Sosyalizm, işçi demokrasisi ve ekonominin planlı yönetimi anlamına gelir. Sadece “işçi sınıfı demokrasisi” altında emekçiler egemen olabilir ve toplumu etkin bir şekilde yönetebilir.
Yazar: Jeferson Choma
Tarihte nadiren de olsa, kapitalizmin bugünlerde tanık olduğumuz bir şekilde ortaya çıkardığı felaket ve yıkım potansiyeli açıkça görünür hale gelir. Bu bir abartı değil. Bu, bizzat sistemin yöneticileri tarafından söyleniyor. Geçen Ekim ayında yapılan bir simülasyonda, 65 milyon insanın bir korona virüsün yayılmasından 18 ay sonra öleceği söylenmişti. Tatbikat, Dünya Ekonomik Forumu ve Bill ve Melinda Gates Vakfı (tesadüfe bakın) gibi çeşitli kuruluşlar tarafından gerçekleştirildi. İnsanlık bu büyüklükte bir felakete en son 2. Dünya Savaşı’nda (1939-1945) tanık olmuştu.
Ekonomi söz konusu olduğunda, tahminler GSYİH’de Avrupa Birliği’nde % 18 ve Amerika Birleşik Devletleri’nde % 14 düşüş olacağı yönünde.St Louis FED (ABD merkez bankası) bölge başkanı James Bullard, dünyanın en büyük ekonomik gücündeki işsizlik oranının % 3’ten %30’un üzerine çıkacağını tahmin ediyor. Bu oranlar, 1930’larda ABD’nin karşılaştığı büyük bunalım dönemi ile benzerlik gösteriyor. Brezilya’da ise 40 milyon kadar işsiz olacağı tahmin ediliyor.
Tesadüf değil, birkaç hafta öncesine kadar neo-liberalizmin meziyetlerini vaaz eden ekonomistlerin çoğu bugün “yeni bir Marshall Planı” çağrısında bulunuyor. Bunlardan biri OECD’nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) genel sekreteri Meksikalı Angel Gurria. “1. Sınıf mevkisi yolcularından” oluşan sınıfın neler olabileceğini bildiği zaten açıktır. Sorun ön uyarı eksikliği değildir, esas sorun bilimin eksikliğidir, virüsle savaşmak için gereken erken planlama mantığının olmamasıdır.
Gezegende halkları vuracak sosyal felaket hesaplanamaz büyüklükte. İnsanlığın şu anda yaşadığı krizin kesinleşen bir yanı var; bildiğimiz dünya artık var olmayacak. Hayatımızın “normal”ine geri dönüş artık imkansız. Aslında, bu “normallik”, yani kapitalist sistemin genel yasaları, bizi 1929’dan bu yana yaşanan en büyük ekonomik krize getirdi (bütün işaretler gösteriyordu ki bu kriz salgından çok önce vardı ve sadece salgın tarafından nihai sonuçlarına ulaşması hızlandı).
Sosyal barbarlık tüm bölgeleri tahrip edecek
İşsizlik, ölüm, şiddet, yıkım ve sosyal ayrışma çok ciddi bir sıçrama yaparken kapitalistler her zaman yaptıklarını yapmaya devam edecekler: milyonlarca insanın yıkımı üzerinden para kazanmak. Sonuçta, sermaye duramaz. Malların dolaşımı gerekir. “Bırakınız ölsünler” – İşte kapitalist birikimin formülü. Bütün bunlar zaten Donald Trump, Bolsonaro ve birçok işadamı tarafından dillendirildi; “ekonomi duramaz”. Aksi durumda “birçok şirketin iflas edeceğini” söylediler. Korkunç rakamlar ifade edildi. Sanki bu büyüklükte bir salgın, er ya da geç ekonomiyi durmaya zorlamaz gibi. Ancak bu beylerin bahsettiği “ekonomi”, aslında bazılarının elinde oluşan “sermaye birikimi”dir. Fakat kapitalistlerin beyinlerindeki mantık, bilimin milyonlarca insanın hayatıyla ilgili yaptığı uyarılara yabancıdır. İşçiler hastalanabilirler ve ölebilirler. Çünkü onların kafasında işçiler, daha düşük maliyetli olanlarla değiştirilebilen tek kullanımlık parçalardır.
Mevcut felaket, kapitalizmin saçma sapan mantığını ortaya koyuyor. Bu kadar çok şey üreten bir kapasiteye sahip olan bir sistem, geçen yılın sonunda açıklanan salgın tehdidi ile mücadele etmek için yeterli dezenfektanı bile üretemez mi? Böyle üretken bir entegrasyon mucizesi sağlayan bir sistem, en ciddi korona virüs vakalarının tedavisinde gerekli olan suni solunum cihazları için oluşan talebi nasıl karşılayamaz? Dünyadaki “en güçlü” ülke nasıl olur da hastalık için yeterli testleri yapamaz ve böylece mevcut salgının merkez üssü haline gelir? Kapitalist üretimin kaotik karakteri, pazardaki rekabet kuralları ile aşağıda açıklayacağımız gibi ortaya çıkar.
Kapitalizm daha fazla kar amacıyla yönetilen kaos ve düzensizlik imparatorluğudur. Rosa Luxemburg’un dediği gibi, “felaketlerin sürekli üretimi için bir makinedir”. Bu, sosyalizmi tarihsel bir zorunluluk haline getiriyor; yani, üretim ve dağıtım modunda radikal bir değişim. Ya bu başarılacak ya da insanlık, sistemin yarattığı barbarlığa doğru ilerleyecektir.
Sosyalist bir ekonomi, üretim araçlarının ve merkezi planlamanın üreticiler ve tüketiciler tarafından demokratik olarak inşa edilmesi anlamına gelir. Planlı ekonominin avantajları mevcut kaos karşısında netleşmektedir. Mevcut durum karşısında böyle bir planlı ekonomiyi hayal edelim. En fazla ihtiyaç duyulan malzemelerin üretimi için mevcut potansiyel hızlıca harekete geçirilecek, yoğun bakım üniteleri ve hastane yataklarının hızlı inşası yapılabilecek, ventilatörler, testler ve salgınla mücadele etmek için çok ihtiyaç duyulan tüm ürünlerin ve bilimsel araştırmaların fonlanması hızlıca mümkün olacaktır.
Bununla birlikte, sosyalizm altında şimdiki gibi bir salgın görmeyeceğimiz çok muhtemeldir. Çünkü kapitalizmin tarihi bize, 20. yüzyıldaki teknolojik ilerlemelerin yarattığı doğrudan yıkıcı potansiyel gözönüne alındığında, karmaşık ve çelişkili bir durumu yarattığını göstermiştir. Örneğin, mevcut korona virüsün kökeni doğanın ticari sömürüsü ve Çin kapitalist hükümetinin vahşi hayvanlar için büyük bir pazar yaratan politikalarının neden olduğu ekolojik dengesizlikle doğrudan ilgilidir. Böylece, sadece doğal yayılma alanı olarak yarasaları kullanan bir virüs, sosyal gelişim eşitsizliği ve hızlı ve kaotik kentleşmeyle birlikte, binlerce yıllık Çin beslenme alışkanlıklarının da değişmesi ile insanlara bulaşmaya başladı. Amazon gibi tropikal ormanların yok edilmesinin neye yol açabileceğini hayal edin! Yıkım kaç yeni salgın yaratabilir?
Esas olarak sera gazı emisyonu ile tetiklenen gezegenin ortalama sıcaklığındaki artış, yeni salgınların ortaya çıkması için korkunç sonuçlar doğuracaktır. Brezilyalı bilim adamlarının yaptıkları çalışmaya göre küresel ısınma, Brezilya’daki dört sivrisinek kaynaklı virüsün dağılım alanının genişlemeye başladığını göstermektedir: Oropouche (OROV), Mayaro (MAYV), Rocio (ROCV) ve Saint Louis ensefalit virüsü (SLEV).
Salgın ve küresel ısınma karşısında, sosyalist bir toplumun çevreyi ve gezegenin iklimini etkileyen her şeyi hesaba katması gerekecektir. Başka bir deyişle, bir yandan eko-teknolojiler geliştirirken, üretimin ve üretici güçlerin sosyal ilişkilerinde de aynı anda devrim yapması gerekecektir.
Peki, planlı ekonomi nedir? Birbiri ile ilişkilenmiş üreticiler topluluğunda nasıl çalışır ve mevcut kapitalist üretim tarzıyla olan farklılıkları nelerdir?
Kapitalist üretimin kaosuna karşı planlı ekonomi
Kısacası, planlama, çalışma süreçleri de dahil, yaşamın yeniden üretimi için gerekli kaynakların doğrudan tahsis edilmesi anlamına gelir. Tarih boyunca çeşitli insan toplulukları tarafından benimsenen iki planlama şekli vardır: üretimden öncesi (ex-ante) ve sonrası planlama (ex-post); bu iki metod, piyasadaki malların elde ettiği sonuçlara göre evrim geçirdi. Bu iki model çok farklı mantıklara sahiptir ve dolayısıyla farklı hareket yasaları oluşturur.
