PEKER’İN “İÇTEN” İTİRAFLARI VE SONU SARAY DARBELERİNE VARABİLECEK BİR İKTİDAR KAVGASI

PEKER’İN “İÇTEN” İTİRAFLARI VE SONU SARAY DARBELERİNE VARABİLECEK BİR İKTİDAR KAVGASI

“Organize suç örgütü lideri” Sedat Peker’in peş peşe gelen açıklamaları, nedenleri ve muhtemel sonuçları itibariyle, rejim üzerinde ciddi hasarlara yol açacak bir krizin işareti. Bu açıklamaları, uzun süredir daha örtülü yöntemlerle sürdürülen, ancak rejimin güç kaybına paralel olarak şiddetlenip aleniyet kazanan bir iç çatışmanın nedeni değil, sonucu olarak görmek gerekiyor. Peker’in ifşa ettiği sırların aslında malumun ilamı olduğu sıklıkla dile getirilse de, hemen herkesi hayret ve dehşete düşüren pek çok detayla dolu olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu ifşaat zinciri aynı zamanda, yeni rejimin nasıl bir çıkar ve ilişkiler ağı üzerine oturduğu konusunda da son derece aydınlatıcı.

Hemen her burjuva rejiminin çoğu zaman  “derin” kuytuluklarda gizlenen kirli, kanlı, karanlık ve mafyatik bir yönü vardır. Bu yön, rejimin derin bir çürüme sürecine paralel olarak güç kaybettiği ve bu sürecin bir aşamasında kaçınılmaz bir krizin içine düştüğü durumlarda açık ve belirleyici bir nitelik kazanır. Paylaşım savaşları, iç rekabet ve çatışmalar en çirkin ve kanlı yüzleriyle açığa çıkarlar. Bizde de (dönem dönem) yaşanan budur.

Bugün Türkiye’yi ele geçirmiş olan güç, bu yeni rejime öngelen uzun bir zaman boyunca, 2007’deki “367 Krizi”, 2013’teki “17-24 Aralık”, 2016’daki “15 Temmuz ” gibi çok ciddi krizler yaşamış olsa da, bu defakinin diğerlerinden önemli bir farkı vardır. Bu son kriz, bir yükseliş ve zirve döneminin değil, ekonomik-toplumsal bir bunalımın, derin bir yoksullaşmayla bütünleşen başarısız bir salgın yönetimiyle kesişerek derinleştiği, her şeyin hızla çürüyüp kokuştuğu bir dönemin “eseridir!” Üstelik, artık rejimin kitleleri yönlendirebileceği bir “hikâyesi”, bir gelecek vaadi de yoktur.  Hızlanan gerileme ve güç kaybı,  rejimin unsurları açısından bir yönüyle panik, dağılma, saf değiştirme, birbirini satma eğilimlerini harekete geçirirken, bir başka yönüyle iktidarın her ne pahasına olursa elde tutulması, maddi-siyasi bütün güç kaynaklarının ele geçirilmesi, rakiplerini saf dışı bırakarak iktidara el koyma eğilimlerini de harekete geçirmektedir. Ancak henüz meydan boş değildir. Rejimin Kurucusu, eski karizmasına, kontrol ve ikna gücüne sahip olmasa da hâlâ en güçlü karar vericidir. Dolayısıyla daha hayattayken onun yerini almak için yapılacak erken bir hamlenin bir tasfiyeyle karşılaşacağı aşikârdır. Tabii, bu “genel olarak” böyledir. Rejimin kurucusunun ve inşa ettiği rejimin güç kaybedip gerilemeye başlaması, iktidara ilişkin uzun vadeli hesap ve hazırlıkların erkene alınıp hızlandırılmasına neden olur.

 Sedat Peker’in ifşaatıyla açığa çıkan çatışma böyle bir sürecin ürünüdür. “Milliyetçi-mukaddesatçı” gericiliğin “ebedi iktidarı” hedefiyle inşa edilen bir rejimin sallanmaya başlaması, bu “tarihsel fırsatın” kaçabileceği endişesine kapılan rejim içi güç odakları arasındaki saflaşma, rekabet ve çatışmaları hızlandırmış, bazı hamlelerin erkene çekilmesine yol açmıştır. Taraflar, her ne kadar “Açıklamaların hedefi Türkiye’dir!” falan deseler de, hedefin ne olduğu konusunda net düşüncelere sahiptirler. Örneğin Peker’in en ağır suçlamalarına maruz kalan İçişleri Bakanı bir televizyon kanalındaki mülakatında üstü açık veya kapalı biçimlerde rejim içi rakiplerini tehdit etmiş ve lafı, rejimin tepesindeki şahsı da hedef alarak “Ben yoksam siz de yoksunuz!” demeye getirmiştir. Kısacası, söylenenler ve yaşananlar sonu bir dizi “saray darbesine” varabilecek rejim içi bir iktidar kavgasına işaret etmektedir. Bunu “yeni-Bonapartist” rejimin siyasi karşıtlarına ve düşman sınıflara karşı bir “iç savaş rejimine” dönüşme sürecinde yaşanan rejim içi bir “iç savaşın” işareti olarak da kabul edebiliriz.

Rejimin çökmeyip de bir dizi iç çatışma ve saray darbesi yoluyla ayakta tutulmaya çalışılması halinde süreç, işlerin zıvanadan çıktığı bir noktada, artık  bütün kurumlarıyla rejimin denetimine girdiği düşünülen “Devlet”in daha üst düzeyde müdahalesiyle sonuçlanabilir. Bu tür ihtimallerin ne zaman gerçekleşeceği tamamen krizin derinliğine, olayların hızına, sınıflararası ilişkilere, iç ve dış koşullardan etkilenen güç dengelerine bağlıdır. Ekonomik ve toplumsal krize bir rejim krizinin de eklenmeye başlandığı bir dönemde bu  gidişatın karşımıza çıkardığı görevleri yerine getirmeye yönelik devrimci bir hazırlık şarttır. Aksi halde had safhada sınıfsal bir sorunun çözümü, emekçi sınıfların dışında, tamamen sermaye sınıfının insafına ve gerici güçler arasındaki  kavganın sonuçlarına bağlı kalacaktır.

Sedat Peker’in “içten” konuşmaları sermaye düzeninin, çeşitli “kutsallıklarla” örtülmeye çalışılan gerçek yüzünü bir kere daha açığa çıkarmıştır…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında