SALDIRI ALTINDAKİ CHP’Yİ  “ANKARA”YA DÖNDÜRME ÇABALARI

SALDIRI ALTINDAKİ CHP’Yİ  “ANKARA”YA DÖNDÜRME ÇABALARI

Rejimin saldırısı altındaki CHP, bünyesindeki birtakım “devlet adamları” eliyle yeniden asli yerine, yani  “devlet çizgisine”  çekilmeye çalışılıyor. Vakti zamanında devleti kurmuş ve her daim bu devletin “sorumluluğunu” duymuş bir partinin, yeni liderliği altında sokaklarda dolaşmaktan evinin yolunu unutmasının, kitleleri hareketlendirmesinin elbette “devlet sorumluluğuyla” bağdaşır bir yanı yok!  Bu, devlet geleneğimize de aykırı bir durum. Pek çok yerde olduğu gibi bizde de demokrasi, eğer çok lazımsa, seçimler dışında ahalinin mümkün olduğunca dahil edilmemesi gereken bir rejimdir. Sokağa inmiş bir demokrasi, egemen sınıflar ve onların siyasi gücü olarak devletin güvenliği (milli güvenlik!) açısından tehlike teşkil eder. Sokaktaki kalabalıkların bazı hallerde ilk sokağa çıkma amaçlarının ötesinde geçtiği görülmemiş bir şey değildir. Nitekim benzer bir gelişmenin ilk emareleri son zamanlarda buralarda da görülüyor. Büyük ölçüde CHP’nin çağrısıyla başlayan ve 19 Mart’tan bu yana süren eylemlere katılan kitleler, sorunun kendileri için İmamoğlu’nun tutuklanmasının ötesine geçtiğini ifade ediyorlar.

CHP’yi “Ankara Siyaseti”ne Döndürmek!

Sorun rejim açısından da,  başarı şansı çok yüksek bir muhalefet adayının içeri alınmasıyla sınırlı değil. Saray birkaç koldan, işe bu defa halkı da dahil ederek uzun yıllardır görülmemiş bir performans sergileyen CHP’ye saldırıyor. Rejimin gözünde CHP adeta Kürt siyasetinin yerini almış durumda! Bu alışılmış bir saldırı değil.  Bu nedenle “tarihsel” bir anlam taşıdığı bile söylenebilir. CHP neticede devletin kurucu partisi. Buradan yola çıkarak, özüne dokunmasa da devlete yeni bir şekil vermekte olan Saray rejiminin, eski rejimin son izlerini de silme sürecinde CHP’yi tamamen tasfiye etmeyi amaçladığı da söylenebilir. Ancak bu, şimdilik de olsa,  saray rejiminin gücünü aşacak çok iddialı bir hedef olur. Bu nedenle rejim daha gerçekçi davranarak öncelikle CHP’nin sokaktan çekilmesini, “Ankara siyaseti”ne dönmesini, inisiyatifi kaybederek pasif savunmaya çekilmesini sağlamayı hedefliyor.  Böylece Ana Muhalefet Partisi, her salı günü “yeni bonapartist” bir rejim altında işlevlerinden epeyce arındırılmış bir parlamentodaki grup kürsüsünden esip gürlese de gerçek bir mücadele gücünden mahrum hale gelecek. CHP’ye hem eski Genel Başkan Kılıçdaroğlu hem de RTE tarafından yapılan “mücadeleyi hukuki alana çekme”, yani pratikte olmayan bir alanda dolanıp durma ve “Ankara merkezli siyaset yapma” çağrısının anlamı bu. Bu şekilde CHP, rejimin “kendisinden beter bir şeye dönüşme” sürecinin bir aşamasında tamamen hizaya sokulup eski rejimin zavallı bir kalıntısı ve başarısızlık örneği olarak otokratik rejimin gücüne ve yıkılmazlık imajına katkı sağlar hale getirilmek isteniyor. Bugünkü eylemli halinden endişeye kapılarak, yine o en düzen yanlısı haliyle sokaklardan, meydanlardan çekilmesi halinde CHP’nin düşeceği durum budur.

Oysa iktidarın stratejisini boşa çıkarmanın, örneğin CHP yönetiminin rejimin denetimine geçmesini, partinin felç edilmesini ve sonrasında olacakları engellemenin başlıca yolu, devasa boyutlarda kitle hareketlerinin örgütlenmesi ve sürekliliğinin sağlanması. “Yok artık o kadarını da yapamazlar” enayiliğine yer kalmayan bir zamanda rejimin, önündeki asıl engel olarak gördüğü kitlelerin gücünü daha en başından pasifize etmeye çalışmasının ve onları moral bozukluğu içinde geri çekilmeye zorlamasının nedeni bu. Bunun da ötesinde ortada muhtemelen CHP’yi geleneksel çizgisine çekmeyi amaçlayan bir DEVLET girişimi de var; Kılıçdaroğlu ve CHP içindeki taraftarları, bu “derinlerden” gelen, sokaktan çekilip Ankara’ya dönme talebinin sözcüleri!

CHP, geçmişteki gibi bir kez daha arabayı üzerine süren RTE’nin önünden kaçarsa, kendini en iyi ihtimalle, bütün siyasi ve toplumsal güçleri rejimin ardında hizalamayı amaçlayan bir “iç cephe”de “majestelerinin muhalefeti” olarak bulacaktır!

CHP’nin Sınavı ve Sosyalist Sol

Bütün bunlardan dolayı, yeni yönetimi altında CHP, sadece kendi geleceği açısından değil, Türkiye’nin geleceği açısından da ciddi bir sınavla karşı karşıya. Ancak ülkenin siyasi tarihine ve partinin geçmişine bakıldığında bu tür dönüm noktalarında CHP’nin “devletçi” ve “düzenperest” geleneğinden ve daha da önemlisi sınıfsal konumundan kaynaklı çok ciddi sınır ve zaafları olduğu görülür. Daha amiyane tabirle CHP’nin mücadelenin çok kritik bir aşamasında “su koy verme” ihtimali vardır! İşin kötüsü bugün için Ana Muhalefet’e kendi solundan gelen güçlü bir baskı da yoktur.  Aksine sosyalist sol bugünkü haliyle, rejimin sertleştiği ve daha da sertleşeceği bir dönemde kitlesel bir muhalefet açısından çok büyük ölçüde CHP’nin açtığı ve açacağı alanlara muhtaç durumdadır. Bu durum aynı zamanda (zaten var olan ideolojik yakınlıkların da sağladığı kolaylıkla!) sosyalist solu (üstelik son derece hayati gerekçelerle!) CHP’ye daha bağımlı hale getirecektir. Önemli bir güç kaybı yaşıyor olsa da rejimin varlığını sürdürebilmek için giderek saldırganlaştığı ve gericiliğin daha dar, ancak en radikal ve militan kesimleriyle sokaklarda daha yakın ve aleni işbirliklerine girmeye başladığı bir dönemde, sosyalist solun varlığını sürdürebilmek ve “sokağa” çıkabilmek”, hatta “hayatta kalabilmek”  için CHP’den ve yarın öbür gün her biri bir yana dağılabilecek “demokratlardan” öte daha sağlam güçlere, ittifaklara,  öz savunma da dahil,  hazırlıklara  ihtiyacı vardır. Sıranın kolayca sosyalist sola gelebileceği bir dönemde, toplumun geniş kesimlerini peşinden sürükleyebilecek sınıf temelli birleşik bir mücadeleden, daha açık bir ifadeyle grev komitelerinden başlayarak çeşitli kitle seferberlik organlarına dayalı bir mücadeleden daha sağlam bir yol yoktur. Unutmayalım, özgürlük işçilerle gelecektir…

Yazar Hakkında