Tam 39 yıl olmuş. Daha sonraları “demokrat” taklidi yapsalar da bu memleketin büyük sermayesi ve her cins ve meslekten destekçileri paşalarına ve onların “ölümsüz” eseri 12 Eylül’e çok şey borçludur.
Bugün Türkiye’de darbenin kendisine karşı çıkıp da son derece faydalı sınıfsal, sosyal, siyasal ve ekonomik sonuçları konusunda pek bir rahatsızlıkduymayan epeyce bir kesim vardır. Üstelik bunların önemli bir bölümü, paşaların bir darbe gerekçesi olarak ileri sürdükleri “terör ve anarşinin” çok büyük oranda teşvikçi, planlamacı ve uygulayıcılarıydı. Yani dönemin siyasi cinayet ve katliamlarının önemli bir bölümü resmi, yarı resmi ve gayrı resmi sermaye tetikçileri tarafından bir darbeye gerekçe oluşturmak amacıyla gerçekleştirilmişti. O nedenle 12 Eylül deyince, ortaya bir sonuç olarak çıkan şiddet dalgasından önce, darbenin asıl nedenleri üzerinde durmak gerekir. Hani, “Bir cinayetin failini bulmak için o cinayetin en çok kime fayda sağladığına bakmak gerekir” derler ya; 12 Eylül cinayetinde de öncelikle darbenin en çok kimin işine yaradığına bakılmalıdır. Yani katilin kimliği bellidir!
Bir sınıf darbesi
12 Eylül bir “sınıf” darbesidir. İşçi sınıfını ezmek için yapılmıştır. Amacı, iflas etmiş bir sermaye birikimtarzının yerine konulmaya çalışılan bir başka birikim tarzının önündeki ekonomik, sosyal ve siyasal engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Asıl efendinin kim olduğunu anlamak için, hükümeti devirmek amacıylaburjuva basınında çarşaf çarşaf yayımlanan TÜSİAD bildirilerine, 24 Ocak ekonomik programına, MESS Başkanı Turgut Özal’ın önlenemez yükselişine, TİSK Başkanı Halit Narin’in “Hep işçiler güldü, gülme sırası şimdi bizde!” açıklamalarına bakmak kâfi. Tabii, darbe döneminde Boğaz’daki işveren yalılarında ve Kalender Orduevi’nde hazırlanan çalışma ve sendika yasalarını da unutmamak şartıyla…
Paşaların yaptığı, sermayenin kendi fiziksel gücüyle başaramayacağı bir şeyi, örgütlü işçi sınıfı hareketini silah zoruyla ezmekten ve Türkiye mali sermayesinin “yüzünü güldürmekten” başka bir şey değildi. Yani “bizim çocuklar” diye söz ettiği paşalara her türlü destek, cesaret ve lojistiği sağlamış olsa da, 12 Eylül’ün ardındaki güç ve saik öyle tek başına, her şeye kadir “soyut” bir emperyalizm ve onun “bilmem neleri” falan değil, en başta varlık telaşına düşmüş Türkiye kapitalizmi ve onun öz be öz çıkarlarıdır. Çok önemli olsa da emperyalizmin rolü, sadece SSCB’ye karşı “Yeşil Kuşak Projesi” vb. jeopolitik konularla sınırlanamaz; dünyaya egemen olan uluslararası mali sermaye ve onun önde gelen vurucu gücü ABD, her ne yaptıysa (bütün dünyada olduğu gibi) Türkiye’deki sınıf kardeşlerinin selameti vekapitalist egemenliğin devamı için yapmıştır. Üstelik bu operasyon, daha sonraki yıllarda, bizlere “emperyalizmin ve ABD’nin kötülükleri” üzerine göz yaşartıcı nutuklar çeken NATO’ya bağlı TSK eliyle gerçekleştirilmiştir.
Kısacası 12 Eylül darbesi ve sonuçları gerçekte hem ulusal, hem de uluslararası boyutlarıyla krizdeki burjuva düzenini kurtarmayı ve bu amaçla emeğin sahip olduğu bütün hak ve özgürlükleri tasfiye etmeyi hedefleyen kapitalist bir darbeden başka bir şey değildi.
O günden bu güne…
12 Eylül darbesinin ardından kurulan askeri diktatörlük göreceli olarak kısa bir süreyi (üç yıl) kapsasa da etkileri çok uzun süreli olmuştur. O dönem boyunca çıkarılan bütün yasalar ve en önemlisi inşa edilen siyasi ve ekonomik yapı, zamanzaman yapılan bazı rötuşlara rağmen en kötü anlamda, o günden bugüne bütün hayatımızı etkilemiştir. Bakmayın bugünün şikâyetçilerine; onlar “demokrat rolü” oynamaları gerektiğinde 12 Eylül hakkında atıp tutsalar da, aslında 12 Eylül’e ve sevgili paşalarına çok şey borçludurlar. Mesela RTE bunca yıllık saltanatını, en başta yüzde 10’luk seçim barajı olmak üzere, o “askeri vesayet” rejiminin marifetlerine borçludur. Bu iktidar, sık sık sözünü ettiği “vesayet döneminin” biçimine karşı olsa da sınıfsal özüne ve yarattığı sermaye cennetine her zaman sahip çıkmıştır. Elbette filmin başrol oyuncusu büyük patronları da unutmamak gerekir: Bugün Saray rejimi karşısında kapıldığı panikten dolayı “demokrat” kesilen TÜSİAD’çılar da o devirde “en ağır” desteği verdikleri 12 Eylül’ün “kötülükleri” hakkında bugün zaman zaman bir şeyler geveleseler de, 12 Eylül rejimine ve onun çeşitli biçimlerde devamına çok şey borçludurlar. Kendi âli menfaatlarının gerekli kılması halinde bugün de, işçi sınıfını ezecek bir diktatörlük rejimine tereddütsüz destek vereceklerinden eminiz.
Özgürlük işçilerle gelecek…
Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere 12 Eylül askeri diktatörlüğü en ağın hasarı örgütlü işçi sınıfına ve elbette onun rüzgârıyla güç kazanmış sosyalist harekete vermiştir. O günlerin, patronların kâbuslar görmesine neden olan örgütlü ve mücadeleci işçi sınıfının, bugünkü “fakir fukara, garip gureba” durumuna düşmesinde, düşürülmesinde 12 Eylül ve devamının çok önemli bir rolü vardır. Bu açıdan bakıldığında 12 Eylül asıl amacını, yani burjuva sınıfsal görevlerini başarıyla gerçekleştirmiştir. Bugünkü bütün sorunlarımızın temelinde yatan asılunsur işçi sınıfının yenilgisidir. Rüzgârın yönü ancak işçi sınıfının örgütlü, bağımsız ve önder bir güç olarak yeniden tarih sahnesine çıkmasıyla değişecektir. 12 Eylül bir “demokrasi” meselesinden önce sınıfsal bir meseledir ve ancak güçlü bir sınıf mücadelesiyle gerçek anlamda son bulacaktır. Katil cezasını bulmadan bir dönem kapanamaz.
Özgürlük işçilerle gelecektir