ABD’DE FAŞİST DARBE GİRİŞİMİ

ABD’DE FAŞİST DARBE GİRİŞİMİ

ABD’de 6 Ocak’ta Kongre binasının işgal edilmesi ve şimdilik 5 kişinin ölümüyle sonuçlanan, Başkan Trump tarafından kışkırtılan bir “faşist darbe” girişimi yaşandı.

Dünyada hızla genişleyen bir dalganın Trump’la birlikte ABD kıyılarına ulaştığı çoktandır söyleniyordu. Gerçi söz konusu, örnek demokrasisi ile ünlü ABD olunca iddianın biraz havada kalması, sembolik veya mecazi görünmesi kaçınılmazdı. Ancak 6 Ocak günü başkent Washington’da yaşananlar iddianın önemli ölçüde somut gerçekliği ifade ettiğini gösterdi.

Yeni bir tür Bonapartizm ve ötesi…

Bilindiği üzere farklı kesimler tarafından farklı adlarla anılsa da bizim “neo” veya “yeni” Bonapartizm olarak tanımladığımız bir devlet biçimi (rejim), dünya krizinin de etkisiyle giderek yaygınlık kazanıyor.  Şimdilik Filipinlerden başlayıp batıya doğru Hindistan, Rusya, Türkiye, Macaristan, Polonya, Brezilya ve nihayet bazı yönleriyle ABD’ye uzanan ve kendine has nitelikleri olan, bir tür baskı rejimleri zincirinden söz ediyoruz.  İçi neredeyse tamamen boşaltılmış  burjuva demokratik kurumların ve “demokratik” görüntülerin varlığı nedeniyle bütün “homurdanma” ve şikâyetlere rağmen, bir biçimde kabullenilen bu rejim türü, özellikle liberal ve sair çevrelerce “illiberal demokrasi”, “otoriter popülizm” vb. adlarla tanımlanıyor. Bu rejime Putinizm, Erdoğanizm, Orbanizm, Trump’izm vb. adlar da veriliyor. Ancak bunların çoğu,  her şeye rağmen “burjuva demokrasisi” ekseninde, sorunu ondan bir “sapma” olarak gören, ama onu esas alan tanımlamalar. Ancak bu tanımların en önemli kusuru, bu yeni rejim türünün sınıfsal-toplumsal niteliklerini ve (liberal) burjuva demokrasisinin günümüzdeki iflas sürecini gizlemeleri. Bu aynı zamanda “sınıf mücadelelerinin artık sona erdiği” bir çağda, “serbest piyasa eşittir demokrasi” iddiasına dayanan neoliberalizmin gerçek yüzünün de gizlenmesi anlamına geliyor.  Sınıf mücadeleleri sürüyor ve elbette böyle bir eşitlik yok. Liberalizmin asıl amacının “demokrasi” değil “özgürlük”, yani engelsiz-müdahalesiz bir “girişim özgürlüğü” olduğu bizzat kendi teorisyenlerince ifade edilir. Ayrıca neoliberal dönemin ana eğiliminin yürütmenin yasama ve yargı gibi diğer güçler ve denetim mekanizmaları üzerindeki belirgin hâkimiyeti ve onları elinin altında olabildiğince bütünleştirmesi (kuvvetler birliği) olduğu da biliniyor.  Kısaca bu yeni rejim, ilk örnekleri demokrasisi ile ünlü olmayan ülkelerde ortaya çıkmış olsa da, esas olarak burjuva demokrasisinin, belirli toplumsal, politik ve ekonomik koşullarda yaşadığı bir iç dönüşümün sonucu. Ve bu nedenden dolayı sorun, “otoriter” ve bizce “Bonapartist” geleneklere sahip ülkelerle sınırlı olmayıp burjuva demokrasisinin “kalelerini” de derinden etkiliyor.

Kapitalizmin bunalımı, sadece ekonomik planda değil, toplumsal ve siyasi planda da bildiğimiz ve kısmen de henüz tam olarak bilemediğimiz dinamikleri, ihtimal ve tehlikeleri harekete geçirmiştir. Liberal burjuva demokrasileri de dahil pek çok ülkede bunalımın yol açtığı ağır koşulların bunalttığı kitleler, devrimci alternatiflerin güçsüzlüğü oranında gerici, ırkçı, faşist hareketlerin peşine takılmakta, onlara güç vermektedir.  Bu nedenle dünyanın pek çok ülkesinde, sözünü ettiğimiz türden  (yeni) bir Bonapartizm de dahil, bir dizi burjuva baskı rejiminin ve bunların çoğunun inanılmaz bir kolaylıkla evrilebileceği faşist ve yarı faşist rejimlerin ortaya çıkma ihtimali küçümsenmemelidir.

