GANİ CAN ÜNAL
Sonbahar aylarını bu enlem ve boylamda geçtiğimiz yıllara göre daha soğuk ve yağışlı havalarla geride bırakırken çeşitli illerde tasarruf amaçlı su kesinti haberleri gelmeye devam ediyor. Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesi kışa girmeden gerekli baraj doluluk oranlarına ulaşamadığı için periyodik olarak su kesintilerini sürdürüyordu.
Yaşananlar iklim krizi projeksiyonlarını takip edenler için şaşırtıcı değil. IPCC (İklim Değişikliği İklim Paneli) raporlarına göre yeni bin yılın başından 2030 yılına kadar kuraklık tehlikesine maruz kalacak kent sayısı iki kat, sel tehlikesi yaşayacaklar 2,7 kat, iki riski birlikte sırtlayanlar 2,5 kat kadar artacak. Birleşmiş Milletler HABITAT da 2040 yılına kadar 600 kentin ve 180 milyon kent sakininin ılıman/tropikal iklimden kurak iklime geçiş koşullarıyla karşı karşıya kalacağını hesaplıyor. Başka bir tahmin 2050’de 2 milyar kişinin su kıtlığı çekeceğini, bunun 800 milyondan fazlasının kronik kuraklık yaşayan kent sakinleri olacağını söylüyor.[1]
İhtiyaç arttıkça içinde bulunduğu havzanın su kaynaklarını (İstanbul için örneğin Sazlıdere[2]) tüketip hemen dış halkaya yönelen (yine İstanbul için örneğin Melen Çayı), orayı da gelecekte tüketip bir dış halkadan su taşıyacak ve enerji tüketecek bir kısır döngü söz konusu. Isınma ve serinleme için enerji kadar su altyapıları üzerindeki baskının artışı da buna koşut gelişmelerden biri. Tarımdaki verim düşüşüyle gıdaya erişimde kısıtlar, içilebilir su kaynaklarının flora ve faunası değiştikçe havzada yaşayanların maruz kalacağı salgın riskleri gibi başka ihtimaller de sıralanıyor. “Su savaşları çıkacak” söylemi zaten jeopolitik tartışmaları ajandasına tüm toplumsal meselelerden önce yazanların çabasıyla 20 seneden fazladır tedavüldeydi.
IPCC uzmanları başta olmak üzere konuya yıllarını vakfedenlerin emeği sayesinde bu detaylar üzerine konuşabiliyoruz. Yine de giderek artan su faturalarıyla ve vergilerle finanse edilen su temin altyapılarında kuraklık kaynaklı krizden geniş kitlelerin ellerine kalan, tasarruf amaçlı kesintiler. Suyu tasarruflu kullanması gerektiği yıllardır kafasına kakılan kentlere yığılmış kitleler ve taşrada tutunmaya çalışan çiftçiler…
Peki su tasarrufu yapması gerekenler listesinde kent ve kır emekçileri kaçıncı sırada gelir?
Tarımda kullanılan suyun fazla olmasının asıl nedeni, gıda üretimi için vahşice sulama yapan bilinçsiz çiftçiler mi? 2022 yılı resmi verilerine göre kaynaklardan çekilen suyun gerçekten de %44’ü sulama faaliyetinde kullanılıyor. Ancak 2010’dan beri tüm faaliyetlerin değişimine baktığımızda sulamanın ağırlığında pek değişen bir şey görünmüyor. Madenciliğinse o çok ufak görünen su tüketimi binde 5’ten neredeyse yüzde 2’ye, termik santrallerinki istikrarlı bir şekilde %4’lerden %8’lere, imalat sanayi %1’lerden %3’lere yaklaşmış.[3] Sulama için tüketilen kaynağı çiftçi sayısına böldüğümüzde ve maden (ya da imalat) için tüketileni işletme sayısına böldüğümüzde birim başına düşen payın ne çıkacağını merak ediyoruz. Tarım sektörünün -elbette mevsimlik işçilerden sonraki- en altındaki halkasına parmak sallamadan bakılması gereken öncelikle bu.
Konya üzerinden gidelim. Jeoloji Mühendisleri Odası dört sene önce Konya Ovasında artan obruk ve yarıklarla ilgili idarecilerin kuraklığa işaret etmesine yanıtı vermişti: İklim krizinin risklerini dün öğrenmedik, hazırlık yapacak vakit vardı. İdarecilerse buna göre politikalarını güncellemek şöyle dursun halihazırda kurak iklime sahip ovada çiftçilerin yeraltı sularına (DSİ’den ruhsat alamazsa kaçak yollarla) bir milyona yakın kuyu açarak hücum etmesine neden olan tarım politikalarını teşvik etmekten geri durmuyor.[4] Peki tarımsal ürün çeşitliliğini artırmak için bu havzada yoğun su isteyen mısır, ayçiçeği ve yonca gibi ürünleri teşvik edenlerin hangi motivasyonunu sorgulamadan önce kaçak kuyu açan çiftçileri mi hedef tahtasına oturtacağız?[5]
Ortada bir bilinçsizlik varsa, başta ekonomik düzenin kurmaylarının bilinci sorgulanmalı. Pancar şekerine, nişasta bazlı şekerin giderek daha fazla galebe çaldığı öğünlerle emekçilerin ve emekçi çocuklarının günlük kalori ihtiyacını giderdiği “diyetler” bir yanda duruyor. Diğer yanda ise açık mera hayvancılığının adım adım tasfiye edildiği kırlarda organize hayvancılığın kafeslerde mısır esaslı yemlerle sürdürülmesi. Suyun esas kullanıldığı yer bu açıdan tarımın endüstrileştiği alanlar.
