31 MART SEÇİMLERİNİN BEKLENMEYEN SONUÇLARI!

31 MART SEÇİMLERİNİN BEKLENMEYEN SONUÇLARI!

HAKKI YÜKSELEN

Yerel seçimler Saray rejiminin bugüne kadar tattığı en acı yenilgiyle sonuçlandı. Bu kadarını muhalif-muvafık hiç kimse beklemiyordu. Neticede, dinci-faşist bileşenlerinin ağır tehditleri eşliğinde, yasal veya yasadışı, pek çok baskı ve şantaj aracını, her türlü hile yolunu gözünü kırpmadan kullanan otokratik bir rejim söz konusuydu.

Üstelik pek çok “tuzu kuru” muhalif de halkımızın “aptallığından” son derece emindi! Ama oldu. Rejim, bir zaman boyunca geniş muhalif kesimlerde ciddi bir moral çöküntüsüne neden olan başarılı bir başkanlık seçiminin üzerinden daha bir yıl geçmeden sarsıcı bir seçim yenilgisine uğradı. 

Öyle “yerelde” falan olduğuna bakmayın; var olan ekonomik-sosyal-siyasal koşullarda ve böylesi bir rejim altında bu seçim sonuçlarının tarihsel önemi ortada.

Rejim

Bu sonuçlar, sosyalistler de dahil memleketin bütün muhaliflerini sevindirdi. En azından rahat bir nefes aldılar. Tabii, bir süre için… “Bir süre…” diyorum, çünkü bugünkünden epeyce farklı tarafları olsa da geçmişimizde 2015 Haziran seçimleri gibi bir örnek var.

Birkaç günlük sevincin ardından, kasım seçimlerine giden süreçte ülke bir cehennemi yaşamıştı. Bu nedenle uyanık olmak gerekiyor. Nitekim rejim birkaç gün bile ara vermeden harekete geçmiş görünüyor. Van’da seçimi açık ara kazanan DEM parti adayının yerine mazbatanın onun yarısı kadar oy almış AKP’liye verilmeye kalkılması ve protestolara yönelik şiddet, son derece provokatif bir başlangıç. Bu girişim akim kılınmazsa gerisi çorap söküğü gibi gelir.

Bunların yanı sıra RTE, eğer hâlâ bildiğimiz RTE ise, muhalefetin bu seçim zaferinin, rejim açısından giderek güçlü bir tehlikeye ve mayalanmaya yol açmaması için elinden geleni ardına koymayacaktır.  Çünkü kendisine biçtiği “tarihsel-ilahi misyon” öyle bozuk bir ekonomi, seçim yenilgisi vb. “dünyevi” nedenlerle vazgeçilecek cinsten bir şey değil!

O nedenle Cumhurbaşkanı’nın kısa ve uzun vadeli planlar yapıp bunları bildik veya henüz bilmedik yöntemlerle uygulamaya koyması kaçınılmazdır. Örnek olarak RTE’nin, kendisinin de sözünü ettiği üzere, bu sıkıntılı durumda yine bir “joker” kullanarak burjuva milliyetçi muhalefeti de felç edecek biçimde, Kürtlere yönelik kapsamlı bir sınır ötesi harekâta girişme ihtimalini gösterebiliriz.

Türkiye (hatta dünya) koşulları düşünüldüğünde, RTE’nin inşa etmeye çalıştığı “askeri-sınai kompleks” temelinde güçlenen ve sınırlar ötesinde yeni maceralar arayan bir militarizmin içeride gerçek bir polis devleti biçimini alması kaçınılmazdır. Bunun anlamı, çoktandır işaret etmeye çalıştığımız üzere “rejimin kendinden beter bir şeye dönüşmesi”nden başka bir şey değildir. Bu tür rejimlerin toplumsal ve politik planda güç kayıpları, kendi içlerinde çözülme eğilimlerini açığa çıkarsa da, zorbalık ve şiddete başvurma eğilimlerini güçlendirir.

CHP

Sonuçlar, eminim seçimin kazananı CHP için de sürpriz oldu. Ana Muhalefet akla hayale gelmeyecek pek çok yerde önemli farklarla kazandı. Böylece hem memleket hem de kendi istikbali açısından tarihi bir fırsat yakaladı.

