İbrahim Seymen
Netanyahu’nun lideri olduğu aşırı sağcı Likud partisi uzun süredir yıpranmaktaydı ve toplumdaki öfke, çeşitli şekillerde kendini göstermekteydi. İktidarın karıştığı yolsuzluklar, yoksullaşma ve sürekli seferberlik hali toplumda bir süredir bir kaynama yaratıyordu. Nitekim İsrail halkı seçimler yoluyla Likud partisini ve müttefiklerini iktidardan göndermeyi de başarmıştı.
Yine de son seçimlerden sonra görüldü ki, Likud seçimi kaybetmişti ama burjuva muhalefet de seçimi tam anlamıyla kazanamamıştı. Birbirine benzemez partilerin kurduğu istikrarsız hükümetler kumdan kaleler gibi yıkılmaya devam etti. Böylelikle 2 yılda tekrarlanan 4 seçim boyunca İsrail’de siyasi istikrarsızlık giderek alevlendi. Parlamentoda burjuva muhalefetin bocaladığı 2 yılın ardından Likud ve müttefiki olan tüm aşırı sağ partiler, tekrar iktidarı ele geçirdi. Ülke tarihinin en aşırı sağ hükümeti böylece kurulmuş oldu.
Netanyahu ve müttefikleri, aldıkları mağlubiyetten ders çıkarmış olacaklar ki, bir daha asla iktidardan uzaklaşmamak için kolları sıvadılar. İktidarlarının ilk aylarında ayaklarının tozuyla kendilerine zorluk çıkarabilecek İsrail Yüksek Mahkemesi’ne saldırmaları gerekiyordu. Zira İsrail’de yargı, temel yasalarla çelişen her kanunu meclise geri gönderme hakkına sahipti. Netanyahu ve müttefikleri, “Yargı Reformu” adını verdikleri bir yasa tasarısıyla mahkemenin bu yetkisini kaldırmayı planladılar. Buna ek olarak bundan sonra mahkeme üyelerinin belirlenmesi de siyasi otorite tarafından gerçekleştirilecekti. İsrail, ciddi bir Bonapartist hamlenin eşiğindeydi ve karşılarındaki muhalefet ise çok parçalı ve zayıf birkaç partiden oluşuyordu.
Ne var ki siyasi iktidar gerçek direnişi 120 sandalyeli Knesset’te değil, meydanlarda gördü. İsrail’de Likud iktidarının yükselen sağcı politikalarına ve hukuk sistemi üzerinde siyasi baskının arttırılmasına dönük girişimlerine karşı on binler uzun bir süredir meydanlarda. “Adım adım diktatörlüğe sürüklenmek istemiyoruz” diyen halk sokaklarda iktidara karşı mücadeleye başladı. Üniversite öğrencileri “Yargı Reformu” tasarısı tamamen geri çekilene kadar süresiz boykot yapacağını bildirdi. İsrail’deki sendikalar da yasanın hayata geçmesi üzerine genel greve çıktı.
Dalga dalga yayılan toplumsal seferberlik, hükümet içerisinde de çatlakları büyütmüş görünüyor. İddialara göre İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, yedek askerlerin de eylemliliklerin içinde bulunduğunu, bu askerlerin askeri eğitimlere katılmayı reddettiğini ve ordu içindeki disiplinin zayıfladığını söyleyerek tasarının ertelenmesini istedi, ancak Netanyahu kendisini görevden aldı. Giderek yoğunlaşan ve rejimi hedef alan toplumsal baskının da artmasıyla hükümetin düşme olasılığı yükselmiş durumda.
Nitekim, Bürokrasi içerisinden de halkın sistemden kopuşuna izin vermemek için art arda müdahaleler geldi. Ordu yönetim kademesinden aykırı seslerin yükselmesini takiben İsrail New York Başkonsolosu, siyasi duruma tepki olarak görevinden istifa etti. Nihayetinde Netanyahu, tasarıyı geri çekmek durumunda kaldı.
Bu durum bize, parlamento içerisindeki reformist burjuva partilerin, iktidar olsa bile halkın taleplerine cevap veremeyeceğini, ancak ezilen kitlelerin tarih sahnesine çıkarak ırkçı sağ patron partilerini yenebileceğini gösterdi. Türkiye’de benzer şartlar altında bir seçim sürecine giriyoruz. İsrail’de yaşanan deneyimin en önemli derslerinden biri, burjuvazinin reform girişimlerine ve restorasyon yanlısı ittifaklara karşı uyanık olmak. Temel görev, sokaklarda emekçi yığınların bağımsız inisiyatifine dönük birleşik bir mücadele zemini yaratmaya odaklanmaktan geçiyor.