İstanbul Sözleşmesinin anlamını, kapsamını ve önümüzdeki süreci Kadınlarla Dayanışma Vakfı (Kadav) Aktivisti Avukat Arzu Aydoğan ile konuştuk.
Kırmızı Gazete: İstanbul Sözleşmesi nedir, ne anlama geliyor? Amacı nedir?
Arzu Aydoğan: İstanbul Sözleşmesi adını imzalandığı şehir olan İstanbul’dan alır. Resmi adı Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir. 2011 yılında imzaya açıldığında bu sözleşmeye ev sahipliği yapan Türkiye, metne ilk imzayı atmıştır ve hiçbir maddeye çekince koymamıştır.
İstanbul Sözleşmesi, insan hakları mücadelesinin önemli bir parçasıdır. Girişinde de İnsan Hakları Sözleşmesi gibi önemli hukuki metinleri hatırda tuttuğunu belirtir. Bu metinlerin her biri önemlidir ve içinde cinsiyet eşitliği mücadelesinde önemli dönüm noktası sözleşmeler de bulunmaktadır. Örneğin Uluslararası Ceza Mahkemeleri Sözleşmesi Roma Sözleşmesi, Kadına Karşı Her Türlü Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Cedaw bunlardan bir kaç tanesidir. Bu sözleşme bir başlangıç değildir ancak birçok açıdan önemli bir dönüm noktasıdır.
KG: Sözleşme kimleri kapsıyor? Sadece kadınları mı?
AA: Sözleşmenin mücadele öznesi kadın hareketidir. Yani bu sözleşme kadınların azmi ve siyaset alanındaki fedakâr çalışmaları sayesinde imzalandı. Bu kısım mücadele alanının sadece bir kısmıydı. Bir de uygulatmak ve izlemek de ciddi bir çalışma ve sabır gerektirdi. Bu noktada “kadın” sözleşmenin önemli bir unsuru… Ancak tek unsuru değil. İstanbul Sözleşmesi 0-18 yaşındaki kız çocuklarını ve LGBTİ+ ların uğradıkları cinsiyet temelli ayrımcılık ve şiddet eylemlerini de önlemeyi amaçlıyor.
KG: Hükümet neden ilk imzacısı olduğu bu sözleşmeyi uygulamaya koymuyor?
AA: Hiç uygulanmadı diyemeyiz. Kimi iyileştirmeler yapıldı. Örneğin Eski 4320 Sayılı Kanun (Ailenin Korunmasına Dair Kanun) yerini 6284 sayılı kanuna (Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun) bıraktı. İki kanun arasındaki farklar başka bir söyleşiyi hak eder ancak en önemli kısım kadının aile içindeki tanımından kurtulması. Aile içinde yaşanmayan şiddete karşı da kadınların bu kanuna başvurması mümkün hale geldi. Bu tür gelişmelerin İstanbul Sözleşmesi etkisiyle olduğunu söylemek haksızlık olmayacaktır. Bunun dışında 6284 sayılı kanun doğrultusunda sığınakların açılması (Kanun’da konukevi olarak geçiyor), Emniyet Müdürlükleri’nde Aile içi şiddet biriminin kurulması (isminden bağımsız olarak kadına yönelik şiddet de bu birimlerde görüşülüyor), şiddet mağduru kadınların SGK kapsamına alınması, sosyal destekten yararlanması gibi sayıca fazla düzenlemeler yapıldı. Yapıldı ama devamı gelmedi.
Tabii tecavüz kriz merkezi gibi hiç adının bile anılmadığı uygulamalar da söz konusu.
Meselenin büyük kısmı yapılan düzenlemelerin çoğunluğunun kâğıt üzerinde kalması. Daha büyük kısmı ise bugün İstanbul Sözleşmesi’nin sistemli şekilde hedef haline getirilmesidir. “6284 sayılı kanun yuva yıkıyor” ile başlayan süreç arasındaki bağa istinaden şu gün uygulamasından vazgeçilmiş İstanbul Sözleşmesine dönmüş oldu.
Hükümetin (ve bugün hükümet dışında kalan kişilerin) İstanbul Sözleşmesi konusundaki pişmanlıklarını biz beyanlarından önce hissettik. Daha sonra bu pişmanlığı saklama ihtiyacı dahi hissetmediler. Bu konuda onlara engel teşkil edecek kadın hareketi de hedef haline geldi. Grevio temsilcisinin kadın hareketinden gelmesi esası ihlal edildi örneğin. Bir önceki dönem temsilcisi Feride Acar yeniden aday gösterilmedi.
İçişleri Bakanı tarafından defalarca hedef olarak gösterildik. 8 Mart’ta, 25 Kasım’da yürütülmedik. Bir de üzerine ne kadar tehlikeli olacağının bilincinde olarak ezanı ıslıklama provokasyonu ile karşılaştık.
Bu tür provokasyon ve hedef göstermelerin tutmamasının tek sebebi kadın hareketinin haklılığının her evde ve her anda yeniden ve yeniden doğrulanıyor olmasıydı. Kadir Has Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmada Türkiye’de en çok güvenilen kurumlardan birisi kadın örgütleri çıkmıştı. Bakanlık değil, partiler değil; kadın örgütleri.
Netice itibariyle, şimdi, “imzadan çekilebilir miyiz?” soruları ile karşılaşıyoruz. Buna asla seyirci kalamayız. Sadece Türkiye’deki değil tüm dünyadaki kadınlar sözleşmeyi savunur.
KG: Türkiye’de Kadın örgütlerinin İstanbul Sözleşmesi sürecinin dışında tutulmaya çalışıldığını görüyoruz. Kadınlar bu alanda nasıl mücadele etmeli?
AA: İstanbul sözleşmesinin anahtar kelimeleri 4 P karşılığı; koruma, önleme, politika, kovuşturma,
Diğer anahtar kelime ise koordinasyondur. Kadına yönelik şiddeti önlemede bu koordinasyon hem devlet yapılanması içinde olmalı (Eğitim Bakanlığı’ndan Sağlık Bakanlığı’na kadar bilumum bütün birimlerde) hem de kadın örgütleri ile olmalı. Sözleşmede kadın örgütlerinin önemi ve koordinasyon unsuru olması gerektiği açıkça yazılmaktadır.
Ancak bugün maalesef sorudaki ifade doğru.. Dışarda tutulmaya çalışılıyoruz. Ancak bu pek mümkün değil. Kadın hareketi İstanbul Sözleşmesi’nin organik bir parçasıdır. Sözleşme kadın hareketinin örgütlü mücadelesi ile ortaya çıktı. Bugün bu örgütlülük gücünü korudu ve hatta arttırdı. Altını çizmek gerekirse örgütlü gücümüz süreci örmeye devam etmemizi sağlayacak en önemli etkendir.
Netice itibariyle biz İstanbul Sözleşmesi’nin kendisiyiz. Kadın hareketi olmadan şiddeti önlemek zor değil; imkansızdır.