağı doğru eğrisi

Bilindiği gibi kapitalist ekonomi döngüler halinde gelişir. Ortalama kar oranının gelişimine göre, yaklaşık 8 ila 10 yıllık kısa büyüme, zirve ve kriz döngüleri vardır. Kâr oranı yükseldiğinde yeni bir yatırım döngüsü başlar ve ekonomi büyür. Zirveden sonra, karlar düşer, yatırım azalır ve karlarda yeni bir artışa ve yeni bir büyüme dönemine gelene kadar da döngüsel bir kriz yaşanır.

Ayrıca, birkaç kısa döngüyü kapsayan ve yeni teknolojiler, yeni pazarlar, savaşlar ve sınıf mücadelesi olayları gibi ekonomi dışı olaylardan etkilenen daha uzun ekonomik eğriler de vardır.

Ekonominin son yükseliş eğrisi 1980’ler ve 1990’lardaki küreselleşme dönemiydi. Bu dönem neoliberal planlara, eski işçi devletlerinde (özellikle de “dünyanın fabrikası” haline getirilen Çin’de) kapitalizmin restorasyonuna ve bilgisayarların üretime dahil edilmesine dayanıyordu.

Bu yükseliş eğrisinde, uygulanan önlemlerin temel bir parçası, hegemonik emperyalizmin, hegemonik ülkelerin daha ucuz ve teknolojik olarak daha gelişmiş ürünlerine karşı korunmak için ulusal tarife engellerini yıkma söylemi olan “serbest ticaret” idi. Avrupa Birliği (1993), NAFTA (ABD, Kanada ve Meksika 1994, 2020’de USMCA ile değiştirildi) ve diğerleri de dahil olmak üzere “serbest ticaret anlaşmalarının” önemli bir kısmı bu dönemde oluşturuldu.

Küreselleşme, küresel değer zincirlerini dayatarak üretimin uluslararasılaşmasında bir sıçrama anlamına gelmiştir. Büyük çok uluslu şirketler, nihai ürüne ulaşana kadar araştırma ve geliştirme, girdiler, malların parçalarının üretimi dahil olmak üzere birçok ülkede üretim yapmaktadır.

Mevcut düşüş eğrisi 2007-09 resesyonu ile başlamıştır. 2019-20’de Covid19 pandemisi ile aynı zamana denk gelen ve onunla şiddetlenen, ancak onunla sınırlı kalmayan bir başka büyük uluslararası durgunluk yaşandı.

Bu son durgunluktan sonra, bu aşağı yönlü salınımın karakteristik özelliği olan kısa bir anemik büyüme döngüsü içindeyiz. Büyüme ABD (2024’te %2,8) ve Çin (2024’te %5,4) arasında gerçekleşirken, Avrupa (2024’te %0,9, Almanya; -%0,2) ve Japonya (%1,5) da durgunlaşıyor. Bu kısa döngünün sonuna geliyor gibi görünüyoruz ve bunlar yeni bir resesyona işaret ediyor.

Bu düşüş eğrisinde, yaşananları yönlendirecek ağırlaştırıcı bir faktör var ki o da hegemonik ve çökmekte olan ABD emperyalizmi ile yükselen Çin emperyalizmi arasındaki artan rekabettir.

Kuzey Amerika’nın çöküşü

ABD emperyalizmi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemden bu yana hegemonyasını tüm dünyaya dayatmıştı.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda ABD, Yalta ve Potsdam anlaşmaları çerçevesinde Sovyet bürokrasisini yanına ortak alarak emperyalist dünya düzeninin ön saflarında yer aldı. 1980’lerde kapitalizmin restorasyonuyla birlikte, ABD hegemonyası yükseliş eğrisi dönemi boyunca kendini sarsılmaz bir şekilde dayattı.

