SOSYAL MEDYA: SÖYLEMEK ve EYLEME GEÇMEK

SOSYAL MEDYA: SÖYLEMEK ve EYLEME GEÇMEK

ZİYA ZARİF

Bu satırları okuyanların bir kısmının sosyal medya paylaşımları sayesinde/yüzünden birbirlerini tanımış olması muhtemeldir. Metnin amacı, sosyal medyayı ve kullanıcılarını bugünün eylemsizliğinin müsebbibi olarak mahkûm etmek veya yaşanılan birçok sorunun bir çırpıda çözümünün aracı olarak sunmak değil, aksine bunun imkansızlığını biraz da olsa gösterebilmek. Bununla birlikte bugünkü eylemsizlikte sosyal medyanın bir etkisinin olduğunu da söylemek gerekiyor.

Birçoğumuz çeşitli gündemler hakkında -sanat, spor ve özellikle siyaset- görüşümüzü bir başkasına bildiriyoruz ve başkalarına karşı görevimizi yerine getirmenin rahatlığıyla uyuyabiliyoruz. Rahat uyuyabilmemiz için bu yeterli mi? Birçok sosyal medya kullanıcısı için yeterli görünüyor.

Kendimizi diğer kullanıcılara kanıtlamak için gün boyunca çabalıyoruz, “Ben de sizin gibiyim!” . Bunun için herhangi bir cümle de yeterli olmuyor, “Sizin gibi olduğumu ve sizi, sizin gibi olma konusunda bile aştığımı gösterebilmek için en afili cümlelerimle diğerlerinden ayrılıyorum!” demeye çalışıyoruz çoğunlukla. Sosyal medyada tepki verilmesi gereken/gerektiği düşünülen bir olaya kullanıcıların bir kısmının şöyle başlayan yorumlar yaptığını görmüşüzdür: “Bunu şimdi gördüm ama… “. Burada söylenmeye çalışılan şey “Sizin gibi olmadığımı aklınızdan geçirip beni aforoz etmeyin ve eğer aforoz ettiyseniz bakın söylüyorum, yeniden vaftiz edilebilirim.”. Bu yol üzerinden ilerlemeye çalıştıkça bir şeyler söylemenin, daha fazla ve daha farklı söylemenin büyüsüne kapılıyoruz, Bunun bir sonu olmasa da her söylediğimizin ötesine geçme hayalimiz ve bizi bekleyen bir sürpriz olduğunu düşünüyoruz. Böylelikle bir gün söylediğimiz şeyin başaramadığını, bir başka gün söylediğimiz şeyin başarabileceğini umuyoruz.

En ufak eylem halinde polis tarafından bastırılmak, grevlerde sendikaların ihanetine uğramak, örgütlenme denemelerinde hukuk duvarına çarpmak gibi birçok şey bizi bir şeyler “söylemenin” sınırları içerisine hapsetmiş olabilir ve durum gerçekten de böyledir. Bu sınırların içerisinde yer almanın bize bir şeyler yapmadan, eyleme geçmeden de -siyasi anlamda- kendimizi işe yarar hissettirmesinde bir illüzyon olduğunu görebilmek, atacağımız pozitif adımların ilki olabilir.

İdeoloji, sanatçısından sosyal medya fenomenine, bilim insanından siyasetçisine kadar çeşitli dolayımlarla yeterli olanın, kafamız rahat bir şekilde uyuyabilmemiz için asgari gerekliliğin fikirlerimizi -ne yazık ki çoğu zaman buzlanmış biçimde- başkalarına deklare etmemiz olduğunu zihinlerimize kazımakta.

Freud’un başka bir bağlamda söylediği “söze dökülemeyen eyleme dökülür” cümlesi belki günümüz siyaseti için baş aşağı durmaktadır, görünen o ki “eyleme dökülemeyen söze dökülür” gibi bir cümle şu anki durumumuzu daha iyi özetlemektedir. Bugün Gazze’de yaşananlar, 6 Şubat ve sonrasında Türkiye’de yaşananlar için bir şeyler söyledik, diğerleri üzerinde bir etkisi olmasını bekledik ve sonrasında beklentimizle olanlar arasındaki uçurumla rastlaştık. Bugün birçok insan iyi niyetle Filistinliler için dileklerini yazıyorlar ama muktedir olmayanın sözle ilerleme ihtimali çoğu zaman naif bir beklenti olarak kalıyor, muktedirin yaydığı söylem ise söylemin sahte gücünün yarattığı büyünün etkisi altında kalanların eylemlerini sınırlamaya devam ediyor.

Yazar Hakkında