Ancak CHP’nin bu fırsatı değerlendirebileceği kuşkulu.  Bunun bir nedeni, CHP’nin, daha önce neden kaybettiğini anlayamadığı gibi, şimdi de neden kazandığını anlayamama ihtimali!  

Çünkü CHP, gerek tarihsel-genetik kodları gerek sınıfsal aidiyeti ve gerekse bilinen politika yapma tarzı nedeniyle, ekonominin iktidarın seçim yenilgisinde bu derece ön plana çıktığı koşullarda “istikbalini” bir kez daha, RTE iktidarının “ekonomik durumun” kaçınılmaz bir sonucu olarak yıkılıp gitmesine bağlayabilir.

Oysa Marksistler olarak, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çok öncesinden başlayarak, ekonomiyle siyaset arasında “düz” bir ilişkinin olmadığı, kitlelerin mücadele süreçlerine dahil olması anlamında politikanın etkisinin çok önemli olduğu konusunda CHP’yi ve diğer muhalifleri defalarca uyarmışlığımız var!

Kriz ve Kitleler

Kitlelerin bu seçimlerde ortaya koyduğu siyasi yönelişin en belirleyici nedeni kuşkusuz, 2018’den bu yana içinden bir türlü çıkılamayan çok boyutlu krizin eriştiği nokta. Bir takım “ekonomik bozuklukların” ötesinde, aşırı hayat pahalılığı, yüksek enflasyon, ağır yoksullaşma, çığırından çıkmış bir gelir dağılımı adaletsizliği, had safhada toplumsal yozlaşma, kokuşma, umutsuzluk, şiddet ve siyasi çürüme gibi boyutlarıyla emekçi kitleleri, daha da ötesi orta sınıfları canından bezdiren derin bir krizden söz ediyoruz.

Memleket gerçekleri, demek ki artık kimsenin görmezden gelemeyeceği bir vahamet arz ediyor: Bugünün geçmişten farkı, yeni ekonomi politikalarının   seçim rüşvetlerine, uydur kaydır tedbirlere, kredi kartları ve düşük faizlerle yaratılan sahte refah ortamlarına izin vermemesi. Denizin bittiği noktada en rasyonel” halleriyle uygulamaya konan neoliberal iktisat politikalarının uzun bir süre boyunca en acımasız ve tavizsiz biçimleriyle yürürlükte kalacağı; bu nedenle geleceğin, geniş halk kesimleri için geçmişten çok daha kötü olacağı belli oldu. 

Üstelik bu defa iktidarın geçmişteki gibi “halk için” parmağını bile oynatmayacağı; yani kapitalizmin krizinin en ağır biçimde, zaten yoksullaşmış-yoksullaştırılmış toplum kesimlerine ödetileceği kesin biçimde ortaya çıktı. Kısacası, geçmişte (2001) düzen siyasetinin “merkez” güçlerini çökertip AKP iktidarına yol açan “kurtuluş reçeteleri” şimdi AKP iktidarını zorluyor.

Neden şimdi sorusunun bir başka cevabı da “insan bilincinin maddi gerçekliği geriden takip etmesi” kuralı.

Bu fasılda, yine derinleşen çok boyutlu krizle ilişkili olarak çoğu zaman birleşik bir nitelik kazanamadıkları için yokmuş gibi görünen mevzi işçi mücadelelerinin, köylülerin çevre mücadelelerinin, öğrenci yurtlarındaki yaygın protestoların, eylemlere katılanların ve yakın uzak çevrelerinin zihinlerinde bıraktığı izleri de sayabiliriz.

Ancak henüz tepkisel bir aşamada olduğunu söyleyebileceğimiz bu bilincin kendine örgütlü ve politik bir yol bulamaması, çoktandır bir kâbusa dönüşen bu iktidarın, daha da beter biçimler altında varlığını sürdürmesine yol açacaktır. Unutulmaması gereken husus, kitlelerin tepkisinin nedeni,

CHP’nin veya başka bir muhalif gücün (mesela sosyalistlerin), kitleleri sürükleyebilecek bir değişim-dönüşüm programına, bütünlüklü bir mücadele planına sahip olmaları değil.

Ortada büyük ve beklenmedik ölçüde “dipten gelen” ve “kendiliğinden” bir tepki var. Bunun kalıcı ve örgütlü bir siyasi bilince dönüşmesi, durumun farkına varmaları halinde, öncelikle sosyalistlerin görevidir.