Ancak restorasyon, eski işçi devletlerinden iki yeni emperyalist ülkenin, Çin ve Rusya’nın ortaya çıkmasıyla yeni bir tarihsel olguya yol açtı. Ve 2007-09 resesyonundan bu yana, ekonominin aşağı yönlü eğrisi ile birlikte, ABD-Çin rekabeti dünya emperyalist düzeninin krizinde önemli bir unsur haline geldi.

ABD emperyalizmi askeri, teknolojik ve mali açıdan hala hegemoniktir. Dolar hala uluslararası alanda en yaygın kabul gören para birimidir. Yapay Zekaya büyük yatırımlar yapan ve ABD emperyalizmi için süper karlar garanti eden “Muhteşem Yedili” (Apple, Microsoft, Nvidia, Alphabet, Amazon, Meta ve Tesla) ile ABD için temel bir teknolojik ve ekonomik ilerleme sağlamıştır.

Ancak ABD emperyalizminin düşüşü gözle görülebilir. Michael Roberts’a göre bu gerileme kâr oranıyla da bağlantılıdır:

“1950’ler ve 1960’larda ABD’nin üstünlüğünün ‘altın çağında’ genel kar oranı %19,3’tü; ancak daha sonra 1970’lerde ortalama %15,4’e düştü; neoliberal toparlanma (yeni bir küreselleşme dalgasıyla aynı zamana denk gelen), 1990’larda bu oranı %16,2’ye çıkardı. Ancak bu yüzyılın son yirmi yılında ortalama oran sadece %14,3’e düşerek tarihi bir düşük seviyeye gerilemiştir. ” Bu durum daha düşük yatırım ve verimlilik artışına yol açmıştır… ABD kapitalizminin dünyadaki hegemonik konumunu zayıflatmaktadır.”

Öte yandan, gelişmekte olan Çin emperyalizmi, dinamizmini açıklayan bazı karşılaştırmalı avantajlara sahiptir.

İlk olarak, Çin’deki birikim oranı (yani karların yeniden yatırımı) GSYİH’nın %40’ı civarındadır. Bu oran, kârların büyük bir kısmının spekülatif olarak yatırıldığı diğer emperyalist ülkelerde %19 ila 20 arasında olan oranın aşağı yukarı iki katıdır.

İkinci olarak, Çin acımasız, aşırı baskıcı bir çalışma disiplini uygulayan bir diktatörlüktür. Bu, diğer emperyalist ülkelerin hükümetleri için bir kıskançlık kaynağıdır.

Üçüncüsü, Çin son teknoloji ürünü, robotize fabrikalarıyla teknolojiye büyük yatırımlar yapmakta. Çin çeliğinin dünyayı istila etmesi tesadüf değil. Örneğin Çin elektrikli otomobilleri diğer emperyalist ülkelerde üretilenlerden daha iyi ve daha ucuz olarak piyasanın tam hâkimi durumunda. Geçtiğimiz ocak ayında Tesla’nın Avrupa’daki satışları %45 oranında düştü.

Çin, üretimin %35’i ile hala dünyanın en büyük sanayi üreticisi konumunda (2023). ABD 2008 yılında onu geçmiştir ve şu anda dünya üretiminin %12’sini gerçekleştirmektedir.

Elbette Çin’de kurulan ve diğer emperyalist ülkelere ait olan çok sayıda fabrika var. Ancak, Çin tekellerinin hem iç pazarda hem de dünya çapında liderliği ele geçirmesiyle ve ülkenin emperyalist bir ülkeye dönüşmesiyle birlikte bu modelde bir değişiklik gerçekleşiyor.

Ilaese’ye (Latin Amerika Sosyo-Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü) göre, dünyanın en büyük 500 şirketi üzerine yapılan dikkat çekici bir çalışmada, Çinliler şu anda üretim araçları üretimine (dünya çapında %30,8) hakimdir ve nihai tüketim malları üretiminde ikinci sırada yer almaktadır.

