“Ben İşçiyim, benim için mücadele eden sendikamı canım pahasına savunurum…” Sağcı işçiler de eyleme katılırsa…

“Ben İşçiyim, benim için mücadele eden sendikamı canım pahasına savunurum…” Sağcı işçiler de eyleme katılırsa…

B.Turgut

14 Haziran 1970 akşamı Merter’deki Lastik İş Sendikasında hararetli bir toplantı yapıldı. Yukardaki sözler, toplantıya katılan işçileri gizlice dinleyen MİT’in mahkemeye sunduğu tapelerde geçiyordu.

1967’de Türk-İş’ten ayrılan birkaç sendikanın bir araya gelmesiyle kurulan DİSK, Türk-İş’in teslimiyetçi biçimde sonlandırdığı toplu sözleşmelerinin aksine, oldukça militan ve mücadeleci bir sendikacılık örneği gösteriyordu.  Önce Paşabahçe grevi, ardından da militan onlarca sendikal mücadele sonucunda, Türk-İş’in yaptığı ücret sözleşmelerine misli ile fark atmasının katkısıyla, DİSK tüm işçilerin yüzünü döndüğü bir sendika haline gelmişti. Özellikle sanayi merkezlerinde Türk-İş’in örgütlü olduğu fabrikalarda bizzat işçilerin daveti ile DİSK ana sendika haline geliyordu.

Bu gelişmenin patronlar ve onların temsilcileri tarafından görülmemesi imkansızdı. Dönemin sağcı çalışma bakanı Seyfi Öztürk, DİSK’in kapatılması için bir hazırlıkları olduğunu, Erzurum’da yapılan Türk-İş kongresindeki konuşmasında “yakında DİSK’in çanına ot tıkanacağını” diyerek ifade ediyor, çok geçmeden bir yeni sendika yasası taslağı ile bu ifade doğrulanıyordu.

Yeni sendika yasası, elbette kamuoyuyla DİSK’i kapatmak için değil, bu yasa ile daha güçlü bir sendikacılık hedeflendiği savıyla paylaşıldı. Mecliste çok cılız birkaç ret oyu haricinde, CHP milletvekilleri de dahil tulum olarak onaylandı. DİSK bir heyet kurarak yasanın aleyhinde Ankara’ya siyasi partiler ve Cumhurbaşkanı ile kulis yapmaya gitti. Kelimenin tam anlamıyla, “adam muamelesi dahi görmeden” üstelik bir de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’dan kallavi bir fırça yiyerek İstanbul’a döndüler.

Yasa, işçilerin Türk-İş’ten istifa ve yeni sendikaya geçmesini zorlaştırıyor, DİSK üyesi işçilerin de toplu sözleşme hakkı, tüm iş kolunun üçte birinde örgütleme zorunluluğu getirilerek ellerinden alınıyordu.

İşte yukarda bahsedilen toplantı, DİSK yöneticilerinin Ankara’daki görüşmeleri anlatmak için işçileri Merter’deki sendika merkezine çağırması ile yapılmış, toplantının yapıldığı salon MİT tarafından gizlice kayıt altına alınmıştı.

Toplantıda, ertesi gün, yani 15 Haziran’da, bu gidişatın fabrika içinde toplanan işçilere duyurulması gerektiği üzerinde anlaşıldı. Belki ufak bölgesel yürüyüşler de yapılabilirdi.

Ancak sabah olunca fabrikalarda kalması istenen eylem, işçilerin yan fabrikalardaki işçileri aralarına kata kata büyümesiyle E5 üzerinden boğaza doğru yürüyüşüne dönüştü.

15 Haziran’da Otosan fabrikasında yaklaşık 3 bin işçi ile başlayan direniş, İzmit ile İstanbul arasındaki karayolunun işçi kafileleri ile dolmasıyla devam etti.

Süleyman Demirel’in kardeşine ait Haymak fabrikası işçiler tarafından işgal edilince, İstanbul’da bulunan 2. Zırhlı tugay fabrikayı kuşattı.

Türk-İş üyesi işçilerin katılımı, DİSK üyesi işçilerden fazla

16 Haziran’da, işçilerin yürüyüş kollarına katılımı neredeyse geometrik olarak artmıştı. Yüz binlerce işçi adeta yolları ve önlerine kurulan asker-polis barikatlarını yıka yıka şehrin merkezilerine doğru akmaya başladı. En dikkat çekici şeylerden birisi, eylemlere katılan Türk-İş işçilerinin sayısının DİSK üyesi işçilerden fazla olmasıydı. Sanayi işçilerinin neredeyse tamamı, İzmit-İstanbul hattındaki fabrikalar, verilere göre tüm Türkiye’deki sanayi işçi sayısının % 35’ini temsil ediyordu. Bu işçilerin neredeyse tamamı eylemlere katılmaktaydı.

DİSK’in mücadeleci bir sendikal hat izlemesi, nispet oranında Türk İş üyesi işçilerin de ücretleri ve çalışma koşullarında iyileştirmelere neden oluyordu. Bu sınıfçı çizgi, dönemin hükümeti olan sağcı Demirel hükümetine oy vermiş dahi olsa işçi sınıfında yeni bir ruh hali yaratıyor, bu da DİSK yöneticilerini yer yer aşacak şekilde bir sınıf içgüdüsü ile işçilerin “gereğini yapmalarına” neden oluyordu.

İstanbul’da türlü engellemelere rağmen işçi eylemleri iki gün boyunca tüm şehri kapladı. Ancak zırhlı birliklerle karşılanabilen, DİSK yöneticilerinin sıkıyönetim kararı sonrası çağrıları ile evlerine dönebilen işçiler, DİSK yasasını fiilen iptal etmişlerdi bile. Yasanın tamamen durdurulması bu eylemlerin sonunda Anayasa Mahkemesinin “eli mahkûm” iptaline kalıyordu.

İşçi sınıfı tarihi ve dersimizi almak..

15-16 Haziran hiç kuşkusuz Türkiye siyasi tarihine yol gösterdi. O dönem başbakan olan Süleyman Demirel’in deyimiyle “rejim değişebilir hale gelmişti”. Aynı Demirel kısa bir süre sonra 12 Mart darbesi ile iktidardan gidecekti.

Yüzbinlerce işçi o iki gün içinde ordunun, iktidarın, hükümetin, meclisin ne anlama geldiğini sonsuz bir açıklıkta gördü. Eyleme katılanlardan 5000 kadar işçi bu eylemlerden sonra fabrikalarda iş bulma şansını kaybetti, öncü işçi kuşağının bu deneyimi diğer işçi kuşaklarına aktarması önüne her türden engel konuldu. Hem iktidar hem ordu hem de patronlar görmüştü; sağcısı-solcusu- dindarı, her renkten işçi bir araya gelerek sınıf mücadelesi verirse büyük patronların çocukları kaçmak için bile işçi tulumu giymek zorunda kalıyor. (*)

Bugün yaşadığımız tarihin kilitlendiği nokta da budur.  

(*) Eylemler sırasında Dragos’taki evine sığınmış genç Mustafa Koç’un buradan bir işçi tulumu giydirilerek kaçırılmış olduğu Suna Kıraç’ın hatıra anlatımlarında geçmektedir.

Yazar Hakkında