Fransa’daki “Sarı Yelekliler” eylemlerine RTE’nin gösterdiği tuhaf ilginin nedeni ne ola ki? Önce “İşte terör, medya nerede; bizde olsa hemen gelip saniye saniye canlı yayın yapardınız!” türü her zamanki lafların ardından “Fransız polisinin orantısız güç kullandığından” dem vuran RTE’nin derdini anlamak lazım! Hem de beş yıl önceki “Gezi kâbusunu” hortlattığı, hatta bunun üzerinden bir siyasi tutuklama kampanyası başlattığı bu günlerde. Reis’in “Sarı Yelekli” tepkisinin iki nedeni var: Bir tanesi, Avrupa’nın son birkaç yıldır kendisine ettiklerinin hıncını almak! Bu bir yanıyla yukarıda özetlediğimiz “Alın size ‘terör’; bizde olsa…” tepkisi. Yani bir anlamda “Hepimizin başında aynı dert; o nedenle birbirimizi görmezden gelelim” tavrı! Fransız polisinin sert tutumuna ilişkin söylem de elbette “demokratik-özgürlükçü” falan değil, aynı minval üzerinden; yani “Siz döverken iyi, biz döverken mi suç oluyor..!?”
Tepkinin bir diğer ve asıl önemli nedeni ise hareketin yol açtığı “Gezi” çağrışımı. Hem de yerel seçim hazırlıkları kapsamında Gezi’yi sonsuz bir dış komplo ve de adeta bir milli felâket olarak gündeme taşıdığı günlerde ortaya çıkan ve şimdilik Fransa ile sınırlı olsa da bütün Avrupa’nın üzerinde dolaşmaya başlayabilecek bir hayalet olarak! Aslında kötü bir tesadüf!
RTE’nin Gezi dönemeci…
“Gezi” mâlum, RTE’nin gerçekten unutamadığı bir kâbus. Zaten AKP içindeki eski ve yeni muhalifleri de, bizim de dört küsur yıl önce belirttiğimiz üzere*, Gezi’nin RTE’nin bütün dengelerini bozan asıl neden olduğunu söylüyorlar.
RTE, geldiği noktada ayakta kalabilmek için bir “sistem” değişikliğinin yetmeyeceğini, bunun ancak bir “rejim” değişikliği ile mümkün olabileceğini anladıktan sonra adeta “bambaşka” bir yüzünü ortaya çıkardı. Her başarının giderek daha sert, kamplaştırıcı ve çatışmacı politikaları zorunlu kıldığı sonraki beş yıl boyunca Gezi her defasında sadece seçmen kitlesine yönelik bir “manipülasyon” ve “korkutma” aracı olarak değil, aynı zamanda RTE’nin ruhunda silinmez izler bırakmış bir “fobi” olarak da gündeme geldi. Yani RTE’nin toplumun kendi yanında yer alan bölümünü korkutmak amacıyla kullandığı bir olgu, aynı zamanda kendisinin de en fazla korktuğu şey oldu!
Gezi’nin son derece “ulusalcı” bir söylemle (Soros’lar, Kavala’lar vs…) yeniden gündeme getirilmesini sadeceyerel seçim kampanyası kapsamında “geleneksel” bir RTE taktiği olarak ele alamayız. Konunun yeniden gündeme getirilmesi aynı zamanda ve esas olarak, ağırlaşan bir ekonomik krizin, diğer kriz dinamiklerini harekete geçirme ve şiddetlendirme ihtimali ile ilgilidir. Böyle bir dönemde patlayabilecek yeni bir “Gezi”, RTE için şimdiden bilinemeyecek pek çok sonuca gebedir. Avrupalılara karşı kullanmaya çalışsa da, “Sarı Yelekliler” eylemi bu nedenle RTE ve yeni rejimi için ürpertici bir hatırlatmadır.
Gezi’den ders çıkarmak
Tabii, sorun sadece RTE’nin korku ve endişeleri ile ilgili değildir. Bu tür önemli ve epeyce potansiyel yükleri olan olaylar toplumun her kesimi açısından çok fazla sayıda korku, endişe, panik, hesap, umut ve beklentiye yol açar. Böylesine gelişmelerin, insan zihinlerinde birbirleriyle tamamen zıt yönde yansımalar yaratması kaçınılmazdır. Yeni bir “Gezi” ihtimali, kimilerinin zihninde en gerici korkulara, komplo teorilerine yol açarken, özgür bir gelecek umudu yaratma peşinde olanların zihinlerinde tam tersi yönde yansıyor. Mesela biz devrimci sosyalistler, yeni bir Gezi’nin rejim karşıtı eyleme, bir “ön devrimci duruma” ve elbette uygun koşulların oluşmasıyla bir “devrimci duruma” dönüşmesini istiyoruz. Ama aynı zamanda istek ve beklentilerle yetinemeyeceğimizi; aynı zamanda hazırlıklı olmamız gerektiğini de biliyoruz. Ancak hiçbir hazırlık “sıfırdan” başlamaz. Üstelik tarihte hiçbir toplumsal olgu bir öncekinin tekrarı değildir. Bu, konumuz bağlamında, evvela daha önceki “Gezi”den çok dikkatli ve detaylı bir biçimde dersler ve sonuçlar çıkarmak; daha önceki tarihsel deneyimlerin bir sonucu olan teorileribu derslerin ışığında elden geçirmek, gerekiyorsa değiştirmek veya mutlaka zenginleştirmek; ardında da bu sonuçları gelecek bir “Gezi”nin muhtemel koşullarında nasıl uygulayacağımızın, işlevsel kılacağımızın hesabını yapmak zorundayız. Bu çaba, aynı zamanda gelecek bir “Gezi”nin önümüze çıkartacağı görevleri; bu eylemi, rejim karşıtı bir kitle seferberliğine, yani bir “devrimci duruma” dönüştürecek toplumsal, sınıfsal, siyasi vb. araçların neler olduğunu belirlememize yardımcı olacaktır.
Ancak kabul etmek gerekir ki, aradan beş yıl geçmesine rağmen RTE’nin bir türlü unutamadığı Gezi, küçümseyici bir “proleter devrimci ilgisizlik” içinde olanlar bir yana, onu var edenlerin, yani bizzat kendi öznelerinin “yaratıcı ilgisine” dahi bir türlü mazhar olamadı! Eksikleri ve fazlalarıyla aslında çok şey olan Gezi, onların zihninde giderek silinen bir “hayale”, hatta sonuçları itibariyle bir “umutsuzluğa” dönüştü. Gezi’nin ne olduğuna, gerçek eksik ve fazlalarına dair derinlemesine bir analiz; onun somut gerçekliği üzerinden teorik, politik, teknik, taktik ve stratejik bir çalışma yapılamadı. “Herkesin bildiği kadarını öğreneceği” ilkesine uygun bir biçimde, muhtemelen herkes, neredeyse bütün bir 2013 yazı boyunca yaşananların kendilerini nasıl haklı çıkardığını yine kendi arasında konuştuktan sonra Gezi’yi unutmayı tercih etti! Kısacası, en azından bu konuda, beş yıl önce yaşananları çok haklı nedenlerle bir türlü unutamayan RTE’ye çok şey borçluyuz!
Bu defaki…
Yeni bir “Gezi” ihtimaline yaklaşımımızın ne olası gerektiği konusundan önce kısaca yeni bir Gezi’nin ne tür ihtimalleri içerdiği konusuna kısaca bir değinelim. Çok açık bir biçimde yeni bir “Gezi”nin ilkinden çok daha “kanlı” geçeceğini söyleyebiliriz. Böyle bir sonuca varmamızın öncelikli nedeni bizim “karamsarlığımız” değil, doğrudan Saray ve iktidar çevrelerinden gelen tehditlerdir. Özellikle 15 Temmuz sonrası dönemin iktidar söyleminde Gezi giderek daha sık biçimde dış destekli bir “darbe girişimi” olarak tanımlanmaya başladı. Bu tanımın artık tamamen “oturduğu” ve bu nedenden dolayı iktidarın yeni bir “Gezi”ye karşı tutumunun doğrudan birdarbe bastırma operasyonubiçimini alacağı havuz medyasının militan köşe yazarları tarafından da açık açık ilan ediliyor. Bunun yine de bir “söylem” olduğu ileri sürülebilir. Ancak öyle değil. “Köşelerden” yükselen tehditlerin ciddiyeti, hem 15 Eylül ve ardından çıkan sokak görüntüleri, hem daha sonraki paramiliter örgütlenmeler, hem de inşa edilen “iç savaş rejiminin” nitelikleri ve doğrudan yeni rejimin kurucusunun siyasi taktikleri ve alenen ortaya koyduğu niyetlerle doğrulanıyor. Yani bu defaki “Gezi”nin, geçen defakinden farklı biçimde, “evde güçlükle tutulan yüzde ellinin” silahlı devlet güçleri korumasında ve elbette faşistlerin de katılımıyla sokağa salınmasıyla sonuçlanabileceğini söyleyebiliriz. Nüfusun iktidar partisini desteklemeyen kesimlerinin (bir iç savaş rejimine yakışır biçimde) “millet dışı-gayrı milli” ilan edilmesinin başka bir sonuç vermesi zaten beklenemez!
Dolayısıyla yeni bir “Gezi” durumunda eylemin karşı karşıya bulunduğu (kuvvetle) muhtemel tehlikeler konusunda çok daha dikkatli ve hazırlıklı olmak gerekiyor.
- “İç Savaş Rejimine Doğru” Nisan 2014