Başlarken

Çok uzun zamandır ciddi saldırılar, yenilgiler ve akıl almaz savrulmalarla “toz duman” içinde kalmış bir toplumsal-siyasi atmosferden ve kaosun içinden geçiyoruz.

Bizlere kapitalizm tarafından vaat edilen bu değildi oysa. Kitlesel kıyımlar, bölgesel savaşlar, açlık, yoksulluk, işsizlik, bireysel cinnetler, kadınlara ve farklı cinsel kimliklere yönelen şiddet, belki de tarihin hiçbir döneminde en azından, insan varoluşunu bu kadar tehdit eder hale gelmemişti. Son 10 yıl içerisinde, bir dünya savaşı olmaksızın, milyonlarca insan çatışmalarda hayatını kaybetti. Kitlesel göç basit bir haber altyazısı artık. Vaat edilen bu muydu?

İnsan varlığının sürmesi üzerindeki tehdit bir yana, gezegen için de alarm çanları çoktan çalmaya başladı. İlk defa insanlar “havanın nasıl olacağına” dair bu kadar ilgili hale geldi. Hepimiz gezegenin felaketini gündelik yaşamlarımızda görmeye başladık. Gezegen üzerindeki felaket, Kuzey kutbunda eriyen buzullardan daha yakında, sokağımızda, arabaların üzerine örtülen battaniyelerde artık… “Sağlıklı, doğal yiyecek” artık yeni bir pazara dönüşmüş durumda ve ancak “şanslı” bir azınlık tarafından tüketilebiliyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde içme ve/veya kullanma suyunun yeni kıyımlara ve savaşlara neden olacağı söyleniyor. Derelerden akan suların hangi büyük şirket tarafından satın alındığı bir borsa değeri manzumesi artık. Kuraklık, diğer yanda oluşan büyük sel felaketleri ile uyumsuz görünse de aslında hepsi aynı nedenden kaynaklanıyor.

Küreselleşme ile birlikte her birimizin küreselleşerek zenginleşeceğini söyleyen tezlere inanan kalmadı. Giderek daha fazla sayıda, daha derin ve frekans aralıkları kısalan bir biçimde krizden krize yuvarlanıyor, kapitalizm. Bütün bunlardan çıkış için, emekçi yığınlara zorla içirdikleri acı ilaçlardan başka bir çözümleri de yok.

Kitleler haksızlıklara karşı direniş hikayeleri de yazdılar, Yunanistan’da, Gezi’de, Arap ülkelerinde, Fransa’da, Brezilya’da… Onlarca ülkede düşen bir kıvılcım, tarihte hiç görülmemiş mücadelelere zemin hazırladı bir yandan. Bütün bu karanlık tabloyu parçalayan umut çiçekleri birer ikişer çekildi sonrasında. Yenilgiye uğradı, kahramanca atılımlarına rağmen. Ellerde kalan ise öfkenin her türü ve umutsuzluk artık…

Bütün bunlara başat şekilde, sosyalist sol, bir alternatif olarak karşılığını bulmuyor. Yoksul halk, gecekondular, işçi kentleri hala yeni tip bonapartları destekler gibi görünüyor. Sosyalist solun dilinde, entelektüel kapasitesinde, gündelik hayatında oluşan fark, makasın giderek daha da açılmasına neden oluyor.

Kırmızı Gazete, yayınına böyle bir dönemde başlıyor. Sınıf mücadelesinde sınanan pratiği ve yine tarihin kantarında sınanmış ilkeleri kendine pusula etmeye devam ederek.

Kırmızı Gazete bulunduğu her yerde bu öz örgütlenmelerin kurulması için mücadele edecek. Bunu her türden angajmandan bağımsız olarak yapacak. Özgür bir akıl ve kolektif bir çabayı, ilkeler ve deneyimlerle birleştirerek, dünya ve Türkiye sınıf mücadelesine katkı sunmak en temel hedefi.

Kendiliğinden mücadelelerin, ancak bir “irade” ile taçlandığında başarılı olacağını düşünüyoruz, partisiz parti, örgütsüz örgüt kutsamalarının, kitleleri her dönemde savunmasız bıraktığını ve yenilgiye uğrattığını öğrendik.

Her türden bürokratik hegemonyanın karşısında duvarcı ustalarının sabrıyla duracağız. Kırmızı Gazete deneyimini büyük oranda, bürokrasiye karşı yapılmış tarihsel mücadelelerden alacak.

Örgütlenmenin ve bir araya gelmenin gücü ve mutluluğu ise tek karşılığı olacak Kırmızı Gazete’nin yürüyüşünün.

Başlamak zordur, başlanılanı sürdürmek, hatalarından ders alarak, daha da zor.

En içten selamlarımızla,

Kırmızı Gazete yayın kurulu.