Kapitalizm, itici gücü kapitalistler arasındaki rekabet olan toplumsal üretim kaosudur, bu nedenle de malların aşırı üretimi söz konusudur. Mallar satılırsa harika, satılmazsa imha edilecek veya çürümeye bırakılacak, şirket krize girecek, kepenklerini kapatacak ve çalışanlarını işten çıkaracak. Bu, çoğunlukla, hiç bir toplumsal yararı olmayan üretimler ile muazzam miktarda emek ve kaynağın israfını temsil eder. Kapitalistler, örneğin korona virüsle savaşmak için gerekli ekipman gibi toplum için gerekli şeyleri üretmeyi bıraktılar, çünkü çok az kar elde ediyorlardı. Ancak kapitalist toplumda arabalar, her türlü gereksiz ıvır zıvır, birkaç aile için lüks tüketim malları, askeri teknoloji var; hastaneler, insan refahı için bilime yatırım, ilaçlar, sağlıklı evler, dezenfektasyon için gerekenler eksik… 2016 yılında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dünya gıda üretiminin dünyada yaşayan 7,3 milyar insanı doyurabileceğini açıkladı. Buna rağmen, bu insanların yaklaşık dokuzda (1/9) biri hala açlıkla yüzyüze yaşıyor.
Serbest piyasa yasaları tarafından yönetilen bir toplumda kaynaklar, üretimden sonra farklı şirket ve fabrikalarda parçalanmış ve kaotik bir şekilde alınan önceki kararların iptali ya da düzeltilmesi için kullanılır. Çünkü toplumun gerçek ihtiyaçları dikkate alınmaz; dahası, onlar bilinmez bile. Onları açığa çıkarmak tamamen piyasanın “yeterli talep var olup olmadığını” hesap eden insafına kalmıştır.
Açıkçası, burada planlı bir ekonominin birbiri ile ilişki içinde olan üretici güçler arasında nasıl çalışması gerektiğine dair bir formül veya el kitabı sunmayı düşünmüyoruz, çünkü üretimin somut organizasyonu yine somut nesnel koşullarda gelişecektir. Fakat bazı genel fikirleri, tarihsel deneyimlerin ve Marksist düşünürlerin hareket noktalarını oluşturan uzun bir tartışmanın sonucu olan görüşleri sunuyoruz.
Ekonominin planlanması, topluma sunulan mal ve hizmetleri üreten çalışanların katılımından ayrı düşünülemez. Bu nedenle, en küçük üretim birimi düzeyinde ve şehir, bölge ve ulus düzeyinde hareket eden, konseyler (sovyetler) olarak adlandıracağımız karar alma organlarının oluşturulması zaruridir.
İşçiler, öncelikli olarak nüfusun hangi sektörlerinin hangi doğru ürünlere ulaşacağını belirlemelidir. Kaynakların miktarı, nüfusun gelişkinliği ve yaş kompozisyonu, zorunlu olmayan mal ve hizmetlerin üretimini; fiyatlandırma politikalarını, üretimde kullanılacak tekniği ve planın gerçekleştirilmesi için gereken çalışma saatleri belirlenir. Bütün bunlar, çoğunluk tarafından seçilmiş genel bir ekonomik planın gerçekleştirilmesini sağlamak üzere kurgulanacaktır. Ekonomik planlama tartışması en küçük üretim birimi ölçeğinde başlamalı, şehir ve bölgesel seviyeye taşınmalı ve son olarak ulusal bir üretici konseyinde tanımlanmalıdır. Bu yapının en tabanından demokratik olarak seçilmiş delegeler bu yönetim organına katılacaklardır.
Planlı bir ekonomi için, gıda, enerji, iletişim, elektronik üretim, ulaşım vb. endüstrilerinden oluşan işçi konseyleri gibi öz denetim organlarının örgütlenmesi çok önemlidir. Onaylanmış ekonomik planı gerçekleştirmek için, ek üretim birimlerinin, vardiyaların oluşturulması, mevcut en iyi teknik araçların bulunması gibi süreçleri bu organlar belirler. Bütün bu organlar, işçilerin bu planları hazırlaması ve uygulaması sürecinde sürekli gözetim rolü oynayacaktır.
Planların hedeflerine ulaşabilmesi için, cep telefonları, deri, pamuk, çelik, ilaç hammaddeleri, hastane inşaatı için gereken lojistik ihtiyaçlar gibi üretilmesi gereken şeyler farklı üretim tesislerinde ve birimlerde değerlendirilecektir. Bu, günümüzde herhangi bir kapitalist şirketin yöneticileri tarafından zaten yapılmaktadır. Ancak planlı bir ekonomide, belirli ürünlerin üretimi için gerekli kaynağı tahsis etmenin en iyi yolu, süreçleri tartışarak doğruyu seçecek üreticilerin (ve hiçbir yönetici veya hissedar bunu onlardan daha iyi yapamaz) kendileri olacaktır.
Hizmet sektöründe de, hastaneler, okullar, ulaşım, tedarik ağı, iletişim vb. alanlarda aynı yapı benimsenebilir. Örneğin, işçilerin kendileri tarafından seçilen bir sağlık çalışanları konseyi, hastaneleri yönetebilir ve kaynakları tahsis edebilir, diğer vatandaşlara (paydaşlara ç.n.) danışabilir ve toplumun somut ihtiyaçlarına dayalı bir plan oluşturabilir.
Bu kararların birçoğu, özellikle de kamu için mal üretim ve tüketim kararları, hepsi demokratik olarak seçilen işçi – üretici ve tüketici – konseyleri arasında belirlenmelidir. Kapitalizmde, tıpkı üretici gibi, tüketici de tamamen savunmasız durumdadır ve piyasa koşullarının ve bu koşullara göre üretilen şeyin merhametindedir. Planlı bir ekonomide ise tüketici de üretim sürecinin aktif bir parçasıdır. Hem üretici ve hem tüketici olarak planlama sürecinin bir parçasıdır. Bu şekilde, sadece üretilenin kalitesi garanti edilmeyecek, aynı zamanda birçok ürün topluma ulaşmadan önce test edilecektir.
Açıkçası, bu tür kararlar, tüm nüfusun kültürel standardının yükselmesi ve bilgiye en kapsamlı erişim ile giderek daha da etkili olacaktır. Birbiriyle ilişki içindeki üretici güçler ancak tamamen demokratik bir ortamda başarılı olabilir.
Bu şekilde, mevcut teknolojik gelişme, çalışma saatlerinde büyük ölçüde azalmaya, yoğun çalışmalardan ve aşırı mesaiden kurtulmaya, her şeyden önemlisi üretime işsizlerin dahil edilmesine izin verecektir. Fakat kapitalizm bu şekilde çalışmaz. Teknolojik gelişmeler daha büyük işsizlik ordusu yaratmaya ve kapitalistlerin işçilik ile üretim maliyetlerini azaltmaya hizmet eder. Emeğin güvencesizleşmesini hedefleyen uygulamalar bütününü yaratır. Sosyalizm ise bu mantığı tamamen tersine çevirir. Herkesin üretim sürecine dahil olduğu, tam istihdamlı ve sıfır işsizliği yakalayan bir toplum yaratır.
Toplumun, karar alma süreçlerine ve ekonomi yönetimine doğrudan aktif katılımı, yöneticiler müdürler ve idareciler arasındaki iş bölümünü kademeli olarak çözecektir. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetinin kaldırılması, kendi başına herkesin her şeyin ortak sahibi olacağını garanti edemez. Herkesin eşit olması için, kaynakları kontrol etme gücü ile ilgili farklılıklar da ortadan kaldırılmalıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi, planlama, çevre ve iklimi etkileyen her şeyi dikkate almalıdır. Okyanusları kirleten, sera etkisiyle küresel ısınmaya neden olan ya da ormanları yok edip ekolojik dengeyi bozan her şeyi hesaba almalı ve bunları demokratik olarak tartışmalıdır.
Küresel ısınma, sanayi devriminden bu yana kapitalizmin neden olduğu bir gerçektir. Şans eseri pek çok bilim insanı dünya tarihinde daha yakın bir dönemi tanımlamak için zaten Capitalocene terimini kullanıyor; Onu yaratan sosyal sistemden çok daha uzun sürecek jeolojik bir dönem. Kapitalizmin üstesinden gelinse bile, gelecek nesiller hala iklim değişikliğinin sonuçlarıyla uğraşmak zorunda kalacaklar. Sosyalist toplum, toplumsal yaşam ve doğa arasındaki metabolik dengeyi yeniden sağlamak için “ekolojik üretici güçler” inşa etme görevine sahip olacaktır. Bu elbette, Çernobil felaketiyle sonuçlanan bürokratik ve kör Sovyet sanayileşmesinden çok farklıdır.
Kapitalizmden üstün bir toplum olmayı amaçlayan sosyalizm, eski sınıflı toplumun tüm çıktılarını ve buluşlarını kullanmalıdır; ilk başta da, üretimin dünya çapına yayılmış karakterini. Eğer dünya ölçeğinde inşa edilmezse, kapitalist olandan daha zengin, daha özgür ve daha gelişmiş bir sosyalizmden söz edilemez.
Planlı bir ekonomide insanların motivasyonu ne olurdu?
Burjuva liberal ekonomistlerin çoğu ve kapitalizmin savunucuları, böyle bir (sosyalist ç.n.) toplumun mümkün olmayacağını, çünkü üretim ve gelişmenin ana motivasyonunun böylece zayıflayacağını savunuyorlar. Bunları yapmak için onlara göre temel motivasyon; para biriktirme ve daha fazla mal satın alma ihtimalidir. Bunun aptal bir hayalden başka bir şey olmadığını biliyoruz, çünkü büyük çoğunluk mal almak veya para biriktirmek bir kenara, hayatta kalmak için asgari koşullara bile sahip değil. Fakat paralel bir evrende yaşayan liberallere göre işçiler, eşitlikçi bir toplumda ve servet biriktirmek gibi itici bir güç olmadığında, motive olmak için hiçbir neden bulamayacaklarmış.
Ancak, elbette ki nedenleri olacak. Üstelik, liberallerin sandığından çok daha asil nedenler. Sosyalist bir toplumda çalışmak, kendini ve tüm insanlığı iyileştirmeye dönük bir faaliyetin parçası olacaktır. Planlı bir ekonomide, çalışanların vardiya saatlerini azaltıp arta kalan zamanlarında kendilerini “ruhlarını” zenginleştirmeye adamaları doğal bir teşvik yaratacaktır. Entelektüel, sanatsal ve bilimsel merakını doyurmak için çaba sarfetmek toplumun itici güçlerinden biri olacaktır.
İşçilerin büyük çoğunluğu doğal olarak bilir ki; işler fiziksel ve duygusal olarak yorucudur. İşçinin tüm günü ve tüm enerjisi, iş ve işe ulaşmak için yapılan yolculuk tarafından emilir. Bu onun bilimsel bilgi edinmesini ve kültürel veya politik bir etkinliğe katılmasını engeller. Bireysel emeğinin tüm iş ve ticaret zincirinin bir dişlisi olduğunun farkında bile değildir. Kapitalizmdeki durumu, tam bir kültürel azgelişmişliğe mahkumiyettir.
Zorlu, mekanik, sıkıcı ve tekrarlayan işleri en aza indirme isteği, verimli üretimi sağlamak ve tüketici mal ve hizmetlerini güvence altına almak için iyi bir motivasyon kaynağı olacaktır. Bu motivasyon, etkili, üretken ve azaltılmış çalışma süresinden, yaşam sürelerinin daha az kaybı anlamına geleceği bilincinden kaynaklanacaktır.
Sosyalist bir toplumda insanlar motivasyonlarını, liberaller tarafından savunulduğu gibi tüketimlerini veya parasal birikimlerini arttırmak amacından değil, kendilerini, toplumu ve bilimi geliştirmek, doğayıanlamak, sanat, spor gibi alanlarda gelişmek amacından alacaktır. Böylesi bir toplum çılgınca mal satın alan değil, medeniyet yolunda büyüyen bir toplum olacaktır. Bu şekilde toplum, anlamlı insan faaliyetlerinin ve ilişkilerinin tam olarak gelişeceği bir yolda ilerleyecektir..
Bürokratik planlamanın tam tersi
Ekonominin demokratik ve merkezi planlaması, Sovyet bürokratik planlamasının tersidir; bu tür planlama ülkede gerçekleşen Stalinist karşı-devrimin sonucudur.
Bürokratik planlama, üretimin entellektüel yanını farklı alt bölümlere ayırmaktan beslenir. Bilgi böylece idari ve yönetsel işlevleri üstlenen bir grup uzman bürokratın tekelinde toplanır. İşlerin idare edilebilmesi için gerekli planlama ve sorumluluk bu yönetici katmanının eline geçer.
Bürokratik planlamada, üreticiler ve tüketiciler herhangi bir ekonomik plan tartışmasından men edilir. Karar yukarda ve diktatörce alınır. Mantıksız ve baskıcı kararlar olsa bile ülkenin tüm üreticileri buna uymak zorunda bırakılır. Fabrika yönetici bürokratı işini ve maddi avantajlarını kendine saklamayı amaçlar. Bu nedenle bürokratik hiyerarşiden gelen emirleri körü körüne takip eder, israfı ve başarısızlıkları gizler, motivasyonu diğer bürokratik yöneticilerle rekabet olduğundan işçilerin emeğini istismar eder.
Bunların hiçbirinin, Ekim Devrimi’nden sonra Lenin’in hedefledikleri ile bir alakası yoktu. Nüfusunun % 90’ı köylülerden oluşan bir tarım ülkesinin sanayileşmesini ve kültürel ve teknik az gelişmişlik girdabından kurtulmasını isterken aynı zamanda çoğunlukla okuma yazma bilmeyen nüfusun kitlesel eğitimden geçerek üretimi planlamasını ve politik yönetime hazırlanmasını hedefledi. Bunu yapmak için de bürokratikleşmeye karşı etkili bir dizi önlem alınmasını savundu. Üreticilerin, üretim planlamasına ve politik yaşama aktif katılımı ve ülkenin genel siyasi hayatına dahil edilmesi için çalışma saatlerinin azaltılmasının yollarını aradı. Formülü şöyleydi: altı saatlik çalışma + üretici faaaliyetlere ayrılmış dört saatlik çalışma. Amaç, herkesin her iki faaliyeti de yerine getirebilmesiydi ve bu da toplumsal iş bölümünün kaldırılması ile sonuçlanacaktı.
Stalinizm’in dayattığı bürokratik planlama, yöneticiler evreninden oluşuyordu. Verimsizliği, sonrasında Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin restorasyonu ile sonuçlanacak olan muazzam sosyal çelişkilere yol açtı.
Sonuç
Okuyucudan şöyle bir itiraz gelebilir: Fakat bu bir ütopya değil mi, toplumumuzda gerçekleştirilmesi imkansız bir şey değil mi? Kapitalist distopya döneminde bile, salgının, ekonomi ve iklim krizinin içinde, çoğu hala bir meteorun dünyaya çarpma olasılığının insanlığın sosyalist bir toplum inşa etme olasılığından daha yüksek olduğuna inanıyor. Öte yandan, kapitalizmi yeniden biçimlendirme ve daha insancıl hale getirme fikrini satan yanılsama tüccarları da hala varlığını sürdürüyor.
İster geçmişe bakalım ister bugüne, kapitalizmin insanca bir şekilde reforme edilmesinin, bulutların şişelenmesi kadar imkansız olduğunu görüyoruz.
Temel olarak, tartışma tek bir soruya dayanıyor: İnsanlık kendi kaderini şekillendirmeyi başarabilir mi, kendini özgürleştirmesi somut bir gerçeklik mi, yoksa sadece bir rüya mı? Hatırlatalım, insanlık kendi tarihini kendisi yapıyor. Sosyalizm, kapitalist üretimin nesnel çelişkilerinden kaynaklanan tarihsel bir olasılıktır. Ancak bunu gerçekleştirmek için nesnel çelişkilerden daha fazlası gerekir. Kadın ve erkeklerin siyasi eylemleriyle, proletarya iktidarı ele geçirene kadar diğer ezilen sınıflarla ittifak halinde, devrimci bir partide, örgütlü bilinçli müdahalelerinin organize edilmesi ile ancak mümkündür.
Ancak, işçi sınıfı etkin bir biçimde yönetime katılmadan hiç bir şekilde egemen olamaz. Fabrikalarda ve endüstrinin en çeşitli ve en küçük birimlerinde dahi iktidarını kullanmalı, aynı zamanda tüm alanlarda politik iktidarın şekillenişinenkatılmalıdır. Bu bizi sosyalizmin inşası döneminde esasen politik bir sorumluluk içine çeker. Devlet kontrollerinin yeni biçime göre düzenlenecek hali, işçi kitlelerini temel karar alma süreçlerine dahil eden ve uzmanların rolünü sınırlayan, demokratik olarak seçilmiş üyelerden oluşan konseylere dayanır. Sadece bu şekilde işçi sınıfı, terimin gerçek anlamında yeni toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel önceliklerine hâkim olabilecektir.
Yazının orijinali için tıklayınız.