ARTIK İŞLER DAHA MI KOLAY?

ARTIK İŞLER DAHA MI KOLAY?

İktidarın güç kaybının, var olan koşullarda, karşıtlarının işini kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştırdığını söyleyebiliriz! Hele ki en önde gelen rakiplerinin bile gücünün epeyce sınırlı olduğunu düşündüğümüzde… Muhaliflerinin fiziki, politik güç ve yeteneklerinin sınırlılığı, gücünü epeydir kaybetmekte olan iktidarın ömrünün uzamasını sağladı. İktidarın ciddi bir gerileme sürecine girmesi, muhalefetin üstün mücadele yeteneklerinden ziyade iktisadi, siyasi ve toplumsal anlamda nesnel koşulların ve kendi iç çürümesinin bir sonucu.

Ancak buradan “Bırakalım kendi kendine çöksün!” gibi bir sonuç çıkartamayız. Çünkü karşımızda ne kadar çürümüş olursa olsun, “devletle bütünleşmiş”, önemli ölçüde “devletleşmiş”, hâlihazırda ciddi bir toplumsal örgütlenme ağına sahip, çok partili dönemin en güçlü, en etkili siyasi organizması durmaktadır. Tarihte bazı güçlerin, “tarihsel gerekliliklerini” ve iç enerjilerini büyük oranda kaybetmiş olsalar da sadece devasa cüsseleri ve uygun güç dengeleri sayesinde varlıklarını sürdürmeyi başardıkları bilinir.

Bugünkü iktidar, yeterli güce ve açık hedeflere sahip yetenekli bir muhalefetin sistematik bir mücadelesi sonucu yıkılmadığı takdirde, kendisiyle birlikte değdiği, dokunduğu her şeyi kirletip çürüterek, neticede ülkeye (yani başta bu ülkeyi var eden emekçiler olmak üzere, canlı cansız her şeye) ağır hasarlar vererek, başka unsurların da devreye girmesiyle ömrünü tamamlayacaktır. İktidarın içeride ve dışarıda zaman zaman bir “serseri mayın” gibi yol aldığı bir dönemde derdimiz, olumsuz ve tehlikeli bir gidişatı olabildiğince az hasarla aşmamızı sağlayabilecek ve bugünkü “şeyin” yerine tarihsel, toplumsal ve siyasal olarak gerçekten olumlu, anlamlı ve devrimci bir alternatif koyabilmek olmalıdır. “Bilinmez” bir sona doğru yol almamak için bilerek davranmak zorundayız.

Ya devlet başa…”

Var olan rejim ayakta kalabilmek ve kaybetmesi halinde bir daha asla eline geçiremeyeceği iktidarı muhafaza edebilmek için her türlü kötülüğü ve çılgınlığı yapabilir. “Normal bir akıl” hem iç politikada, hem de dış politikada aksini söylese de maalesef gerçek budur! İktidarın giderek dönülmez yollara girmeye başladığı 2013’ten bu yana ayakta kalabilmek için uyguladığı son derece tehlikeli politika ve yöntemler, bir iktidar çılgınlığı ile birlikte farklı bir “politik aklı” da hâkim kılmıştır.

Bu nedenle MHP’nin de, kendi iktidar hesapları ile baş destekçi olarak devreye girmesiyle “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!” mantığının, rejimin kaderinin tayin edileceği kritik anlarda belirleyici hale gelme ihtimali büyümüştür. Bu bir “iç savaş rejimi”dir; ve bu nedenle şartların zorlamaya başladığı bir noktada, iktidarı teslim etmemek için daha ileri adımlar atmakta tereddüt etmeyebilir. Bunun anlamı, şimdilik “neo-Bonapartist” karakterdeki bu rejimin bir takım “saray darbeleri” eşliğinde bir iç dönüşüm geçirerek, daha klasik “Bonapartist”, hatta “yarı faşist” biçimler alma ihtimali olduğudur. Üstelik rejimin bu “melanetlere” bir yükseliş döneminde değil, gerileme döneminde başvurmasının da etkisiyle işleri yüzüne gözüne bulaştırma ve iyice çığırından çıkarma ihtimali nedeniyle, daha sonra “pirincin taşını” çok daha geniş kesimlerin ayıklamak zorunda kalacağı askeri müdahalelere yol açma ihtimali de büyüktür.

Uzlaşma ihtimali..!

Ancak söz konusu her daim uçlarda dolanıp duran bir iktidar olsa da kısa bir süre önce gördüğümüz üzere “Türkiye ittifakı” türü ara ve makul çözüm önerileriyle karşı karşıya kalabiliriz. İktidarın bu önerisi, “suçu ve yükü paylaşma” numarası olduğu gerekçesiyle, muhalefet tarafından haklı olarak reddedilmişti. Fakat benzer önerilerin, hele ki demokrasi ve hukukun kırıntısına muhtaç hale gelinen, burjuvazinin üst katlarından “birlik ve beraberlik-akıl, mantık ve sorumluluk” çağrılarının yapıldığı böyle bir zamanda sıkı bir pazarlık şartı ve bazı sağlam güvenceler karşılığında kabul edilme ihtimali vardır. Böyle bir uzlaşmanın Saray’ın geri adım atması ve iktidarın bir ölçüde paylaşılması ihtimalini içermesi nedeniyle muhalefet tarafından kabul edilmesinin var olan koşullarda “tuzağa düşmek”ten başka bir anlamı olamaz. İktidarın kendini gerçekten çok güçsüz, geleceksiz ve ümitsiz” hissetmesi ve “başka yollara” başvurmaya cesaret edememesi durumunda, hesap sorulmaması ve cezaya maruz kalmaması şartıyla tam bir geri çekilmeyi kabul etmesi de mümkündür. Ancak bu kritik ve “dava”nın kaderini belirleyecek, yani bütün tarihsel iddialarından vazgeçilmesi anlamına gelen bir karardır ve sert bir iç çatışmaya yol açmadan uygulanamaz. Bu, sadece yaratılmış tarihsel fırsatı elden kaçırmamak için RTE sonrasına hazırlanan Saray hizipleriyle sınırlı olmayan; bunun yanı sıra ittifak yoluyla iktidar üzerinde giderek daha sıkı bir kontrol kurmuş olan MHP ile ilgili bir durumdur. Kısacası gelinen noktada “en barışçıl” ihtimal dahi pek çok tehlikeyi içermektedir!

MHP’nin niyeti?

MHP, hakkındaki bütün “intihar” söylentilerine rağmen bugüne kadar ittifaktan kârlı çıkan tek parti olmuştur. Bizce MHP seçimlerle sınırlı olmayan ve sonuçta başkanlık rejiminin en tepesine oturmayı amaçlayan bir iktidar stratejisi izlemektedir. Ancak RTE’nin gücüyle kurulabilecek bir “tek adam” rejiminde, (elbette kendi bilinen marifetlerini de sergileyerek) hazıra konmak az buz bir başarı değildir! Böyle bir fırsatın kaçmaması için MHP’nin ciddi bir gayret göstereceğini ve memleket sathında gerilimi artırmaya çalışacağını öngörebiliriz. Unutulmaması gereken, MHP liderliğinin muhtemelen kendi ötesindeki bir takım “bilinmez” güçlerin (“iyi sıhhatte olsunlar”) uzantısı ve siyasi sözcüsü olduğudur…

Burjuva muhalefeti: Başını belaya sokmadan..!

Burjuva muhalefetinin kendi sınırlı gücü ve yetenekleri nedeniyle yapabileceği şeyler de sınırlıdır. Onlar işi çok daha ileri safhalara vardırmadan, bu arada ortalığı fazla paniğe uğratmadan, kendi yapabileceklerinin sınırları içinde ve biraz da zamana bırakarak çözme amacındadır. Mesela CHP, zaman zaman “Dışarıda silahlı adamlar var!” dese de işi bir rejim değişikliği yaşanmamış gibi yaparak kendi “normalleri” içinde tutmaya çalışmaktadır. Ana muhalefet bu yolla iktidarı da “normal” sınırlar içinde tutabileceğini düşünmektedir. İyi bir aday seçimi ve “pozitif dil” üzerinden giden ve ittifak desteğiyle İstanbul seçimini alan CHP, eğer başarılı olabilirse “İstanbul modeli” üzerine inşa etmeye çalışacağı bir genel Türkiye politikasıyla iktidarı hedefleyecektir. Bu arada CHP’den idari-siyasi sistem olarak “başkanlık öncesi” döneme dönüş, mesela “parlamenter demokrasinin” ihyası konusunda herhangi açık ve net bir talep ve işaret yoktur. Aksine, büyük burjuvaziye de dertli gelen parlamentarizm yerine “yarı başkanlık” fikri alttan alta işlenmeye başlanmıştır.

İYİ Parti için de durum, şimdilik açık bir parlamentarizm vurgusu yapıyor olsa da esas olarak farklı değildir. MHP’den kopup merkez sağa yönelen bu parti, CHP ile kurduğu Saray-MHP karşıtı ittifakla siyasetin sağ kanadında kendine uygun ve daha geniş bir hareket alanı açmayı hedeflemektedir. Yüzde onluk seçim barajının hâlâ geçerli olduğu bir durumda iktidarın gücünde ciddi bir gerileme olmadan diğer sağ partilerin etkili birer güç haline gelmesi mümkün değildir. Saray’ın ve başındaki kişinin İstanbul’da aldığı ağır yenilgi, yeni kurulacak partilerle birlikte merkez sağda ciddi bir hareketliliğe (muhtemelen birlik çabalarına da) yol açacak gibi görünüyor.