İmalat sanayinde, maden ve enerjide su kaynaklarını geri dönüşsüz bir şekilde harcayan işletmeler yığını görüyoruz. Uşak Belediyesi’yle maden şirketi arasındaki kentin suyunu madenin kullandığı konulu polemik hala taze. Kentin yanı başındaki tek bir maden işletmesinin -kaynağı kente ayrılmış su havzasının payını harcasın veya harcamasın- sakinlerin ihtiyacının kat kat fazlasına denk içme suyunu harcadığı bir gerçek. Bu bilgiyle evindeki musluk bataryasına tasarruflu başlığı almanın yaratacağı farka kim ikna olabilir? İstanbul’a dönelim. İSKİ verilerine göre metropolde işyerlerinin %2’si tüm işyeri su tüketiminin %60’ını oluşturuyor.[6] Bu küçük gruba deri, tekstil ve petro-kimya endüstrisinin öncülük ettiğini tahmin edebiliriz.
Konutlar arasındaki su tüketiminin de arasında farklar olduğunu biliyoruz. Yine İSKİ verilerine göre İstanbul’daki hanelerin %1’i konutların toplam su tüketiminin %8’ini oluşturuyor.[7] Yeterli veriyle bu %1’in hangi mahallelerde yoğunlaştığını sıralamak, suyu tasarruflu kullanması için kamu spotlarının hangi gelir grubuna yönelmesi gerektiğini afişe etmek ilginç olurdu. İstanbul Tuzla OSB’de bir deri veya tekstil fabrikası tek başına yanı başındaki mahallenin binlerce hanesi kadar su tüketiyorsa, üstelik kullandığı suyu arıtıp tekrar kullanabilecekken bu yatırımı bilanço hesaplarına negatif yük getireceği için yapmıyorsa, hangi apartmanı gri su arıtmaya, yağmur suyu hasadına ikna edebilirsiniz? Bir yanda belediyeler park ve bahçelerde daha az su isteyen yonca ve fiğ ekme planlarında bir arpa boyu yol alamamış, olur olmaz yerlere çim halı döşeten sektör dizginlenememiş. Diğer yanda dekarlarca alanda bir avuç insanın golf oynaması için düzenli sulanması gereken devasa peyzaj düzenlemeleri söz konusu.
Örnekler artırılabilir. İklim krizinin vahim sonuçları önümüze daha sık düştükçe, bu suçun da faturasını elimizde tuttuğumuz söyleniyor. Bedeli ülkenin en yoksulları kuraklıkla, peşi sıra gelen yoğun yağış ve sellerle, telef olan tarla ve bahçelerin borcuyla ve gıda enflasyonuyla ödüyor. Apartmanların bodrum katlarına su sarnıçlarının yaygınlaşması için kârlı bir sektörün oluşmasını bekleyen müteahhit, toptancı ve perakendeci rasyonalitesinin rengini verdiği şu ortamda, “su altyapısıyla ilgili inisiyatifi topyekûn kamunun ele alması” bile devrimci bir talep haline gelebilir.
[1] İPA. (2025). İklim Krizinin İzleri: İstanbul’da Kentsel Isı Adası Etkisi ve Kuraklık.Kent Gündemi Araştırmaları. İstanbul.
[2] Sazlıdere Baraj Gölünü su havzası statüsünden çıkaran karar ve TOKİ’nin alelacele havza sınırları içine konut inşaatına başlaması burayı kuraklıktan önce tüketebilir.
[3] ÇŞİKB. (2022). Su Kullanımı. Çevresel Göstergeler. https://cevreselgostergeler.csb.gov.tr/su-kullanimi-i-85738
[4] Pişkin T. (2021, Eylül 19). “Konya’da yüzey yarıklarının asıl sebebi yanlış tarım politikaları”. Bianet. https://bianet.org/haber/konya-da-yuzey-yariklarinin-asil-sebebi-yanlis-tarim-politikalari-251052
[5] WWF-Türkiye. (2014). Konya’da Suyun Bugünü. https://wwftr.awsassets.panda.org/downloads/konya_da_suyun_bugnu_raporu.pdf
[6] İPA. (2025). A.g.e.
[7] İPA. (2025). A.g.e.




