Anayasa, reformlar, sınır ötesi harekât… derken memleketin gündemi yine “seçimler” meselesine dönmüş görünüyor. Tabii üç gün sonra konu tamamen farklı bir yere de gelebilir, ama şimdilik böyle! Akıl yürütmeler ise daha çok seçimlerin zamanıyla ilgili: erken mi, baskın mı, yoksa normal mi..? Oysa alâmetler asıl dert edilmesi gerekenin seçimlerin zamanından ziyade biçimi ve daha da önemlisi niteliği olduğunu gösteriyor.
Demokrasi adına elde kalan!
Başkanlık rejiminin tesisiyle birlikte “demokrasi” adına elde kalan tek şeyin “serbest seçimler” olması, sadece demokrasinin değil, genel anlamda politikanın da seçimlere indirgenmesine yol açıyor. Bu, yürürlükteki “yeni-bonapartist” rejim açısından anlaşılır bir durum. Dünyada giderek yayılmakta olan bu tür “otokratik” rejimler için seçimler başlıca “meşruiyet” kaynağı, “millet iradesinin” tek gerçekleşme biçimi olarak kabul ediliyor; burada “Seçimi kazanan her şeyi alır” mantığı geçerli! Bu durum, bir başka açıdan, burjuva muhalefet ve çeşitli ölçülerde onun peşine takılan “öteki” muhalefet açısından da kabullenilmiş durumda. “Demokrasi” adına elde kalan tek imkânın seçimler olduğunun fiilen kabulü, her türlü çözüm arayışının bu alana sıkışmasına yol açıyor. Ancak “zorunlulukları” farklı nedenlere dayansa da bir kurum olarak seçimlerin varlığı hem iktidar, hem de muhalefet açısından aslında her türlü samimiyetten uzak bir ortak “meşruiyet” zemini oluşturuyor. (Bu, dış politikada da durumu kurtarıyor!) En azından “durumun idare edilmesi” bu şekilde mümkün oluyor. Bu nedenle her şeye rağmen sonuçları kabul edilebilir seçimler burjuva düzeni açısından büyük önem taşıyor. Yani bu “zorunlu ortaklığın” her şeye rağmen devamı, biçimsel de olsa “serbest-demokratik seçimlerin” varlığına bağlı. Ancak hâlâ karşılıklı olarak “gibi” yapılıyor olsa da bu gerçek son beş yılda epeyce bir değişim geçirdi. Sorun artık önceki seçimlerde olduğu gibi bir takım söylentilerle veya ortaya çıkmış çeşitli hilelerle sınırlı değil. İşler, AKP’nin tek başına iktidarı alamadığı 2015 Haziran seçimlerinin ardından önemli ölçüde farklılaşmış bulunuyor. 2015’te iki seçim arasında ve sonrasında yaşananlar malum. Şimdi benzer şeylerin, yani yeni bir 7 Haziran-1 Kasım sürecinin yaşanıp yaşanmayacağı üzerine konuşuluyor. Soru şu: Rejim ayakta kalabilmek için o dönemki şiddet kampanyasını tekrarlayabilir mi? Cevap genelde “neden olmasın” biçiminde…
Seçimlerin niteliği, HDP’ye saldırı ve muhalefetin hali
Elbette bu defa koşullar farklı; ancak bu fark olumlu yönde değil. Örneğin iktidar, yeni bir “7 Haziran” yaşamamak için seçim ve siyasi partiler yasasında kendi yararına birtakım değişikliklere gitmek amacıyla hazırlıklar yapıyor. Ancak işler bu kadarla sınırlı değil. HDP’li belediyelere ve yöneticilere yönelik saldırı politikası, bu defa partinin Meclis grubuna ve doğrudan hukuki varlığına yöneliyor. Şimdi tartışılan konu HDP’nin kapatılıp kapatılmayacağı. Operasyonun her zaman olduğu üzere Kürtleri hedefleyerek Türk milliyetçiliği üzerinden yürütülmesi muhalefet bloğunda çatlak, mümkünse bölünme yaratma amacına da işaret ediyor. Malum, burjuva milliyetçi muhalefetin zayıf karnı bu. Rejim Gare operasyonuyla sağlayamadığı başarıyı, HDP’yi kapatma veya kıpırdayamaz hale getirme operasyonuyla sağlama peşinde. Bu, etkili bir seçim taktiği olarak ön plana çıkıyor: Yeni bir seçim ve siyasi partiler yasasıyla birlikte, bölgede ortaya çıkan fiili boşluktan istifade ederek, hak etmediği milletvekilliklerini alıp seçimleri kazanmak.