Toplumsal yasalar ABD için de geçerli mi!

ABD’deki 6 Ocak “olaylarını” bu açıdan ele almak gerekiyor. En sert Amerikan karşıtları da dahil “Amerikan demokrasisine” ve siyasi kurumlarına “bir şey olmayacağı” inancı (güveni!) çok yaygındır. ABD’nin emperyalist bir devlet olarak dünya çapındaki gücü, konumu ve rolü çoğu zaman onun da diğerleri gibi sınıflı bir toplum olduğu gerçeğinin görünmez hale gelmesine yol açar. Pek çoklarına göre, emperyalizm gibi, onun en büyük gücü olan ABD de derin toplumsal çelişkilerden azade bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda Amerikan toplumunun krizleri, çelişkileri, çatışmaları ve iç dinamikleri dünya meselelerinde ön plana çıkma imkânı bulamaz. Bunların açıkça ortaya çıktığı durumlarda ise uzaktan bakış açısı, alaycı bir ifadeyle “Sen başkalarına yapar mısın, oh olsun!” düzeyindedir. Oysa Amerikan toplumu da, bütün kurumlarıyla birlikte, dünyanın bütün ülkelerinin ve rejimlerinin tabi olduğu toplumsal yasalara tabidir. Örneğin faşizm, hem de en silahlı biçimleriyle ABD toplumunda epeyce derin köklere sahiptir. Sınıf mücadeleleri gerçeği Amerikan toplumu için de geçerlidir. Farklı zamanlarda farklı biçimler alsalar da devrim ve karşı devrim dinamikleri ABD’de de hareket halindedir. Üstelik ABD’deki bu tür gelişmelerin muhtemel etkileri, bölgelerin ve hatta kıtaların ötesinde dünya çapında ciddi sonuçlara yol açacaktır. ABD’deki faşist örgütlerle Avrupa’daki faşist örgütler arasındaki maddi-manevi dayanışma ilişkileri bu konuda küçük ama uyarıcı bir örnektir.

Trump’ın deliliği mi, yoksa..?

Olayları Trump’ın delilikleri ve demokrasi düşmanlığıyla açıklamak mümkün değildir. Kendisi nevi şahsına münhasır bir kişi olsa da Trump, yaygın bir Cumhuriyetçi-muhafazakâr gericiliğin ötesinde çok daha tehlikeli ve örgütlü bir gericilik dalgasının üzerinde (Çay Partisi ve diğerleri) yükselerek iktidara gelmiştir. Kapitalist bunalımın mağdur ettiği, kenara ittiği, ağır biçimde yoksullaştırdığı emekçiler de dahil, ABD toplumunun geniş kesimlerinin “reaksiyoner” desteğini almıştır. Trump’ın seçimleri kaybetmesi bu gerici ve saldırgan dalganın kırıldığı anlamına gelmemektedir. 6 Ocak’taki Kongre baskını aynı zamanda uluslararası kapitalizmin “demokrasi modelinin” ideoloji ve siyasi planda iflas eğilimini, en azından zannedildiğinden çok daha kolay “kırılabilir” olduğunu göstermiştir. Bu bakımdan aynı zamanda psikolojik bir kırılma noktasıdır. Amerikan demokrasisi kimilerinin iddia ettiği üzere “yıkılmaz gücü” sayesinde bir tehlikeyi atlatmaktan ziyade, ciddi bir tehlikeye doğru yol aldığını göstermiştir. Burada söylenen, elbette bu demokrasinin bugünden yarına çökebileceği değildir. Ancak bu ülkenin yaşadığı olaylar ve girdiği süreç, tek başına devletlerarası ilişkilere dayalı alışılmış emperyalizm analizlerinin ötesine geçilmesini ve kapitalizmin toplumsal yasalarına, sınıf  ilişkilerine dayalı “tarihsel maddeci” bir analizi gerekli kılmaktadır. 

Kapitalizm bunalımdadır ve ABD’de taşlar yerinden oynamıştır. Bu nedenle hem uluslararası, hem de ulusal plandaki her sarsıntı bu ülkeyi alışkın olmadığımız biçimlerde etkileyecektir.  6 Ocak’taki faşist “darbe” girişimi geride bırakılmış bir tehlike değil, giderek olgunlaşmakta olan tehlikeli bir sürecin önemli bir aşamasıdır. Unutulmaması gereken, ABD’deki devrimci veya karşı devrimci gelişmelerin dünyanın geleceğini çok büyük ölçüde etkileyecek olmasıdır. Trump’ın seçim sonuçlarına müdahale yöntemi, iktidarda kalmak için kullandığı taktikler, muhtemelen başta Türkiye olmak üzere, yeni-Bonapartist rejimler açısından bir model oluşturacaktır…

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında