Çeviri: B. Turgut-Gani Can Ünal
Lenin’in ölümünün yüzüncü yıldönümünde, genel olarak kadınlara yönelen baskılar üzerine yaptığı çalışmaları ortaya çıkartarak, onları Stalinizmin ve burjuvazinin hizmetindeki şakşakçıların deformasyonundan kurtarmak suretiyle onun düşüncelerini yeniden ortaya koymaya çalışacağız. Ayrıca, Lenin’in önderi olduğu Bolşevik partisinin iktidarı ele geçirmeden önce, ele geçirirken ve ele geçirdikten sonra kadınları baskılarından kurtarmak için hangi önlemleri aldığını açıklamak niyetindeyiz.
Bu amaçla, öncelikle Lenin’in konuyla ilgili bir dizi yazısını, notunu ve kamuya açık konuşmalarını içeren bir dosya hazırladık ve bu metinleri Nadejda Krúpskaia’nın önsözüyle Lenin ve Kadınların Kurtuluşu adlı kitapta derledik. Ayrıca Cintia Frencia ve Daniel Gaido’nun “Marksizm ve Emekçi Kadınların Kurtuluşu: Sosyalist Kadın Enternasyonali’nden Rus Devrimi’ne” adlı kitabının, Rus Devrimi’nden sonra Sovyet hükümetinin kadınlarla ilgili en önemli kararlarından bazılarını açıklayan 3. bölümünü ekledik. Aynı şekilde, Clara Zetkin tarafından kaleme alınan “Lenin’le Sohbetler” kitabı da Lenin’in çalışan kadınların özgürleşmesi mücadelesine verdiği muazzam önemi ve onları devrimci davaya kazanma stratejisinin ne olduğunu gösteren çok güzel bir örnektir.
Son olarak, ilgisi nedeniyle, 1921 yılında Üçüncü Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi’nde kabul edilen ve Marksist hareketin bu konuyla ilgili teorik ve politik cephaneliğinde bir sıçramayı temsil eden Kadınlar Arasında Propaganda Tezleri’ni bu dosyada yeniden yayınlıyoruz.
Patriyarka ve baskılara karşı mücadelede Leninizm
Lenin’in haklar mücadelesi üzerindeki muazzam teorik ve siyasi etkisini anlamak için, Lenin’in yaşamı boyunca sosyalist teorinin ekonomizm ve sendikalizmin ötesine geçmesi için acımasız bir teorik savaş verdiğini açıklamak önemli. Bu teorik mücadele, “Ne Yapmalı” gibi erken dönem çalışmalarında görülebilir. Demokratik sorunlar ile sosyalist sorunlar arasındaki ilişki, 1905 devriminden bu yana Lenin için adeta bir takıntı olmuştu.
Lenin’in baskılara ilişkin teorik tahlilleri Marx’ın çalışmalarına dayanır, ancak emperyalizmin ortaya çıkışıyla birlikte derinleşir ve burjuva toplumunun analizine dayanan ve proletaryanın tarihsel ihtiyaçlarından yola çıkan sosyalist devrim programını içeren bir yönelim oluşturur.
Ulusların kendi kaderini tayin ve ayrılma hakkı sorunu 1903’ten beri RSDIP’nin programında yer almıştı. Daha sonra değineceğimiz 1903 kongresinde, program komisyonunda Polonyalılarla bu sorun üzerine bir polemik yaşandı ve bolşevikler polemiği kaybettiler. Bu durum, 1913 yılında Lenin tarafından, programı güncelleyen birkaç makale ile yeniden büyük bir ağırlıkla ele alındı.
Lenin, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ve “demokrasi sorunları” olarak adlandırdığı diğer demokratik talepler üzerine yazılarında, demokratik haklar için mücadeleyi hiçbir zaman sosyalizm mücadelesinin karşısına koymadı. Tam tersini savunmaya devam etti:
‘Sosyalist devrimi ve kapitalizme karşı devrimci mücadeleyi demokrasi sorunlarından sadece biriyle sınırlamak saçmadır […] Kapitalizme karşı devrimci mücadeleyi devrimci bir programla ve tüm demokratik taleplerle bağlantılı devrimci bir temayla birleştirmeliyiz: cumhuriyet, milis, memurların halk tarafından seçilmesi, kadınlara eşit haklar, ulusların kendi kaderini tayin hakkı vb.” (“Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı”. 1915).
Ona göre, kapitalizm var olduğu sürece, tüm bu talepler ancak istisnai, eksik ve çarpıtılmış bir şekilde gerçekleştirilebilir. Demokratik sorunlar ve ulusal sorun üzerine temel metinleri 1915, 1916 ve 1917 yıllarına aittir. Oportünist Otto Bauer ve Karl Kautsky ile mücadele ederken, aynı zamanda Polonya sorunundan başlayarak ezilen uluslar konusunda sekter bir görüşü savunan Radek ya da Rosa Luxemburg ile de polemiğe girdi. Troçki de o dönemde tartışmada eğilimler üstü ve eklektik bir pozisyona sahipti ve bu durum bolşevik partiye girene kadar da devam etti.
Lenin birçok metninde, kapitalizm altında ezilen sınıfların demokratik haklarını “kullanmalarının” imkânsız olduğu koşulların münferit vakalar değil, kökten bir olgu olarak yer aldığı konusunda uyarır.
Boşanma konusunda söylediklerine bakalım: “Çoğu durumda, boşanma hakkı kapitalizm altında gerçekleştirilemez, çünkü ezilen cins ekonomik olarak yük altındadır ve kadın, (elindeki haklar ç.n.) ne olursa olsun, kapitalizm altında yatak odasına, çocuk odasına, mutfağa hapsedilmiş bir ‘ev kölesi’ olarak kalır (…)
Şöyle devam ediyor:
“Ancak hiçbir dürüst sosyal demokrat, bu hakkı reddedenleri sosyalist değil, demokrat olarak bile görmez. Sorunun özü de burada yatmaktadır. “Demokrasi”, kapitalizm altında kullanılması pek olası olmayan ve çok koşullu olarak bağıtlanmış hakların duyurulması ve kullanılmasından ibarettir, Ancak bu hakları ilan etmeden, bu hakların derhal, anında verilmesi için mücadele etmeden ve kitleleri bu mücadelenin ruhuyla eğitmeden sosyalizm imkânsızdır.”
Neden böyle? Çünkü Lenin’in sık sık söylediği gibi, “Siyasi rejim ne kadar demokratik olursa, işçiler için kötülüğün kökeninin hakların eksikliğinde değil, kapitalizmde yattığı o kadar bariz olacaktır. Ulusal eşitlik ne kadar tamsa (ayrılma özgürlüğü olmadan tam değildir), ezilen bir ulusun işçileri için meselenin özünün hakların eksikliğinde değil kapitalizmde yattığı da o kadar açık olacaktır. Ve böyle devam eder. (“Emperyalist ekonomizm” karikatürü üzerine).
Bu nedenle, kapitalizm altında demokratik sorunların önemini görmeyenlerle, bunların gerçekleştirilemez olduğu ve bu nedenle yalnızca sosyalizmin bir görevi haline geldiği önerisiyle polemiğe girer. Demokrasinin tüm sorunlarının bir siyasi ve bir de ekonomik-sosyal boyutu olduğunu söyler. Kapitalizmin ekonomik-sosyal eşitliği asla gerçekleştiremeyeceğini ve vaaz ettiği yasal eşitliğin bile biçimsel olduğunu, çünkü bu siyasi hakları herkes için tam ve kesin olarak garanti edemeyeceğini de. Ama bunlar için mücadele etmek ikincil değil, tam tersine, iktidarın ele geçirilmesinden önce, ele geçirilmesi sırasında ya da sonrasında kısmen kazanılabilecek olsalar da, proletarya ve küçük burjuvazi eşitsizliğin sadece bir haklar sorunu olmadığını açıkça görecekleri için, bunları kazanma mücadelesi sosyalist mücadeleye daha fazla açıklık kazandırır.
Lenin kapitalist sistemde baskılara karşı mücadeleyi hiçbir zaman ekonomik talepler için mücadelenin karşısına koymamış ya da ona tabi kılmamış, hepsini eşit derecede önemli ve sosyalist devrim programının bir parçası olarak görmüştür. Marx ve Engels’in öğretilerinin yanı sıra İkinci ve Üçüncü Enternasyonal’in sosyalist kadın hareketinin tarihsel deneyimlerini sentezlemesiyle, bize bugün kadınların ve tüm ezilen kesimlerin hakları için devrimci bir perspektiften mücadele etmeye devam etmenin yolunu göstermektedir.
Ayrıca, kadınlarınki gibi baskılara karşı mücadelenin, sınıfı birleştirmek için gerekli olmasının yanı sıra, sınıf bağımsızlığıyla yönetilmesi ve sosyalist devrimin hizmetinde olması koşuluyla, bu sistemi yıkma mücadelesinde bir motor görevi görebileceğini anlamamıza yardımcı olur. İşçi sınıfı, kapitalizm altında baskıya kesin bir son vermenin mümkün olduğu yanılsamasını bize pazarlayan hükümetlerin ve burjuvazinin eline bırakmadan, tüm demokratik mücadelelerin ve baskıya karşı mücadelelerin öncüsü olmalıdır. Lenin’e göre bu mücadele sosyalist devrim öncesinde, sırasında ve sonrasında işçi sınıfı tarafından üstlenilmelidir.
Lenin’in Rus Devrimi’nde Bolşevikler tarafından uygulanan, (Üçüncü) Komünist Enternasyonal tarafından benimsenen ve daha sonra Troçki tarafından savunulan konumlanışları, tarihin farklı noktalarında doğru olduklarını kanıtlamakla kalmamış, bugün de olağanüstü geçerliliklerini korumaktadır.
Sosyalizmin Kökenleri ve Kadın Sorunu
Devrimci Marksizmin derin teorik arka planına dayanan sosyalist hareket, kadınların ezilmesine karşı mücadelenin önemini kavrayan ve bu konuyu takipçileri arasında ciddi bir şekilde tartışan ilk siyasi hareket olmuştur. 19. yüzyılda Friedrich Engels’in Devletin, Ailenin ve Özel Mülkiyetin Kökeni (1874) ve August Bebel’in Kadınlar ve Sosyalizm (1879) adlı eserleri büyük etki yaratmıştır. August Bebel’in çalışması her düzeyde cinsiyet ayrımcılığına dair istatistiksel kanıtlar sunuyordu. Kitap, sosyal demokrat partileri kadınların ihtiyaç ve taleplerini programlarına dahil etmeye zorlamak için tasarlanmıştı.
Elbette bu uzun bir zaman alacaktı ve Zetkin, Luxemburg ve diğer sosyalist kadınlar için bazı zaferler kazandıkları ama aynı zamanda birçok geri çekiliş de yaşadıkları zorlu bir mücadeleydi. Bu mücadeleyi, teorik olarak Marksizmi benimsemiş olmalarına rağmen zamanlarının erkek şovenist önyargılarıyla dolu olan ve ayrıcalıklarından vazgeçmekte isteksiz davranan kendi partili yoldaşlarına, etten kemikten sosyalistlere karşı da vermek zorunda kaldılar. Bugün de devrimci bir partinin parçası olmanın maçoluğa karşı bir “aşı” olmadığını görüyoruz. Bu böyledir çünkü partiler “boşlukta konserve kutusu” olarak yaşamamakta, bilincinin geriliğinin bir ifadesi olarak maçoluğu, ırkçılığı, lgtbifobiyi ve egemen sınıf ve onun hizmetindeki kurumlar tarafından teşvik edilen tüm önyargı ve stereotipleri yeniden üreten işçi sınıfının da bir parçasıdır.
Lenin, Marx’ı ve kadınların durumuna Marksist bir bakış açısıyla bakan yukarıda alıntılanan metinleri okumuştu ve konuşmalarında büyük ütopik sosyalist Fourier’nin bir zamanlar söylediği şeyi sık sık tekrarladı: “bir toplumun ilerici ya da gerici doğası tek bir kriterle değerlendirilebilir: kadınlara davranış biçimi”.
Lenin’in kadınlar hakkındaki fikirleri sadece Marksizm’den etkilenmemiştir. Ergenlik çağında Lenin’in ağabeyinden etkilenerek hatmettiği Rus edebiyatı da kilit öneme sahipti ve özellikle narodniklerin kurucularından biri olan Çernişevski’nin geleneksel aileye ve kadınların köle olarak kullanılmasına şiddetli bir şekilde saldıran çok ünlü bir romanı vardı.
Entelijansiyanın, yani Çarlık otokrasisine karşı entelektüellerin bir parçası olan Rus kadınları da bu romanları okuyorlardı ve politik olarak Avrupalı çağdaşlarından çok daha ileriydiler. Narodniki’ye (halkçılar) katılan ve köylülerle birlikte çalışmak üzere kırsal bölgelere göç hareketine katılan kadınların sayısı şaşırtıcı derecede yüksekti. Bu yetenekli entelektüellerden bazıları 19. yüzyılın sonunda “Halkın İradesi” örgütüne katıldı ve Vera Figner, Anna Korba, Olga Liubatovich, Sophia Perovskaya, Gesia Gelfman, Anna Yakimova, Tatiana Lebedeva ve diğerleri gibi kadınlar bu halkçı örgütün başında yer aldı. Yüksek soylu sınıfından gelen Sophia Perovskaya, 1881’de Çar Alexander II’nin suikastından sorumluydu. Yoldaşlarıyla birlikte, 12.000 asker tarafından çevrelenmiş bir meydanda asıldı.
Lenin 17 yaşında, ağabeyinin çara suikast girişiminde bulunmasına neden olan ve Lenin’in devrimci olmaya karar vermesinde şüphesiz büyük rol oynayan bireysel terörizm yöntemlerine katılmıyordu. Kardeşinin aksine o, başlıca sanayi kentlerinde işçi grevlerinin arttığı bir dönemde Marksizmi benimseyen yeni devrimciler kuşağına mensuptu. İlk Marksist örgüt olan Emeğin Kurtuluşu’nda, Petersburg polisinin şefine başarısız bir girişimde bulunmuş olan Vera Zasulich vardı. Daha sonra narodnik örgütü terk etti ve Plehanov ile birlikte Marksist örgütü kurdu. Lenin onunla birlikte iki yıl boyunca Iskra’nın yazı işleri kadrosunda çalıştı

Vera Zazuliç
Halkçılığı benimseyen Rus entelijansiyasının kadınları, işçi hareketini benimseyen ve sosyal demokrat parti saflarına katılan, Marksizm eğitimi almış yeni bir kadın kuşağının öncüleriydi. Lenin’in kadın çağdaşları, Rusya’da kapitalizmin başlangıcından itibaren fabrikalara erkeklerden daha kötü koşullarda giren kadın işçilerin sınıf mücadelesine uyanmasında etkili oldular. Krupskaya, Lenin gibi, Inessa Armand, Alexandra Kolontái, Larissa Reissner, Vera Slutskaya, Eugenia Bosch, Ludmila Stal, Koncordiya Samoilova ve diğerleri tüm yaşamlarını partiye ve devrime adayan profesyonel kadın devrimci liderler kuşağını temsil ediyorlardı.
Bu yıl saygı duruşunda bulunacağımız Lenin’in, bu ve diğer kadınların yaşam ve çalışmalarını gölgeleyemeyeceğini söylemek gerekir. Nadezja Krupskaia ya da Inessa Armand, burjuva tarih yazımı tarafından sıklıkla aşağılayıcı bir şekilde sırasıyla “Lenin’in karısı ve metresi” olarak anılır. Ancak onlar birilerinin kadın yoldaşlarından çok daha fazlasıydı. Devrimciydiler, zamanlarının ötesindeydiler ve haklarının teslim edilmesini ve gündeme getirilmeyi hakeden vazgeçilmez bir rol oynadılar.
1918 yılında Lenin, Leningrad ve diğer şehirlerde birçok caddeye de adını veren Perovskaya’ya saygı için bir heykel yaptırdı. Lenin, onun ve 20 yıl hapis yatan Vera Figner gibi diğerlerinin, 1905 ve 1917 Devrimlerinde görüldüğü üzere, radikal Rus siyasetinde kadınların atılımının öncüleri olduğunu biliyordu. Ancak oraya gelmeden önce, uluslararası sosyalist kadın hareketinin ne olduğunu ve nasıl bir rol oynadığını açıklamak için birkaç satır harcamak gerekiyor.
Uluslararası sosyalist kadın hareketi
Lenin’in de üyesi olduğu İkinci Enternasyonal’in sosyalist hareketi içinde, bir dizi eğilimi bir araya getiren bir Sosyalist Kadın Enternasyonali de gelişti. Bu hareketin belkemiğini, Clara Zetkin tarafından sömüren ve sömürülen sınıfların kadınları arasında “keskin bir ayrım” (reinliche Scheidung) ilkesi etrafında yapılandırılan ve sosyalistlerin elindeki demokratik taleplerin devrimci ve geçişken karakterini ortaya koyan Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin ve dolayısıyla İkinci Enternasyonal’in (1889-1914) proleter kadın hareketi oluşturuyordu.
Bazı biyografilerde feminist olarak adlandırılan Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg, yine de “kadın işçilerin burjuvazi ve küçük burjuvazi kadınlarıyla birlikte örgütleneceği tek ve birleşik bir kadın hareketi” yaratılmasını reddetmişlerdir: “Proleter kadınlar, tam siyasi eşitlik mücadelesinde burjuva kadınlara tutarlı ve güvenilir yoldaşlar olarak güvenemeyeceklerinin farkında olmalıdırlar” (Zetkin 1907).

Clara Zetkin
Clara Zetkin’in bu yönelimi çok önemlidir, çünkü Almanya’da 1914’te 174.754 üyeye ulaşan eşi benzeri görülmemiş bir işçi kadın kitle hareketinin gelişmesi için programatik bir temel oluşturmuştur. Bununla birlikte, Birinci Dünya Savaşı patlak vermeden önce 216.000 sendikalı kadına ulaştılar. Gazeteleri Equality: A Journal for the Interests of Women Workers ise kadın işçiler arasında kitlesel olarak dağıtıldı ve 1914 yılında 124.000 aboneye ulaştı.
Uluslararası sosyalist hareketin bir parçası olarak Lenin, 18-24 Ağustos 1907’de Stuttgart’ta yapılan Uluslararası Sosyalist Kongre’de Zetkin tarafından hararetle savunulan, sosyal demokrat partilerin kadınların oy hakkı mücadelesinde başı çekmesi yönündeki hareketi destekledi. Erkeklere oy hakkı verilmesi için mücadeleye başlayan ancak kadınların oy hakkı mücadelesini “daha sonraya” erteleyen Avusturyalı sosyal demokratların direncini de kırdı.
Uluslararası kadın hareketi birkaç konferans düzenledi. Biri 1907’de Stuttgart’ta, diğeri 1910’da Kopenhag’da Uluslararası Kadınlar Günü’nün ilanının onaylandığı ve ilk kez 1911’de evrensel kadın oy hakkı lehine etkileyici gösterilerle kutlandığı konferanslar. Bu konferans açıkça bir Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü niteliği taşımaktaydı ve bu niteliğiyle daha sonra bahsedeceğimiz 1917 yılında Petersburg’daki kadın işçi gösterilerinin tetikleyicisi olmuştur.
Bu konferansların üçüncü ve sonuncusu, Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı emperyalist barbarlığın ardından, Nisan 1915’te Bern’de acil şekilde gerçekleştirildi. Lenin, eşi Krupskaya ve Lilina Zinoviev’in de aralarında bulunduğu Bolşevik delegasyona Bern’e kadar eşlik etti. Orada sosyalist kadın hareketi, savaş kredilerine oy veren sosyal-demokrat partilerin ihanetinin ortasında proleter enternasyonalizminin ateşini canlı tutmaya çalıştı, ancak Zetkin ya da Rus Bolşevikleri tarafından savunulan devrimci yenilgicilik pozisyonunun aksine, çoğunluk tarafından kabul edilen kararlar Krupskaya’nın “kutsal pasifizm” olarak adlandırdığı şeyi yansıtıyordu. Bu kadın konferansını ünlü Zimmerwald Konferansı takip etti.
Lenin, parti inşası ve Rusya’da kadınların durumu.
1895 yılının sonunda, 25 yaşındayken, Lenin çok önemli bir kitap yazmak için hapishaneden çalışmaya başladı: Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi. Bu kitapta çiftçilerin köylü kadınların emeğini nasıl sömürdüğünü, toptancıların dantelcilerin emeğini nasıl sömürdüğünü ve fabrika işçiliğinin etkisiyle kadın işçilerin ufkunun nasıl genişlediğini anlatır. Marx ve Engels’in yazdığı gibi, Lenin de büyük sanayinin gelişmesinin Rusya’da kadınların tam anlamıyla özgürleşmesinin temelini oluşturacağına inanıyordu. 1897 yılında Rusya’da 2,5 milyon kadın sanayi işçisi vardı (fabrika işgücünün %25’i).
Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDIP) taslak programını hazırlamaya da hapishanede başladı. Lenin, kadınların taleplerini henüz yazılı hale getirilmemiş programa dahil etme ihtiyacı üzerinde düşündü. Krupskaia’nın açıkladığı gibi, Emeğin Kurtuluşu grubu tarafından hazırlanan taslak programa “kadın ve erkek haklarının tam eşitliğinin tesis edilmesinin” dahil edilmesi gerektiğini düşündü ve nihayet 1903’te RSDIP’nin 2. Kongresi’nde Parti programı kabul edildiğinde bu yapıldı. Bu çok önemli bir kongreydi çünkü tüzük tartışmaları, Lenin’in liderliğindeki Bolşevikler ve Martov’un liderliğindeki Menşevikler olmak üzere, gerçekte iki farklı anlayışı ifade eden iki eğilimin oluşmasına yol açacaktı.
Binlerce erkeği cepheye süren Birinci Dünya Savaşı, şüphesiz fabrikalarda çalışan kadınların oranının ikiye ve üçe katlanmasına katkıda bulunmuştur. Kadın işçiler, savaş ve ekonomik kriz nedeniyle yaşadıkları korkunç acılar karşısında siyasi olarak daha radikalleşmişlerdir. Çarlık Rusya’sında kadın işçiler için koşullar ne kadar korkunçsa, köylü kadınlar için de koşulların aynı derecede, hatta daha da kötü olduğunu belirtmek önemlidir. Ataerkil bir ideoloji ve dinin boğucu ağırlığı altında, yük hayvanından biraz daha fazlası olarak görülüyorlardı.
1905’teki devrimci olaylar sırasında, birçok Bolşevik kadın Rus kadın hareketinde çalışmaya başladı ve burjuva feminizminin sınıf ayrımcılığını ifşa etti. Benzer şekilde, Bolşevik parti basını da bir süredir kadın sorunlarına yer ayırıyordu. Mart 1913’te Bolşevik partinin kadınlar arasındaki çalışmayı yoğunlaştırma çabaları, ilk kez kutlanacak Emekçi Kadınlar Günü hazırlığı biçimini aldı.
Lenin, devrimci faaliyetinde, Marx ve Engels’in yaptığı gibi, aristokrasi ve burjuvazinin kadınların durumuyla ilgili çifte standartlarını ve ikiyüzlülüğünü eleştirmekte gecikmedi. Raboçaya Pravda (İşçi Gerçeği), No. 1, 13 Temmuz 1913 tarihli gazetedeki bir makalesinde Lenin, burjuvazinin uluslararası bir kongresinde fuhuşa son vermek için alınan başlıca önlemleri daha fazla din ve daha fazla polis getireceği gerekçesiyle eleştirir.
1914 yılında Parti, Lenin’in güçlü desteğiyle, Rabotnitsa adında, kadın işçilere özel bir yayın çıkarmaya karar verdi. Üç ayda bir yayınlanan bu dergi ilk yılında 12.000 adet basılmıştı. Savaşın zorlukları nedeniyle kesintiye uğradı, ancak 1917’de yeniden basılmayı ve Temmuz ayında yayınevinin tüm üyelerinin hapse atılmasına rağmen ilk sayısını yayınlamayı başardı.
Aynı yıl, 1914’te, Bolşevik Parti Merkez Komitesi, Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü toplantılarını desteklemekle görevli özel bir komite kurdu: fabrikalarda ve halka açık yerlerde, kadınların ezilmesine ilişkin temel konuların tartışıldığı toplantılar düzenlendi ve yeni komite bünyesinde, ortaya çıkan önerileri daha da geliştirmekle görevli temsilciler seçildi.
1917’de Bolşeviklerin etrafındaki fikir birliği giderek büyüyor ve kadınların partiye katılma talepleri de artıyordu. Rusya’da çarı deviren Şubat ayaklanmasını tetikleyen kıvılcımın, hem işçi hem de birçok durumda cephedeki askerlerin eşleri olarak ikili bir rol üstlenen tekstil sektöründeki kadınların grevi olduğu iyi bilinmektedir. Kadınlar, metal işçilerine kendilerine katılmaları için çağrıda bulundular ve günün sonunda başkent sokaklarında gösteri yapan 50.000 işçi vardı. Onlara, ekmek talep etmek için Duma’nın kapısına gelen ev kadınları da katıldı. O günün kahramanları arasında asker eşleri sendikasını örgütleyen sanayi işçisi Anastasia Deviátkina, Petrograd Sovyeti’nde Vyborg bölgesinin temsilcisi Nina Aghadzanova, asker barikatlarındaki eylemlerin örgütleyicilerinden biri olan Vyborg Parti sekreteri Zenia Ezeghorova ve diğerleri vardı.

Asker eşlerinin 23 Şubat 1917’de Nevski Bulvarındaki gösterileri
Şubat olaylarından sonra, o dönemde işçi sınıfının en geri tabakası olan çamaşırcıların grevi patlak verdi ve sadece Bolşevikler çamaşırhanelerin yerel belediyelerin kontrolü altında kamulaştırılması çağrısında bulundu. Yayın kurulunda tamamen devrimci davaya adanmış kadınların yer aldığı, savaş karşıtı toplantılar ve meclisler düzenleyen Rabotnitsa gazetesinin propagandası giderek daha merkezi hale geldi: her fabrikanın, çeşitli bölgelerin ilişkilerini tartışmak üzere haftalık toplantılar düzenleyen derginin yayın kurulunda bir temsilcisi vardı. Lenin, kadın işçileri sosyalizme yaklaştırmak için yeni stratejilere ve örgütsel modellere duyulan ihtiyaç üzerine birçok makale yazdı.
Lenin ve Rus Devrimi’nin ilk yıllarında kadınlar lehine çıkarılan kararnameler
Burada, başında Lenin’in bulunduğu Bolşevik partisinin önderliğindeki Ekim Rus devrimine geçiyoruz. Devrimle, tarihte heyecan verici bir sayfa açılmış oldu, çünkü ilk kez bir işçi hükümeti, siyasi iktidarı elinde bulundurarak, kadınlara yönelik asırlık ayrımcılığın kök saldığı ekonomik ve sosyal temelleri dönüştürmeye teşebbüs edebilecekti. İkinci Enternasyonal’in sosyalist kadınları tarafından savunulan ve Rus Bolşevik partisinin de savunduğu kadınların kurtuluşu programını hayata geçirme imkanı vardı. O dönemde Bolşevik Merkez Komitesinde sadece iki kadın vardı: Aleksandra Kollontai ve Elena Stasova. Varvara Yakovleva bir yıl sonra partiye katıldı, 1922’de Eğitim Bakanı ve daha sonra da Maliye Bakanı oldu.
Rus devriminin Sovyet kadınları için her alanda getirdiği muazzam ilerlemeyi anlamak için öncelikle içinde bulundukları durumun ne olduğunu bilmek gerekir. Proleter kadınlar atölye ve fabrikalarda günde 12-13 saat ağır ve dayanılmaz koşullarda çalışmaya zorlanıyor, erkek meslektaşlarının yarısı ya da üçte ikisi kadar kazanıyorlardı.
Annelik izin hakları olmadığı için, bazen aynı atölyede doğum yapıyorlardı ve bunun sonucunda işçi sınıfı ailelerin çocuklarının üçte birinden fazlası bir yaşına gelmeden ölüyordu. Çalışan kadınlar 30-40 yaşlarında sakat kalıyorlardı. Büyük çoğunluğu oluşturan köylü kadınlarsa, klise doktrinine göre mutlak itaat borçlu oldukları kocalarının kölelerinden biraz daha fazlasıydılar. Müslüman bölgelerde gelenekler kocalara eşlerini öldürme hakkı veriyordu. Rus kadınlarının %88’i okuma yazma bilmiyordu. Çarlık Rusya’sının medeni kanunu, bir kadının pasaport sahibi olabilmesi ya da bir işe girebilmesi için kocasının iznini almasını şart koşuyordu. Boşanma neredeyse imkansızdı. Kadının kocası tarafından saldırıya uğraması ayrılma gerekçesi olarak kabul edilmiyordu.
Wendy Z. Goldman’ın Women, the State and Revolution (Kadınlar, Devlet ve Devrim) adlı kitabında açıkladığı gibi, başında Lenin’in bulunduğu Bolşevik partisi, dört temele dayanan bir kadın özgürlüğü vizyonuna sahipti. Birincisi, “özgür aşk” ya da “özgür birliktelik”, yani ilişkilerin ekonomik kısıtlamalardan, ebeveyn kontrolünden, dini otoritelerin ya da devletin müdahalesinden uzak olması. İkincisi, kadınların ekonomik bağımsızlık yoluyla özgürleşmesi. Üçüncüsü, ev işlerinin toplumsallaştırılması. Ve dördüncüsü, ailenin kademeli ve kaçınılmaz olarak ortadan kalkması. Bu vizyon, göreceğimiz gibi, birçok siyasi, sosyal ve ekonomik nedenden dolayı ancak kısmen uygulanabildi. Ancak bugün hala bize öğretecek pek çok dersi mevcut.
Kapitalizmin ideologları bizlere kadınların çoktan özgürleştiğini söylüyorlar. Ancak bu sözlerin her birini incelediğimizde, çürüyen baskı ve sömürü sistemi devam ettikçe, kadınlar için bunların elde edilmesinin giderek zorlaştığını görürüz.
Goldman kitabında çekirdek ailenin şehirlerdeki ve kırsaldaki rolü ve evliliğin o günlerdeki işlevi hakkındaki tartışmaların, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Rusya’da dünyanın herhangi bir yerinde olduğundan daha ileri ve daha somut olduğunu ve Rus Devrimi’nin bunu hızlandırdığını, çünkü bu tartışmaların bir soyutlama olmaktan çıkıp somut önlemlerin alınması yolunda ilerlediğini söylüyor.
Tarık Ali, Lenin’in Dilemmaları adlı kitabında, Lenin’in “burjuva evliliğinin çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu ve pisliğini, çözülmesindeki zorlukları, koca için ahlaksızlığını ve kadın için itaatkârlığını, iğrenç derecede yanlış ahlakını ve cinsel ilişkilerini” kınamak için her fırsatı nasıl değerlendirdiğini anlatır. Ancak iyi bir materyalist olarak Lenin, ailenin ancak yeni işçi devleti bunun maddi koşullarını yarattığında ortadan kalkacağını, yerini daha özgür ve eşitlikçi başka ilişki biçimlerine bırakacağını düşünüyordu.
Lenin’e göre ev işleri kadınları eziyor, boğuyor ve aşağılıyordu. Önerdiği çözümler dönemin diğer devrimci liderlerininkiyle aynıydı: kolektif mutfaklar, çamaşırhaneler, tamir atölyeleri, kreşler, anaokulları vb. Çünkü yasal ya da kanun önünde eşitliğin kadınların ezilmesine son vermek için yeterli olmadığını, bunu başarmak için gerçek hayatta eşitliği sağlamak gerektiğini biliyordu.
Asırlardır süregelen toplumsal ve dini önyargıları bir çırpıda ortadan kaldırmanın kolay olmadığını, bunun zaman alacağını, ancak bunun için kadınların ezilmesini sağlayan maddi temellerin ortadan kaldırılmasının şart olduğunu biliyordu. Bu görevde, kadınların Sovyet devletini yönetme gibi muazzam bir göreve dahil edilmesini teşvik etmeye büyük önem verdi. Sadece eğitimli ya da Parti üyesi olan kadınları değil, tüm kadınları, köylü kadınları, partisiz kadın işçileri.