Tekrar edecek olursak, burjuva muhalefetinin ittifak halindeki bu iki gücünün hedefi (seçim kampanyaları dışında) kitlelerin de dâhil olduğu, yapılanların hesabının sorulduğu (devri sabık) “kıran kırana” bir mücadele değildir. Muhalefetin ümidi ve öncelikli hesabı, Saray iktidarının ekonominin, yerli ve yabancı mali sermayenin ve de uluslararası ilişkilerin getirdiği sınırları aşamayacağı; açık veya örtülü anlaşma ve uzlaşmalar yoluyla geri çekilebileceği doğrultusundadır. İktidarın daha açık bir saldırganlık yoluna yönelmesi, hatta iç savaş taktiklerine başvurması halinde burjuva muhalefetinin, “sorumluluklarının” gereği olarak kitlelerin tepkisini denetim altında tutmaya çalışacağını ve “devlet içi” çözümleri tercih edeceğini söyleyebiliriz.

HDP…

Kürt muhalefetinin başlıca temsilcisi olarak HDP’ye gelince. HDP’nin durumu “Kürt ulusal sorunu” bağlamında uzun bir değerlendirmeyi gerektirmekle birlikte başarılı, ilkeli ve karakterli bir seçim tavrı aldığını teslim etmek gerekiyor. Özellikle 31 Mart öncesi süreçte son dört yıldır şoven milliyetçi Türkiye gericiliğinin sözlü ve fiziksel bütün saldırılarına maruz kalan, iktidarın yeni bir baskı rejimi inşa etme stratejisinde başlıca hedefini ve düşmanını oluşturan HDP, özellikle seçim döneminde muhalefete yönelik bütün suçlamaların kaynağı haline getirildi. Tekrar seçime birkaç gün kala çevrilen akıl ve mantık dışı dolaplar ve Kürt halkını “kandırma” çabaları, HDP’ye yönelik “terörizm” ve “terörle bağlantı” iddialarını neredeyse tamamen etkisiz hale getirdi. İktidar ve ortağı elbette bu işlerin peşini bırakmaz ama seçimlerde koyduğu ilkeli ve tutarlı tavır HDP’nin yeni dönem siyasetinde önemli ve saygın bir rol oynama imkânını artırdı. Bu aynı zamanda garip bir biçimde HDP’nin “özerklik karşılığında” RTE’yi ve rejimi desteklemesini adeta “şehvetle” arzu eden ulusalcıları da boşluğa düşüren bir tavır oldu! HDP’nin politik çizgisinin Türk halkında anlamlı bir karşılık bulup bulamayacağını önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ancak rejimin başlatabileceği yeni bir saldırı dalgasının çok büyük bir ihtimalle yine Kürt düşmanlığı üzerinden yürütüleceğini unutmamak gerekiyor.

Asıl sınav…

23 Haziran tekrar seçiminin ardından muhalefetin önünde çok daha büyük bir sınav vardır: Halkımıza “israfsız” ve “tek adamsız” mutlu ve müreffeh bir gelecek vaat edenler, AKP’nin sonunu getirmeye başlayan ekonomik-sınıfsal gerçeklik karşısında nasıl bir tutum alacaklardır? Böylesine bir kriz döneminde, başta CHP olmak üzere muhalif partilerin gerçekte kimleri ve neleri temsil ettiklerini, “demokrasi, hak, hukuk, adalet!” derken neyi kastettiklerini, “krizin çözümünden” söz ederken neyi murad ettiklerini açığa çıkartacak olan ölçüt budur.

Seçim sonuçlarının bir süre tadını çıkarmanın bizce hiçbir sakıncası yok! Ancak yeni bir döneme giriyoruz ve bu dönemin hiç de kolay geçmeyeceği ortada. En başta da belirttiğimiz gibi var olan koşullarda iktidarın güç kaybı karşıtlarının işini kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştırmaktadır! Sadece seçim kaybetmiş bir AKP’nin (yani RTE’nin) seçim kazanmış bir AKP’den daha tehlikeli olması ve muhalefetin sınırlı gücü nedeniyle değil, aynı zamanda bütün bunların çok yönlü ciddi bir kriz dönemine denk gelmesi nedeniyle de…

Yaşananlar ve yaşanacak olanlar İstanbul BBB seçimlerinin çok ötesinde sonuçlara gebedir.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında