BİR “DEVLET PROJESİ” OLARAK SÜREÇ, “TERÖRSÜZ TÜRKİYE” VE GERÇEKÇİ OLMAK…!

BİR “DEVLET PROJESİ” OLARAK SÜREÇ, “TERÖRSÜZ TÜRKİYE” VE GERÇEKÇİ OLMAK…!

HAKKI YÜKSELEN

“Terörsüz Türkiye” iddiasıyla başlayan “sürecin” devam ettiği, çok yakında sonuçlanacağı söyleniyor! “Söyleniyor” dememin nedeni gerçekte ne olduğunu doğrudan taraflarının dışında kimsenin bilmemesi!  En azından bazı konularda bazı pazarlıkların yürütülüyor olması lazım. Bu aklın ve mantığın gereği.

Aksi halde Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) karşılığında hiçbir kazanım elde edemeden, üstelik kendi kurumsal varlığını da feshederek kırk küsur yıllık bir mücadelenin ve on binlerce kaybın ardından kayıtsız şartsız teslim olacağına, devletin de karşılığında hiçbir şey vermeden düşmanını teslim alacağına inanmamız gerekir. Böyle bir sonuç ancak taraflardan birinin kesin yenilgisi, diğerinin de kesin zaferi halinde mümkün olabilirdi ki, o zaman da herhangi bir “sürece” gerek kalmazdı. Ancak günümüzde taraflar arasındaki bütün eşitsiz güç ilişkilerine karşın böyle bir durum yok. Tabii, özellikle devlet tarafından verilmeye çalışılan görüntü tamamen farklı: Başta “sürecin mimarı” Bahçeli olmak üzere rejim sözcüleri, “burunlarından kıl aldırmaz” tehditkâr bir tonlamayla PKK’nin bir an önce kendini feshederek bütün silahlarını teslim etmesini ve Türk adaletinin şefkatli kollarına sığınmasını istiyorlar! Aksi halde… Yani topluma vermeye çalıştıkları imaj esas olarak “En ufak bir taviz yok. Biz hiçbir şey vermiyoruz, ‘terör örgütü’ kayıtsız şartsız teslim olacak” biçiminde. Abdullah Öcalan’ın da Örgüt’ün “tarihsel ömrünü” tamamladığı gerekçesiyle kendini, üstelik de sorunun esasına ilişkin bütün taleplerinden vazgeçerek feshetmesi gerektiği yönündeki açıklaması ve örgüt yönetiminin bu çağrıya icabet edeceğini bildirmesi bu görüntüyü güçlendiriyordu. Ancak işin bu kadar kolay olamayacağı açık! Nitekim aksi yönde güçlü emareler var. Öncelikle Öcalan’ın koşulsuz fesih çağrısına eklediği ve “metin dışı” olduğu söylenen ek bölümde sözünü ettiği, işin “hukukuna” ilişkin bazı noktalar söz konusu. Zaten en azından “sürecin” ilerlemesi için görünürde arabuluculuk görevini yerine getiren DEM’lilerin “hukuk” konusundaki ısrarlı hatırlatmaları ve Adalet Bakanı’yla kamuoyu önündeki diyalogları, bunun da ötesinde PKK merkez yönetiminin fesih kongresinin toplanabilme koşullarına ilişkin talepleri, bir anlamda “teknik” meseleler gibi görünse de, içerdikleri “imalar” da hesaba katıldığında gerçekte sürecin öyle söylendiği gibi “kayıtsız şartsız” olmadığını gösteriyor.

Öne çıktığı haliyle, şimdilik sadece (DEM için) “Sayın Öcalan”ın veya (PKK için) “Önder Apo”nun çalışma koşullarının uygun hale getirilmesi ve kongreyi yönetme imkânının sağlanması üzerine konuşulduğu düşünülse de “müzakerelerin” kapsamının daha geniş olduğu tahmin edilebilir. Bu da normal. Öyle ya, neticede Bahçeli gibi şoven milliyetçi bir şahsiyeti Kürtlerle “tarihsel” bir barış konusunda harekete geçiren sınır ötesi-bölgesel tehlikeler, bunların yol açabileceği “beka” sorunları, RTE’nin ömür boyu başkanlığı için gerekli anayasa değişikliğinin, en azından bugünkü koşullarda  ancak Kürt siyasetinin sağlayacağı destekle mümkün olması ve bütün bu  nedenlerle (rejimin önde gelen sözcülerinin dile getirdiği) bir “İç Cephe”nin inşa edilme hedefi öyle “bedavaya getirilecek” gibi değil.  Görünürde rejim açısından “stratejik” bir ihtiyaç var.  Devlet ve rejim tarafından çok uzun süredir sistematik bir baskıya maruz bırakılan Kürt siyasi hareketinin, sürece ilişkin bütün endişelerine rağmen umutlu olmaya çalışmasının nedeni de bu. Türkiye faşizminin şu an için muhalif görünümlü (Zafer Partisi, İyi Parti vb.) kesimleri ve “ulusalcılar” gibi yeminli Kürt düşmanları dışında kimse Kürtlerin umudunu kıran olmak istemiyor. Neticede bunca yıldır onca kaybı verip büyük acılara dirençle katlananlar, kendilerini pek çok defa yalnız hissedenler ve büyük ölçüde yalnız bırakılan, üstelik de her daim suçlananlar onlar.

Ancak gerçek dostluk, aynı zamanda açık sözlü olmayı da gerektirir. Öncelikle şunu belirtelim: Devletin bu stratejik hamlesinin, (Bunun bir devlet projesi olduğu söyleniyor) sırf stratejik olduğu için kalıcı bir barışa yol açma garantisi yok.   İçinde yer aldığımız bölgenin son derece “oynak” ve “fay hatlarıyla dolu” yapısı nedeniyle o stratejinin daha hangi taktiklere, ince oyunlara, geri dönüşlere ve başka ne türden ittifaklara gebe olduğunu bilemeyiz!   Üstelik bir de Suriye –Rojava sorunu var. Birkaç gün önce, yıllardır tehdit ve ateş altında tutulan Suriye Kürtlerinin ulusal birlik çabalarının ve Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde kendi kendilerini yönetme taleplerinin “milli çıkarlarımız” açısından ne büyük bir tehlike oluşturduğunu en yetkili ve yetkisiz ağızlardan bir kez daha öğrendik!   Bu durumda, iktidardaki gerici HTŞ rejimine boyun eğmemeleri, taleplerinde ısrar etmeleri halinde Suriye Kürtlerine karşı yapılacak bir askeri harekâtın sınırın bu tarafında ne gibi sonuçlara yol açabileceğini de düşünmek gerekiyor. 2014’deki  “Kobane Olayları”  günümüze kadar yansıyan sonuçlarıyla birlikte bu konuda unutulmaz bir örnektir. Buna 2015’te  “Dolmabahçe Mutabakatı”nın iktidar tarafından malum nedenlerle geçersiz sayılarak torpillenmesinin ardından girilen kanlı dönemi de ekleyebiliriz. Barış, devletimizin en kolay vazgeçebileceği değerlerden biridir!

İşin “demokrasi” boyutuna gelince. PKK ve Kürt siyasi hareketinin  yaklaşık elli yıl önce “Marksizm-Leninizm”le çıktığı yolun bugün “anarko-liberalizme” veya “radikal demokrasi”ye varmış olması, “Önderlik”in kendi kurduğu örgütün “tarihsel ömrünü” tamamladığı, böylece varlık nedeninin ortadan kalktığını ilan etmesi ve PKK  yönetiminin de bunu anında ve itirazsız kabul etmesi, hareketin bütün unsurlarının “demokratik cumhuriyet” yanlısı olması hiçbir biçimde Türkiye’de demokrasinin zaferi veya “kalıcı” bir demokrasiyi kendiliğinden mümkün kılmaz; üstelik de sürecin “ihtiyaçtan kaynaklı” bir devlet projesi olduğunun açıkça ifade edildiği koşullarda! Elbette isteyen istediği şeyler için istediği biçimlerde mücadele edebilir; bu kendi bileceği bir şeydir, ancak her ne yapılıyor olursa olsun gerçekçi olmak gerekir. Bizce bugün pek çokları için inanılmaz görünse de uzun vadede Türkiye’de bir “sosyalist cumhuriyet” ihtimali, bir “demokratik cumhuriyet” ihtimalinden çok daha gerçekçidir. Bu gerçeklik Türkiye’de en olumsuz örnekleriyle bugüne kadar defalarca kanıtlanmıştır. O nedenle böylesine hayati bir konudaki umut, beklenti ve ittifakların doğru ve sağlam toplumsal-sınıfsal temellere oturtulması büyük önem taşımaktadır.

Son olarak sıklıkla adı anılan “Terörsüz Türkiye” hedefinden söz edelim. Türkiye’de terörün gerçek kaynaklarını, “terör” ve “terörizm” kavramlarının keyfilik ve kapsamını ve en önemlisi de yeni rejim altında bunların hemen her türden muhalefeti tanımlamakta kullanıldığını düşünüldüğünde “Terörsüz Türkiye” hedefinin esas olarak “Muhalefetsiz Türkiye” anlamına da gelebileceğini unutmayalım. Bölgedeki son gelişmelerle rejimin gidişatının kesiştiği noktada Kürtlerin bir “devlet projesi” doğrultusunda hizaya sokulmaya çalışılması ile dışarıda kalanların “vatan haini” olarak tanımlanacağı bir “iç cephe”nin birlikte anılır olması boşa değildir.

Yazar Hakkında