“Şimdiye kadar kadınların durumu köle olarak adlandırılmalarına neden olmuştur; kadınlar ev ekonomisinin yükü altında ezilmişlerdir ve onları bu durumdan yalnızca sosyalizm kurtarabilir. Ancak küçük çiftliklerden kolektif ekonomiye ve toprağın ortak işlenmesine geçtiğimizde, ancak o zaman kadınlar için tam özgürlük ve kurtuluş olacaktır. Bu görev zordur, ama şimdi, yoksul köylülerin komiteleri kurulduğunda, sosyalist devrimin gerçekleşeceği zaman yaklaşmaktadır.” (…) “Rusya’da, bencil burjuvazinin… istisnasız dünyanın tüm ülkelerinde el attığı, serfliğin ve Ortaçağ’ın çirkin bir devamı olan kadınların haklarının olmaması ya da yasal eşitsizliği kadar aşağılık, alçak ve iğrenç bir şey yoktur” (Lenin. Dördüncü Moskova Parti Dışı Kadın İşçiler Konferansı’nda yapılan konuşma, 23 Eylül 1919).
Lenin şöyle yazıyor: “Kadın işçilerin sadece yasalar önünde değil, yaşamda da işçilerle eşitlik sağlamasına ihtiyacımız var. Bunun için kadın işçilerin kamu işletmelerinin yönetiminde ve devlet yönetiminde giderek daha fazla yer almaları gerekmektedir. Yönetimde kadınlar çabuk öğrenecek ve kendilerini erkeklerle aynı seviyeye getireceklerdir”. (Lenin, Pravda, 1920)
Bolşevik Parti’nin lideri olarak Lenin, o yıllarda kadınlar lehine çıkarılan kararname ve önlemlerin çoğunu hazırladı ve denetledi. 1918’de, tüm zamanların en gelişmişi olan yeni bir Aile Kanunu kabul edildi, medeni nikahı tesis etti, boşanmayı mümkün olduğunca basitleştirdi ve daha sonra fiili birliktelikleri onayladı. Evlilik içinde ya da dışında doğan çocuklara eşit haklar tanındı. Özellikle de ebeveynlerin ayrılması ya da boşanması durumunda nafakaya erişim hakkı tanındı ki bu da yeni Sovyet hükümetinin başını bir hayli ağrıttı. Eşcinsellik suç olmaktan çıkarıldı ve “kişisel bir mesele” haline getirildi
1920’de devlet hastanelerinde ücretsiz kürtaj onaylandı. Çarlık Rusya’sında yaygın ve düzenlenmiş olan fuhuş, kadınların sömürülmesi ve aşağılanmasının en uç ifadesi olarak görülüyordu. Bununla birlikte, fahişeler suçlu sayılmıyordu, ancak kadınları fahişeliğe zorlayan nedenlere yönelik önlemler alınıyordu. Hastanelerde ücretsiz olarak bakıldılar ve kültürel seviyelerini ve istihdam edilebilirliklerini arttırmak için girişimlerde bulunuldu.
İktidara geldikten hemen sonra sekiz saatlik iş günü uygulamasına geçilmiş, kadınlar ve kız çocukları için gece çalışması ve madenlerde çalışma yasaklanmıştır. Annelik yardımları ve doğumdan önce ve sonra sekiz haftalık ücretli doğum izni onaylandı. Eylül 1918’de kadın ve erkeklere eşit ücret ödenmesini düzenleyen bir yasa kabul edildi. 1922’de onaylanan Toprak Kanunu, köylü kadınlara tarihte ilk kez toprağa eşit erişim, isterlerse aileden ayrılma hakkı ve toplumsal kararlara katılma hakkı tanıyordu, ancak var olan kültürel gerilik nedeniyle bunun pratikte uygulanması zor olacaktı.
İlk yıldan itibaren ve ekonomik duruma rağmen hükümet, kadınları ev işlerinin yükünden kurtarmak için kreşler, çamaşırhaneler, halka açık restoranlar ve diğer kuruluşlar oluşturmak için çaba sarf etti. Stalinizme kadar devam eden ve iç savaştan sonra daha da kötüleşen büyük bir sorun vardı. Bunlar “besprizorniky” denilen, sokaklarda dolaşan ve sayıları on binleri bulan çocuklardı, çünkü ya yetim kalmışlardı ya da anneleri onlara tek başlarına bakamıyordu. Sovyet hükümeti, potansiyel suçlu olma olasılığı da olan bu çocukları beslemek, barındırmak ve eğitmek için muazzam bir çaba sarf etti, ancak bu sorunu çözmek için sahip oldukları kaynaklar yetersizdi.
Kadınların hem kırsal hem de kentsel alanlarda yeni ve daha büyük sorumluluklar üstlenebilmeleri için devlet okuma yazma bilmeyen kadın kalmasın diye muazzam bir çaba sarf etti. Gerçek bir “kadın kültür devrimi” ile binlerce kadın kitlesel olarak teknik ve yüksek eğitime dahil edildi. 1928 yılında çeşitli kurslardaki kadın sayısı 83.137 iken, 1933 yılında bu sayı yarım milyonun üzerine çıkmıştır!
Kırsal alanlarda, tarımın kolektifleştirilmesi muazzam bir öneme sahipti. Kolektifleştirme, köylü ailelerin içinde yaşadığı izolasyonu kırdı, dinin köklerini kesti ve böylece kadınları yavaş yavaş özgürleştirdi. Bolşevik partisi bu bölgelere ilk özgürlük mesajı taşıdı: yerli kadınlar için jinekoloji ve çocuk bakım klinikleri kuruldu. Yine de bu, kolhozlardaki kadınların güvensizlik, alay ve hatta köylülerin en geri katmanlarından gelen şiddet ve düşmanca muhalefetin üstesinden gelmek zorunda kaldıkları çok zorlu bir mücadeleydi.
Zhenotdel
Kasım 1918’de, Sovyet Rusya’nın en uzak bölgelerinden geleneksel kıyafetler giymiş yaklaşık 1200 kadın işçi ve köylü, ilk Tüm Rusya Kadın İşçiler Kongresi için Moskova’daki Kremlin’in Birlik Salonu’nda bir araya geldi. Büyük bir coşkuyla karşılanan Lenin, kadınlara hitaben yaptığı konuşmada Sovyet hükümetinin kadınların statüsünü iyileştirmek için aldığı önlemleri anlattı ve onları daha aktif bir siyasi rol oynamaya teşvik etti:
“Şimdiye kadar hiçbir Cumhuriyet kadınları özgürleştiremedi. Sovyet gücü onlara yardım ediyor. Davamız yenilmezdir, çünkü her ülkede yenilmez işçi sınıfı yükselmektedir. Bu hareket yenilmez sosyalist devrimin yükselişini temsil ediyor” (…) ‘Tüm kurtuluş hareketlerinin deneyimi göstermiştir ki, bir devrimin başarısı kadınların devrime ne ölçüde katıldığına bağlıdır’ (Lenin 1918).
Bu Konferansın bir sonucu olarak, kadın işçiler arasında ajitasyon ve propaganda için komisyonlar kuruldu. Komisyonlar Ağustos 1919’da, 24 Eylül 1920’de koleradan ölmeden önce sadece bir yıl burada çalışan Inessa Armand’ın liderliğinde Merkez Komite Sekreterliği’nin Zhenotdel (Kadınlar) Bölümü olarak yeniden örgütlendi.
Onun yerine Aleksandra Kollontai geçti.

Aleksandr Kollantai
Zhenotdel kendi gazetesi Kommunitska’yı yayınladı ve liderlerinin üstesinden gelmesi gereken tüm zorluklara ve engellere rağmen, kadınların siyasete girmesinde, partinin, sendikaların ve Sovyetlerin çalışmalarına yönlendirilmesinde ve özel örgütsel ve propaganda önlemleri aldıkları proleter kadınların özel taleplerinin farkındalığını ve gerçekleştirilmesini teşvik etmede temel bir rol oynadı.
Kısacası, hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz ki, dünyanın hiçbir kapitalist ülkesi, hatta en gelişmişleri bile, kadınların kurtuluşunun ilerlemesi için ilk andan itibaren, Rus devriminin ilk yıllarında kadınlara verdiğini vermemiştir. Devrim ilerlediğinde, kadınların durumu da onunla birlikte ilerledi ve NEP döneminde olduğu gibi devrim geri adım atmak zorunda kaldığında ya da geriye gittiğinde, kadınların durumu da geriye gitti.
Üçüncü Enternasyonal ve Kadınlar
Bu dosyanın sunumunu uluslararası sahneye bir kez daha dönerek bitiriyoruz. Troçki gibi Lenin de Rus Devrimi’nin zaferini her zaman Avrupa’daki yeni devrimler için bir sıçrama tahtası olarak gördü. Bu nedenle, yeni işçi devletinin ve iç savaşın örgütlenmesinin ortasında, federalizmden ve seksiyonları kendi kapitalist hükümetlerine teslim olmuş olan İkinci Enternasyonal’in şovenizminden ve reformizminden kesin bir kopuşa işaret edecek yeni bir Enternasyonal örgütlemek için kahramanca çaba harcadılar ve sonuca uşlaştılar.
Üçüncü Enternasyonal, Mart 1919’daki ilk kongresinden itibaren kadınların katılımı sorununa yönelik tutumunu açıkça formüle etti. Lenin’in desteğiyle Birinci Komünist Kadınlar Konferansı toplandı ve 1920’de Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nde daimi temsiliyete sahip Kadınlar Arasında Uluslararası Propaganda Sekreteryası kuruldu. Üçüncü Enternasyonal, emekçi kadınların kurtuluşunun kendi eserleri olması gerektiğinin bilinciyle, proleter kadınları tam siyasi haklarını kazanmak için yalnızca kendi güçlerine ve sınıflarının gücüne güvenmeye çağırdı.
Lenin’in Anıları adlı kitabında Zetkin, Lenin’in kendisine kadınlar olmadan Rus devriminin mümkün olamayacağını nasıl söylediğini kaydeder: “onlar olmadan başaramazdık”. Lenin, 19 Temmuz – 7 Ağustos 1920 tarihleri arasında düzenlenen Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi’nin kadın sorununu derinlemesine inceleyememiş olmasından, gösterilen çabalara rağmen “hala uluslararası bir komünist kadın hareketine sahip değiliz ve ne pahasına olursa olsun bunu başarmalıyız” diye yakınmıştır.
Clara Zetkin, Lenin’in kendisine birçok “iyi yoldaşın” partinin “kadınlar arasında sistematik çalışma” için özel organlar kurması önerisine düşmanca yaklaştığını ve Lenin’in bu konuda oportünizme teslim olduğunu düşündüklerini söylediğinde Lenin’in öfkeyle tepki verdiğini açıklar. Lenin ona şöyle der: “Bolşevik partide bile kadın kitleleri arasında ajitasyon ve propaganda çalışmasının, onların uyandırılması ve radikalleştirilmesinin ikincil bir şey olarak görüldüğünün ve bunun kadınların ve çalışmalarının küçümsenmesinden başka bir şey olmadığının farkındayım”. (…) “Ne yazık ki, yoldaşlarımızın çoğu için hala şu söylenebilir: Bir komünisti kazıyın karşınıza bir erkek cahil çıkacaktır”.
Mariucha Fontana’nın Sınıfı Birleştirmek için Maçolukla Mücadele adlı kitabında açıkladığı gibi, “Lenin’in çabaları sonucunda bir kadın komisyonu örgütlemek ve kadın konferansları düzenlemek için İkinci Enternasyonal’den daha fazla alanı garanti eden Üçüncü Enternasyonal’de bile Clara Zetkin muazzam bir anlayışsızlıkla karşılaştı. Lenin’in desteği yardımcı oldu, ancak onun ölümüyle birlikte Clara ve kadınlar Üçüncü Enternasyonal’in liderliği konusunda birçok yenilgiye uğradılar.
Bu görüşmede Lenin, Zetkin’den “kadınlar arasında komünist çalışma üzerine bazı yol gösterici tezler” yazmasını istedi. Bu görüşmenin sonucunda Clara Zetkin, 22 Haziran-12 Temmuz 1921 tarihleri arasında düzenlenen Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongresi’nde kabul edilen ünlü Kadınlar Arasında Propaganda Tezleri’ni yazdı. Clara Zetkin’in devrimci kadın hareketine ilişkin raporunu dinledikten sonra Kongre birkaç karar kabul etti: 1) Komünistlerin uluslararası bağlarının güçlendirilmesi ve Komintern Uluslararası Sekreterliği’nin kadınlar arasındaki çalışmaya ilişkin görevleri üzerine ve 2) Kadınlar arasındaki komünist çalışmanın biçimleri ve yöntemleri üzerine. Bu tezler, Marksist hareketin bu konudaki teorik ve politik cephaneliğinde bir sıçramaya işaret ediyordu. Bu kararlar Enternasyonal için siyasi ve örgütsel yönleri ele alıyordu.
