REJİMİN “İNSAN HAKLARI EYLEM PLANI!”

REJİMİN “İNSAN HAKLARI EYLEM PLANI!”

AKP genel başkanı ve cumhurbaşkanı RTE ‘İnsan Hakları Eylem Planı’nı 2 Mart Salı günü açıkladı. RTE, paket olarak sunulacak planın 11 temel ilkesi, 9 amacı, 50 hedefi ve 393 faaliyeti olduğunu belirtti. 

3 Kasım 2002’den beri neredeyse 20 yıldır aralıksız iktidarda bulunan AKP’nin ‘İnsan Hakları Eylem Planı’nı önümüzdeki iki yıllık süreçte uygulanmak için hazırlandığını belirtmesi, planın ne kadar samimi olduğu konusunda bir kez daha gönüllerimizi fethetti! Erdoğan yaptığı açıklamada bu sürecin amacının, “yeni” ve gerçek “sivil” bir anayasa olduğunu belirtti. Bu açıklama ile Erdoğan’ın “Türkiye Demokrasisi Tarihine” adını altın harflerle yazdıracağını düşünüyoruz. Tabii yerseniz…

Açıklanan “plan”a biraz göz gezdirdiğinizde, gerçekleştirmek istenilenin gerçekten kişi hak ve özgürlüklerini daha fazla koruyan, yargı bağımsızlığını, yargı önünde eşitliği amaçlayan, ifade özgürlüğünü genişleten, gazetecilere daha fazla yasal koruma sağlayan, kadına şiddeti engellemeyi hedefleyen yeni bir düzenleme falan zannedebilirsiniz; elbette bu ülkede yaşayan “kendine özgü” özgürlükçü bir liberalseniz! Unutmayalım bu arkadaşlar 12 Eylül referandumunda “yetmez ama evet” kampanyası yapmışlardı. Yine ülkemizin güzide özgürlükçü liberalleri müthiş bir siyasi öngörüde bulunarak kahrolası 12 Eylül anayasasının değişeceğini umut etmişler ve tüm yetkinin “Reis”te toplanmasına yol açan bu sürece, sayısal olmasa da ideolojik olarak önderlik etmişlerdi. Kendilerinden yeni planın uygulanma sürecinde de “Yetmez ama eh idare eder!” gibi yırtıcı bir slogan ile yine güçlü bir kampanya beklediğimi belirteyim. 

Gönül ister ki, İnsan Hakları Eylem Planı’nda belirtilen her madde için müthiş sevinip “İşte bu !” diyelim. Ancak, açıklanan planın 11 temel ilkesi ile, 19 senedir sürekli çelişen bir iktidar var karşımızda. Bunu anlamak için öyle çok gerilere gidip 19 yıllık iktidarları boyunca neler söylediklerini, ya da yaşanan hak ihlallerini araştırmamıza gerek yok. 11 ana ilkeden biri olarak açıklanan, dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep ve benzeri sebepler temelinde hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın herkesin hukukun önünde eşit olduğu maddesi bile daha Şubat ayında İçişleri Bakanı Soylu tarafından Boğaziçi eylemleri sırasında şu cümlelerle çiğnendi: “LGBT denilen değerlerimize uymayan, bu topraklarla uyuşmayan, Batının bize sunduğu bir olay. Bizim geçmişimizde LGBT gibi şeyler var mı? Var da biz mi bilmiyoruz? Bunlar Batı’da olan şeyler… Benim inancıma göre LGBT+ sapkınlıktır.” Yani aynası iştir kişinin lafa bakılmaz. 

Yine arkadaşlar müthiş bir “demokratlık” örneği göstererek seçim kanununda değişiklik yaparak ve daha adil bir seçim sistemi getireceklerini iddia ediyorlar. Ne kadar adil bir sistem hazırlayacaklarına dair ipucu için HDP ve DBP’nin kazandığı belediyelerin kaçının kayyum yoluyla gasp edildiğini hatırlatmak yetecektir sanırım. Araştırma zahmetinden kaçan arkadaşlar için HDP’nin kazandığı 65 belediyenin şu an 48’inde kayyum olduğunu 6’sının ise hiç mazbata alamadığını belirtelim. 

Yeni “İnsan Hakları Eylem Planı”nda ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının en geniş şekilde teminat altına alınacağı belirtiliyor. AKP Genel Başkanı’nın ifade özgürlüğü konusunda ne kadar hassas olduğunu, 2020 yılının sonuna kadar “cumhurbaşkanına hakaret” davalarından kazandığı 1 milyon 108 bin TL’ye bakarak da anlayabiliriz.

Yeni plan, Kadınlara yönelik şiddet suçlarını etkin bir şekilde soruşturmak amacıyla kurulan özel soruşturma bürolarının tüm ülkede yaygınlaştırılacağını açıklıyor. 2020 yılı boyunca 300 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü, 171 kadının ise şüpheli biçimde öldüğü bir ülkede bu büroların daha etkin kullanılması ve tüm ülkede yaygınlaştırılması fikri, işlevsellikleri hakkında ipucu veriyor bizlere. Kadınlara karşı daha fazla korumacı olacağını söyleyen devlet babamızın samimiyetini önümüzdeki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde hep birlikte göreceğiz. Gerçi 8 Mart eylemlerini gerçekleştirenler “kadının asli görevinin annelik” olduğunu reddeden radikaller. Elbette bu  “radikal terör örgütü iltisaklı” kadınlara uygulanacak yöntemler farklılaşabilir. Unutmayalım ki ülkenin beka sorunu bir takım hak ve özgürlüklerden daha önemlidir. Cumhurbaşkanı ayrıca, “farklı bitkilerin” aynı derecede “sulanmayacağı” üzerine açıklamalar da yapmış bulunuyor. 

Plan içerisinde ayrıntıları belli olmasa bile sendikalar ile ilgili yeni düzenlemelerin olacağı da belirtiliyor. “Reis”, 2 Temmuz 2017’de yabancı yatırımcılarla yaptığı bir toplantıda, olağanüstü hâl uygulamasının iş dünyasının rahat çalışabilmesi için yapıldığını ifade etmiş ve  “Biz göreve geldiğimizde Türkiye’de OHAL vardı, ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz” demişti. Bu nedenle Reis’in ekibinin sendikalar için düşündüğü “demokratikleşme” planının işçi sınıfı için ancak bir korku filmi senaryosu olabileceği kanısındayız.

Kısacası 19 senedir öğrenemeyen arkadaşlar için Reis ve AKP’nin (Son dönemde Cumhur İttifakı’nın) insan hakları, adalet ve özgürlükler için temel kıstasının “bize göre uygun” olması olduğunu belirtmeliyiz. 

Hiçbir kurum ve kişi, 19 senelik iktidarı boyunca her geçen gün daha radikalleşip daha baskıcı hal alan ve kendisinden olmayan herkesi -ülkenin en az yarısını- sürekli olarak “terör örgütü iltisaklı” ve “gayri milli” olmakla suçlayan Saray rejiminden “daha fazla demokrasi” ve “daha fazla insan hakları” beklemesin. Saray,  bir anayasa yapacaksa, bunu ancak meclisin büyük ölçüde işlevsizleştiği mevcut rejimi kalıcı hale getirmek için yapar. 

Artık “tek adam” rejimiyle yönetilen Türkiye’de AKP, CHP ya da başka bir burjuva partisinden daha fazla demokrasi beklemek ahmaklıktır. Elbette demokratik hak ve özgürlükler için mücadele ederiz. Ancak bizim için gerçek demokrasi bir işçi demokrasisidir. Emekçiler için gerçek bir demokrasi ve kalıcı hak ve özgürlükler konusunda burjuva partilerinden herhangi bir beklentimiz yoktur. Geçmişe dönülmesi ya da “güçlendirilmiş parlamenter sistem” vb. siyasi formüller, veya bir takım ara formüller,  işçi sınıfı ve ezilenler için daha iyi bir yaşam koşulları sunmayacaktır.  

Sınıflı bir toplumda bizim için demokrasi mücadelesi sınıf mücadelesinin bir parçasıdır. Demokrasi mücadelesinin hedefi, fabrika ve işyerlerinden başlayarak üretimin her aşamasının işçiler tarafından denetlenebilmesini sağlayan öz-örgütlenmelerin yaratılması, bunların toplumsal hayatın her alanına yayılması ve sonunda bir işçi demokrasisinin kurulması olmalıdır. Aksi takdirde emeğin toplumsal kurtuluşunu sağlayacak sosyalist bir iktidar ideali hoş bir hülyadan öteye geçemeyecektir.

Ömer Demirci

Yazar Hakkında