Ancak ülkenin iktisadi, siyasi ve toplumsal durumu ve iktidarın karşı karşıya olduğu güçlükler düşünüldüğünde işlerin bu defa sadece Kürtlerin tepelenmesi yoluyla hallinin zor olduğu görülüyor. Yani kesin bir seçim başarısı için bu defa operasyonun Kürtler ve HDP ile sınırlı kalmama ihtimali de var. Hedefte artık CHP’nin de olduğu yolundaki “söylentiler” boşa değil. Saray’ın İYİ Parti’yi, zaman zaman bir doz “teröre yakın durma” suçlaması içerse de görece yumuşak bir dille kazanmaya çalışmasının amacı MHP zorunluluğundan kurtulup biraz olsun esneklik kazanmaktan ziyade CHP’yi tek başına savunmasız bırakıp tamamen boyun eğdirmek; tabii, mesela “terörle iltisaktan” kapatmaması halinde!
Böyle bir seçim…
Tamamen veya önemli ölçüde zapturapt altına alınmış ve bir bölümü tasfiye edilmiş bir “muhalefetle” girilecek seçimlerde, belki daha önceki seçim ve referandumlarda başvurulan “hile ve hurdalara” bile gerek kalmayacak, tamamen “yasal” ve “hukuki” yollarla “kalıcı” bir başarı sağlanacaktır! Bu yolla, rejimin niteliği itibariyle ihtiyaç duyulan “serbest seçim” şartı yerine getirilirken iktidarın devamını tehlikeye düşürebilecek sonuçlardan da korunmak mümkün olacaktır. Hesap budur.
Günlük hayatta her türlü toplumsal, siyasi muhalefete yönelik açık tehdit dili, yer yer fiili saldırılar ve artık doğrudan “mafya babaları”nın ağzından verilen siyasi mesajlar bir yana, burjuva muhalefet tarafından tek kurtuluş yolu olarak sunulan seçimler de rejim açısından doğrudan bir şiddet aracına dönüştürülmek istenmektedir. Bu aynı zamanda rejim sorunu açısından çok yönlü ve tehlikeli bir “nitelik değişiminin” de işaretidir. HDP’ye yönelik bir “seçim” operasyonunun, burjuva muhalefetinin dokunulmazlıklar konusundaki eski Kürt karşıtı tutumunu tekrarlaması ve buna kararlılıkla karşı çıkmaması halinde, her türlü muhalefetin “etkisiz hale getirilmesiyle” sonuçlanma ihtimali büyüktür. “Terörle mücadele” veya “millet ne der” gerekçesiyle atılacak yanlış adımlar, sadece bu adımları atanları değil, bütün bir ülkeyi gerçek bir “terörizmin” eline teslim edecektir…
Tekrar edelim, Türkiye’nin sorunu artık, seçimlerin erken mi, baskın mı, yoksa normal mi olacağı değil, nasıl “bir şey” olacağıyla ilgilidir. Yani asıl derdimiz, tabii araya daha da büyük bir “felâketin” girmemesi halinde, kimin nerede kaç oy alacağının çok ötesinde, doğrudan rejimin gidişatı ve çok daha beter bir hal alma ihtimalidir.