ABD’nin çöküşünün ifadelerinden biri de 1982’den beri devam eden ve son yıllarda dramatik bir şekilde kötüleşen ticaret açığıdır. BEA’ya göre 2024’te ürün açığı 1.2 trilyon dolara ulaşacak, hizmetlerdeki (finans, bulut bilişim, telekomünikasyon) 293 milyarlık fazlalıkla ancak kısmen rahatlayabilecektir. Başka bir deyişle, ABD dünyaya sattığından daha fazlasını satın alıyor.

İkinci olarak, ABD 2002’den bu yana yaklaşık 36.56 trilyon dolar olan kamu borcunu arttırmakta, 881 milyar dolar faiz ödemekte ve bu da GSYH’nin %3.2’sini oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, ABD her geçen yıl aldığından daha fazlasını harcamaktadır.

ABD her yıl sattığından daha fazlasını almayı ve kazandığından daha fazlasını harcamayı nasıl başarıyor? Çünkü çökmekte olan bir emperyalizm olarak dünyayı sömürmekte. Bu iki ana mekanizma aracılığıyla gerçekleşiyor.

İlk olarak, dünyadaki artı değerin önemli bir kısmı ABD hazine bonolarına ve diğer enstrümanlara yapılan yatırımlar yoluyla ABD’ye aktarılmaktadır. Tüm dünya burjuvazileri doğrudan ABD’ye yatırım yaparak emperyalizmin kalbine sürekli bir sermaye akışı sağlıyor ve bu da emperyalizmin devamı için hayati önem taşıyor. UNCTAD’a göre 2023 yılında ABD, 311 milyar dolarla doğrudan yabancı yatırımcı için en önemli hedef olmaya devam etti.

İkinci olarak, doları uluslararası bir para birimi olarak muhafaza etmek ABD emperyalizmine acımasız bir avantaj sağlamaktadır, çünkü kâğıdı, tüm dünyada bir değer ifadesi olarak kabul edilen dolar banknotlarına dönüştürebilmektedir. ABD mali ve ticari açıklarını finanse etmek için dolar basabilir ki bunu başka hiçbir ülke yapamaz.

ABD emperyalizmi, şirketleriyle dünyanın dört bir yanındaki işçileri doğrudan sömürmenin yanı sıra, yarı-sömürge ülkeleri de sömürüp ezerek, Trump’ın “açıklamasından” oldukça farklı olan asalak yüzünü böylece göstermiş oluyor.

Gümrük tarifelerinin sonuçları

Bu unsurları analiz ettikten sonra şimdi Trump’ın gümrük tarifelerine ve bunların olası sonuçlarına dönebiliriz.

Her şeyden önce, gerçeklikte hızlı değişimlerin yaşandığı bir kasırganın ortasında olduğumuzu belirtmek önemlidir. Bu makalenin yazıldığı saat ile okunacağı saat arasında çoktan önemli değişiklikler olmuş olabilir..

Seçilmesinden sonra Trump’ın etrafında büyük ölçüde yeniden bir araya gelen emperyalist küçük burjuvazinin, gümrük vergilerinin sonuçları konusunda bölünmeye başladığına dair işaretler var. NYT’ye göre JP Morgan’ın başkanı Jamie Dimon şunları söyledi: “Bu sorun ne kadar çabuk çözülürse o kadar iyi olur çünkü bazı olumsuz etkiler zaman içinde kümülatif olarak artar ve tersine çevrilmesi zor olur.”  Elon Musk zaten gümrük vergilerine karşı konuşmuş ve Trump’ın geri adım atmasını sağlamaya çalışmıştı.

Bu Trump’ı geri adım attırabilir mi? Olabilir. Müzakere etmeyi ve misilleme yapmamayı seçen bazı hükümetlerin (ki İngiltere, Japonya ve diğerleri gibi pek çok önemli hükümet var) zafer ilan ederek geri adım atacağına güvenebilir.

Ama bu sadece bir hipotez. Geri adım atsa bile ne küresel istikrarsızlık sona erecek ne de Çin ile olan savaş özünde çözülecek.

Trump ABD’nin ticaret açığını kapatmayı başarabilecek mi? İki nedenden ötürü bu çok zor görünüyor.

İlk olarak, ABD’nin çöküşü bu metinde yukarıda açıklanan yapısal temele sahiptir. Bu durum, yükseliş döneminin “serbest ticaretine” karşıt olarak, tam da bu çöküşün bir ifadesi olan gümrük tarifelerini arttırmakla çözülemez.

Emperyalistler arası anlaşmazlıkta niteliksel olan şey, ABD’nin diğer emperyalizmlere karşı üretkenlik açısından ilerlemek için Yapay Zekaya güvenip güvenemeyeceği, bunu diğer üretken sektörlere yaygınlaştırıp yaygınlaştıramayacağıdır. Ancak Çin’in bu alanda DeepSeek ile gösterdiği ilerleme, ABD’nin karşılaştırmalı üstünlüğünün azalması nedeniyle bu hareketin kolay olmadığını göstermektedir.

İkinci olarak, Trump’ın savunduğu yeniden sanayileşmeyi güçlendirmek için üretken yatırımlar açısından niteliksel ilerleme kaydetmek gerekecektir. Bu, uzun bir süreç ve yıllar gerektiren bir konudur. Ve burjuvazi yatırım yapabilmek için istikrar ister ki bu da ne gümrük tarifelerinin ne de Trump’ın genel politikasının mümkün kıldığı bir şeydir.

Üçüncü olarak, Trump’ın gümrük vergileri ve uluslararası anlaşmalar ile kurumların çöküşüne neden olması emperyalist düzene doğrudan darbe vurmakta ve krizini derinleştirmektedir. Küreselleşme eğilimi sadece gümrük tarifeleri nedeniyle değişmeyecek. Yani bu tarifeler yeni bir dünya projesi oluşturmaz. Tarifeleri arttırarak mevcut küresel değer zincirini değiştiremezsiniz. Tarifeler emperyalist düzenin krizinin bir ölçüsüdür, ancak onun yerine başka bir dünya projesi getirmez. Küresel değer zincirleri varlığını sürdürür ve Apple gibi ABD şirketleri üzerinde güçlü bir etkisi vardır.

Küresel değer zincirlerine büyük ölçüde bağımlı olan “Muhteşem Yedili ”nin borsalarda en çok değer kaybeden yedi dünya şirketi olması tesadüf değildir (El País’e göre 1,5 trilyon avro).

Gümrük vergilerinin olası yansımalarından biri, ithal ürünlerin fiyatı üzerindeki etkileri nedeniyle ABD’de enflasyonun artmasıdır. Pandemi sonrası enflasyonun son seçimlerde Biden’ın yenilgisinin arkasındaki faktörlerden biri olduğunu hatırlayalım.

Çin kesinlikle gümrük vergilerinden doğrudan etkilenecektir. Belki de Trump tehdit ettiği gibi gümrük vergilerini %104’e bile çıkarabilir. Bu durum, emlak krizinin de gösterdiği gibi, zaten aşırı üretim yaşayan Çin ekonomisi üzerinde doğrudan bir etki yaratabilir. Hatta bunun restorasyondan bu yana Çin ekonomisinde ilk döngüsel krizi tetikleme ihtimali bile var.

Ancak Çin’in en azından şimdiye kadar iki resesyonu (2007-09 ve 2019-20) resesyona girmeden atlattığını ve krizden diğer emperyalist ülkelerden daha hızlı ve daha güçlü bir şekilde çıktığını hatırlamak önemlidir. Bunun tekrar yaşanması ihtimal dışı değil.

