Her şeyin bir rejim sorununa dönüşmesi; iktidarın alınganlığı; olağan usullerle yönetilemeyen bir ülke; sokaktaki silahlı adamlar; faşizm ihtimali…
İçeride ve dışarıda cereyan eden her şeyin Türkiye’nin rejim sorunuyla doğrudan bağlantılı olduğu artık herkesin bildiği bir “sır!” İktidarın her konuda adeta “can havliyle” davranmasının nedeni de bu. Oysa bir rejimin gücü, hükümetlerin politika ve eylemlerine yönelik tartışma ve eleştirilerin dozu ne olursa olsun, konunun “rejim sorunu” haline gelmemesini sağlamasına bağlıdır. Yani her yerde bulunabilecek “bir avuç rejim düşmanı” dışındaki büyük çoğunluğun meşruiyetini kabul ettiği rejim dışında her şey şu veya bu biçimde tartışılabilir, eleştirilebilir. “Hegemonya” böyle bir şeydir. Bu aynı zamanda iktidarın, savunma hatlarını, rejimin “sinir merkezlerine” yeterince uzak mesafelerde kurabildiği anlamına da gelir; ki bu bir başarıdır.Ancak bir rejim attığı her adımda, en ıvır zıvırları da dahil her konuda doğrudan tartışılır hale geliyorsa iktidarın başı belada demektir.
İktidarın “alınganlığı!”
Burada sorun, olur olmaz her konunun muhalefet tarafından rejim sorununa bağlanması, rejime karşı amansız bir mücadele nedeni haline getirilmesi değildir. Bilindiği üzere bir rejim değişikliğinin yaşandığı ülkemizde muhalefetimiz büyük çoğunluğu itibariyle bazen bu değişikliğe ilişkin çok ağır laflar etse de eylem alanında sanki her şey “normal”miş gibi davranmakta; çoğu zaman son derece önemli bir takım gelişmeleri üzerine bile alınmamaktadır! (Bunun nedenleri üzerine çok fazla yazdığımız için konuya tekrardan girmiyoruz.) Burada asıl sorun neredeyse istisnasız biçimde ve aşırı bir “alınganlıkla” her şeyin bizzat iktidar tarafından rejime saldırı olarak algılanması ve bir rejim sorununa dönüştürülmesidir. Zaten ortada çok ciddi bir rejim sorunu, daha da açıkçası bir ”rejim krizi”olduğunu muhalefetin muhalefetinden ziyade iktidarın söylemlerinden ve hükümet etme biçiminden anlıyoruz.
Fazla aramaya gerek yok. Günlük hayatımız bunun sayısız örnekleriyle dolu. Rejimin “tek adamı” en ilgisiz şeyleri dahi son derece saldırgan bir üslupla çatışma konusu haline getirmekte usta. Üstelik bir yandan işlerin yolunda gittiğini, ülkenin görülmemiş bir sıçrama yaşadığını söylerken öte yandan sabah akşam rejimin hem içeriden hem de dışarıdan kaynaklanan ciddi tehlikelerle, hatta bir “beka”sorunuyla yüz yüze olduğunu anlatıyor. Yani bazı kusurlara rağmen işleyen, her şeye rağmen meşruiyeti tartışılmayan, “kabul edilebilir” bir rejimde asla yaşanmayacak şeylerden söz ediyor.
Türkiye’nin güvenliği artık…
Daha da ötesi Türkiye’nin güvenliğinin artık normal kolluk güçleriyle, yani asker, polis ve jandarmayla sağlanamaz hale geldiğini de Sayın Cumhurbaşkanı’nın ağzından öğreniyoruz! Halbuki meşru ve başarılı bir rejimin en önemli özelliği vatandaşlarının huzur sükun ve güvenliğini olabildiğince olağan yollardan sağlamasıdır. Ancak ülke yönetiminin en tepesindeki kişi, Türkiye’nin artık olağan yollardan yönetilemez hale geldiğini itiraf etmektedir! Toplumun güvenliğinin “başka” bir takım güçlerce “farklı” biçimlerde sağlanır hale gelmesi durumunda bu ülkede yaşayan herkesin artık “ “başka şeylerden”, “farklı” savunma ve güvenlik yöntemlerinden söz etmeye başlaması gerekir!
İşin tuhaf tarafı, İktidarın bu kadar “mahrem” bir konuyu hem de en yetkili ağızından öyle uluorta dile getirmesi. Bunu, mutlak güç yanılsamasının yol açtığı bir özgüven, rahatlık ve kibre mi, yoksa açık ve tek yönlü bir “iç savaş” tehdidine mi bağlamalıyız? Bizce asıl neden ikincisi. Zaten eski rejimin kurumlarını büyük ölçüde yok etmiş ancak yenilerinikuramamış, akçeli konular dışında idari yetenekleri sınırlı, sallanıp duran bir “iç savaş rejimi”nden başka türlüsü beklenemez. Yani bütün bunlar düşünüldüğünde iktidarın tavrında öyle büyük bir tuhaflık olduğu söylenemez. Asıl tuhaflık muhalefetin tepkilerinde. Daha doğrusu böylesine hayati bir konudaki tepkisizliğinde. Hani hiçbir protesto eylemine, sosyal medya üzerinden yapılan eleştirilere izin verilmemesini anlıyoruz! Hatta Cumhurbaşkanı’nın kendi sınıfsal mensubiyetinden kaynaklanan grev yasaklarını, herkesin FETÖ’cülükle suçlandığı sonsuz operasyon zincirlerini, olağanüstü halleri, ekonomiye, deprem sorununa ilişkin eleştirilerin terör suçu kapsamına almasını da artık vakayı adiyeden kabul etmeye başladık! Ancak güvenlik sorununun artık bildik devlet güçleriyle çözülemeyeceği açıklamasının muhalefette neredeyse hiçbir ciddi karşılık bulamaması; muhalefetin RTE’ye “Bunun ne anlama geldiğini; güvenliğin sağlanmasında resmi devlet güçlerinin yerine hangi güçleri kullanmayı düşündüğünü sormaması insana biraz tuhaf geliyor!
“Sokaktaki silahlı adamlar”: Muhalefet tehlikeden habersiz mi!?
Gerçi biz, muhalefetin bu konulardan habersiz olmadığını düşünüyoruz. Kemal Kılıçdaroğlu birkaç yıl önce ayan beyan seçim (referandum) hile ve usulsüzlüklerine rağmen neden sokağa çıkmadıklarını soranlara “dışarıdaki silahlı adamlardan” söz etmişti. Ayrıca Meral Akşener’in de RTE’nin neyi kastettiğinikolayca anlayacak kadar MHP’li siyasi geçmişinin ve devlet tecrübesinin olduğunu biliyoruz. Ha keza geri kalanların da… Neticede hepimiz bu memleketin çocuğuyuz! Yani buralarda (hatta uzaklarda) yaşayan herkes, Cumhurbaşkanı’nın kastının ne olduğunu anlayabilir. Bu sözler, çok ama çok büyük bir ihtimalle, rejimi ayakta tutabilmek, muhalefeti ezebilmek ve toplumsal tepkileri bastırabilmek için toplumu tepeden tırnağa kontrol altında tutacak, eli, devletin bildik güvenlik güçlerinin ulaşamayacağı yerlere uzanabilen, yasal sınırlamalardan muaf, üstelik yasal bir statü de kazanmış paramiliter güçlerin yaygın biçimde örgütlenmesi anlamına geliyor. Malum, bunun adına dünyanın her yerinde “faşizm” denmektedir. Yine bilindiği üzere, faşizmin en belirgin özelliği, ağır toplumsal kriz dönemlerinde, başta işçi sınıfı olmak üzere, toplumun burjuva düzeni için tehlikeli görülen kesimlerine karşı, küçük burjuvaziden, işçi sınıfının en geri kesimlerinden ve lümpenlerden oluşan vurucu güçler oluşturması, bunları büyük sermayenin hizmetine koşması ve kitle hareketlerini yine kitle hareketleriyle bastırmasıdır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere paramiliterler, bir toplumu her düzeyde (sokak sokak, ev ev…) denetim altında tutmanın ve ona nefes aldırmamanın en etkili aracıdır.
Muhalefetin, “Belki o zaman bize bir şey yapmaz!” umuduyla görmezden geldiği durum böyle bir tehlikeyi içermektedir. Oysa muhalefetin, bir takım güç gösterilerine rağmen yeterince sağlam olmayan bir iktidarı, kitleselliğinden gelen gücüyle bütün imkânlarını kullanarak veya hiç olmazsa gürültü çıkartıp üstüne giderek caydırması gerekmektedir. Verili koşullarda rejimin ayakta kalabilmek için girişeceği bundan sonraki büyük hamlenin yeni bir FETÖ operasyonu üzerinden burjuva muhalefetini ve diğerlerini etkisiz hale getirmek olacağını söyleyebiliriz.
Faşizm..?
Sol kesimdeki yaygın inanç türlerinden biri de Türkiye’nin faşist bir rejim altında olduğudur. Ancak buna rağmen insanlar “normal günlük ve siyasi hayatlarını” sürdürmektedirler. Yani bu durumda ya “faşizm” günlük hayatımızı fazla etkilemeyecek derecede “sıradan” bir baskı rejimidir, ya da Türkiye’de henüz faşizm yoktur!
Bizce, gerçek nitelikleriyle ele alındığında faşizm Türkiye’de henüz kurulmuş bir rejim değil, kurulma ihtimali olan bir rejimdir. Cumhurbaşkanı, muhtemelen bir toplumun denetiminin sadece polis aracılığıyla değil de paramiliterler eliyle sağlanmasının farkını muhtemelen CHP ve diğer solun geniş kesimlerinden daha iyi bilmektedir! Buradaki sorun “Yapabilirler mi, yapamazlar mı?” değil, şu anda egemen olan “Yeni-Bonapartist” baskı rejiminin, sallantılı haline rağmen, faşizm dahil diğer baskı rejimleriyle olan geçişlilikleri ve taşıdığı tehlikeli patansiyellerdir.
Baskı politikalarının bazı noktalarda iyice saçmalaşması bir rejimin çürümesinin ve krizinin başlıca göstergelerinden biridir. Ancak, artık trajikomik bir hal almış işlerin yanı sıra yapılan ve yapılmaya niyet edilen son derece tehlikeli işlervardır ve bunlar son derece kanlı trajedilere yol açabilirler. Bazı konularda en az iktidar kadar “alıngan” olmakta ve bir şeyleri “üzerimize alınmakta” büyük fayda vardır. Faşizm ihtimalinin bile akılları başlara getiremediği bir durumda yapılacak bir şey kalmaz!