Siyasi boyutla ilgili olarak, kadınların kurtuluşunu sağlamak için sosyalist devrime ve sosyalist devrimi zafere ulaştırmak için komünist partilerin kadın kitlelerinin desteğini kazanmasına duyulan ihtiyaç vurgulanıyordu. Her iki hedefe de diğeri olmadan ulaşılamaz deniyordu. Kararda, kadın sorunlarının kadınlara özel olmadığı, özel taleplerin program dahilinde, ancak sosyalist devrimin genel davasının bir parçası olarak tüm proletarya ile ortak mücadele içinde gündeme getirilmesi ve ele alınması gerektiği açıklanıyordu. Bu bağlamda, kadın işçileri kapitalist sistemi reforme ederek kurtuluşlarının sağlanabileceğine inanmaya çağıran burjuva feminizmini mahkum etmenin önemi vurgulandı.
Örgütsel açıdan ise, parti içinde ayrı bir kadın örgütü olmaması gerektiğini, ancak kadınlar arasında çalışmak için özel organlar olması gerektiğini açıkladı. Her kesimin, liderlikten taban organlarına kadar partinin her düzeyinde faaliyet gösterecek bir kadın komisyonu örgütlemesini zorunlu kıldı. Partilere, bir yoldaşın bu çalışmayı ulusal düzeyde yönetme görevini daimi olarak üstlenmesini sağlama talimatı verdi ve çalışmayı denetlemek ve faaliyeti tartışmak ve koordine etmek için her altı ayda bir şube temsilcilerinin düzenli konferanslarını toplamak üzere bir Uluslararası Kadın Sekreteryası oluşturdu.
Lenin’in ölümü ve karşı-devrim
Lenin’in son mücadelelerinden birinin Stalin’in o dönemde Gürcistan’da ezilen milliyetlere yönelik muamelesine karşı olması tesadüf değildir. Lenin’in ve diğer Bolşevik liderlerin büyük çoğunluğunun cephede ölmesini fırsat bilen Stalin, 1930’da Zenotdel’in feshedilmesinin de bir ifadesi olduğu, kazanılmış kadın haklarını geri alma politikası izlemeye başladı. Eşcinsellik, serbest birliktelikler ve sözde zina 1934’te yeniden suç ilan edilerek en az sekiz yıl hapisle cezalandırılırken, boşanmanın önüne pek çok engel konuldu. İki yıl sonra, yeni Aile Kanunu kürtajı yasakladı.
Resmi devlet ideolojisi artık “güçlü sosyalist aile ”yi vurguluyordu. Stalinist tasfiyeler sırasında birçok erken devrimci hukukçu tutuklandı ve idam edildi. “Bu karşı-devrimci politika Rus kadınlarının ihtiyaçlarına karşılık vermiyor, toplumsal koşulları tamamen göz ardı ediyor ve kadınların üstlendiği ağır iş ve annelik yükünü büyük ölçüde ağırlaştırıyordu” (C. Toledo, Toplumsal Cinsiyet ve Sınıf).
Stalinist sanayileşmenin yarattığı kaos ve toprağın zorla kolektifleştirilmesi, düşük ücretlerle birleşince çalışan kadınların yaşam ve barınma koşulları büyük ölçüde kötüleşti. Bu durum, 1935’te ortaya çıkan stahanovist hareketle ve hepsinden önemlisi, kadınların kurtuluşuna giden yolda Bolşevik fikirlerin terk edilmesiyle birlikte, kadınlar için feci sonuçlar doğurdu.
Troçki, İhanete Uğrayan Devrim kitabında şöyle açıklıyor: “İşçi ve çalışan kadınlar, sosyalizmin gerçekleşmesi olarak sunulan sosyal baskı ve aile içi köleliğe maruz kalırken, yüksek bürokratların eşleri, özel marketler ağı ve ucuz kadın işgücü sayesinde gündelik endişelerden kurtulmuş olarak, polis baskısı geçici refahlarını bozmadığı sürece, boş zamanlarına vakit ayırabiliyorlar.” tabii ki polis baskısı geçici esenliğini bozmazsa.”
Stalinizm, emperyalist güçlerin endüstriyel ve ekonomik gelişimini yakalamak ve aşmak için kadınların iş hayatına katılımını sürdürmek ve güçlendirmek zorundaydı. SSCB’deki kadınlar, 20’li ve 30’lu yıllarda oy hakkı elde edemeyen ve Nazi ve faşist yasaların büyük bir gerilemeyi beraberinde getirdiği diğer Avrupa ülkelerindeki kadınlarla karşılaştırıldığında, daha fazla ekonomik bağımsızlık ve sosyal yaşamda daha eşit bir katılım elde ettiler. Ancak Sovyet kadınları bunun bedelini ağır ödedi.
Aileyi ve anneliği yücelten gerici bir aile politikası dayatıldı ve bunun amacı, iktidardaki bürokratik kastın ayrıcalıklarını korumaktı. Bu politika, ev işleri ve bakım sorumluluğunu kadınların omuzlarına geri yükledi, zorunlu annelik ve heteroseksüelliği dayattı ve burjuva cinsel ahlakına geri dönüşü sağladı. Ve en kötüsü, Goldman’ın da belirttiği gibi, “tüm bunlar sosyalizm adına yapıldı”.
Troçki, sürgünden, Lenin’in ezilen uluslar meselesinde (1939’da Ukrayna örneği), Stalinist SSCB içindeki siyasi devrim mücadelesinde kadınlar meselesinde ve ABD’deki siyahlar meselesinde genel yönelimlerini savundu ve uyguladı. Bolşevizmin devamı olan Troçkist teori ve program, tüm baskıların aleyhindeki mücadeleyi ağırlıklı olarak dahil etmeye devam etti. Ancak Stalinizm, teorik, programatik, politik ve pratik açıdan bu konuda da bir karşı devrim anlamına geliyordu. Tarihsel materyalizmden kopan ve kaba materyalizmi benimseyen metodolojik bir görüşü somutlaştırdı.
Stalinizm, burjuva, küçük burjuva, reformist kadın, siyahi ve LGBTI hareketlerine, dünyayı sosyal sınıfların varlığıyla değil, cinsiyet, ırk veya cinsel yönelim ayrımıyla açıklayan akımlar olarak yer açtı. 1960’larda ortaya çıkan radikal feminizm, ayrılıkçı stratejisiyle hem liberal reformist pozisyonlardan hem de Stalinizmden, yani “reel sosyalizm”den (ki bunu haksız bir şekilde Marksizm ve genel olarak sosyalizmle ilişkilendirdiler) uzaklaşmak istedi. Bu, komünist partilerin baskıları ikincil plana atmasının bir sonucuydu; bu partiler ayrıca kendi örgütleri içinde de baskı ilişkilerini yeniden üretiyorlardı.