Ve Trump’ın niyetinin aksine, Çin’in ABD hükümeti tarafından yaratılan istikrarsızlığın meyvelerini toplaması söz konusu olabilir. Bugün Çin emperyalizmi, Asya’da dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşmasına öncülük eden RECP (Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık) ile ilerliyor. Birkaç hafta önce, gümrük tarifelerini öngören Çin, Japonya ve Güney Kore’den ticaret yetkilileri ekonomik ilişkilerini derinleştirmek için bir araya geldi. Bu durum tarifelerden etkilenen Avrupa, Afrika ve Latin Amerika ile ilişkilerde de yaşanabilir.

Trump’ın gümrük vergisi artışları, tam da gelişmekte olan emperyalizminin dinamizmi nedeniyle Çin’i “serbest ticaretin” en büyük savunucusu olarak konumlandırabilir.

İronik bir şekilde, finansal sermayenin bir ifadesi olan The Economist dergisi, Trump’ın gümrük vergileriyle ilgili makalesini, seçim kampanyasında kullanılanlara benzer bir şapka fotoğrafı ve “Çin’i yeniden büyük yap” ifadesiyle resmetti.

Ufuktaki resesyon

Trump’ın önlemlerinin tetiklediği muazzam istikrarsızlık bir başka sonucu da beraberinde getirdi: yeni bir küresel durgunluk olasılığının artması.

Gümrük tarifelerindeki artış dünya ticaretini kesinlikle etkileyecektir. Küresel değer zincirlerini etkileyeceği, pandemi sırasında olduğu gibi girdi tedarikinde yeniden ayarlamalara, kesintilere ve krizlere neden olacağı yadsınamaz.

Dünya genelinde zaten anemik bir büyüme yaşanıyordu, ancak ABD ve Çin’de önemli bir büyüme söz konusuydu. ABD’de, tarifelerden önce bile, büyüme üçüncü çeyrekten (%3,1) 2024’ün dördüncü çeyreğine (%2,3) düşmüştü. JP Morgan şimdi bu yıl içinde %45 oranında bir resesyon ihtimali olduğunu hesaplıyor.

Ancak yeni bir küresel durgunluk olup olmayacağını belirleyebilecek ya da belirleyemeyecek olan şey, kar oranında bir düşüş olup olmayacağı ve bunun da yatırım oranını etkileyip etkilemeyeceğidir. Bu konuda henüz güvenilir bir veri bulunmamaktadır.

Ancak dünyadaki ekonomik istikrarsızlık bu konuda önemli bir etkiye sahip olabilir. Küresel değer zincirindeki büyük istikrarsızlık, ABD’li ve Çinli çokuluslu şirketlerin üretim maliyetlerini doğrudan etkiliyor. Fiyatlar düşürmezlerse satışlar düşer. Düşürülürse, karlar ve onlarla birlikte yatırımlar da düşer.

Öte yandan, ekonomik istikrarsızlık, siyasi istikrarsızlık ve sınıf mücadelesinin kutuplaşması ve yoğunlaşması ile birleşmektedir. Günümüzdeki en büyük iki savaş (Filistin ve Ukrayna), Trump’ın istediği gibi “hızlı bir barış” işareti olmaksızın, dünya gerçekliğini kutuplaştırmaya ve istikrarsızlaştırmaya devam ediyor. Trump’ın “barış anlaşması” Ukrayna’ya dayatılamadı. İsrail ateşkesi bozdu, Gazze’de soykırıma yeniden başladı, ancak Filistinlileri yenemedi.

Geçtiğimiz cumartesi günü yüz binlerce Amerikalı Trump’ı protesto etmek için sokaklara döküldü. Ülkenin her büyük şehrinde hükümete karşı devasa bir seferberlik yaşandı ve bu durum ABD’ye de siyasi istikrarsızlık getiriyor.

Trump gümrük vergileriyle kendi ayağına kurşun sıkmış olabilir. Ve belki de üç aydan kısa bir süre önce yaptığı gibi işçilere şiddetle saldırarak ayağına bir kurşun daha sıkmış olabilir.

Her şeyden öte ekonomik ve siyasi kargaşa henüz yeni başlamış görünüyor.

Yazar Hakkında