Alan Woods, 5 Şubat 2007
Kanal 4, 7 Eylül Perşembe günü, Gizli Tarih serisinin bir parçası olan, “Mutiny – Kızıl Ekim’in Gerçek Hikayesi” adlı büyüleyici bir program yayınladı. Bu olağanüstü belgesel bize, 1984 de yayımlanan Tom Clancy romanının, film versiyonu olan 1990 yapımı Hollywood filmi Kızıl Ekim Avı (The Hunt for Red October) arkasındaki gerçek hikayeyi veriyor.
“Tarihin olayları dürüstçe yargılayacağına ve babanın yaptıkları için asla utanmayacağına güven. Hiç bir şekilde, eleştiren ama harekete geçmeyen insanlardan olma. Bu insanlar ikiyüzlüdür; inançlarıyla eylemlerini uzlaştırma gücü olmayan, zayıf ve değersiz insanlardır. Sana cesaret dilerim canım. Hayatın muhteşem olduğuna inanarak güçlü ol. Olumlu ol ve her zaman devrimin kazanacağına inan.”
(Valery Sablin’in infazdan önce oğluna bıraktığı son mektubu)
Kanal 4, 7 Eylül Perşembe günü, Gizli Tarih serisinin bir parçası olan, Mutiny – Kızıl Ekim’in Gerçek Hikayesi adlı büyüleyici bir program yayınladı. Bu olağanüstü belgesel bize, 1984’te yayımlanan Tom Clancy romanının, film versiyonu olan 1990 yapımı Hollywood filmi Kızıl Ekim Avı (The Hunt for Red October) arkasındaki gerçek hikayeyi veriyor. Clancy’nin romanında, gemisiyle Atlantik boyunca destansı bir yolculuğa çıkan denizaltı kaptanı Marko Ramius’u anlattığı hikayesinde de bu gerçek olaylardan esinlenildi.
Yazar başlangıç noktası olarak, Valery Sablin’in Kasım 1975’te Sovyet savaş gemisi Sentry’de (Rusça’da Storozhevoy) başlattığı isyanı aldı. Kitabın da açıkladığı gibi, “Efendim, bunun için örnek var; 8 Kasım 1975’te Sovyet Krivak sınıfı bir füze fırkateyni olan Storozhevoy, Riga, Letonya’dan İsveç’in Gotland adasına kaçmaya çalıştı. Gemideki siyasi komiser Valery Sablin, görevli personelin isyanına öncülük etti. Sablin ve diğer 26 kişi mahkemeye çıkarıldı ve mahkeme sonunda vurularak öldürüldüler.”
Her zaman olduğu gibi, Kızıl Ekim’in gerçek hikayesi, Sovyet hükümeti tarafından gizlendi ve ancak şimdilerde yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
Soğuk savaşın sonuna kadar batı istihbaratı, geminin mürettebatının
kaçmaya çalıştığına inanıyordu ve Clancy’nin kitabı ve film de bu temele dayanıyordu. Ancak Sovyetler Birliği’nin son günlerinde Kanal 4 programında ortaya çıkan yeni kanıtlar, Clancy’nin hesabının yanlış olduğunu gösterdi. Sentry’nin amacı batıya kaçmak değildi, bunun nedeni de isyanın lideri Valery Sablin’in kararlı bir komünist olmasıydı. Niyeti Batı’ya kaçmak değil, ayrıcalıklı Stalinist bürokrasisinin egemenliğini devirmek ve Leninist işçi demokrasisi rejimini yapılandırmak amacıyla bir siyasi devrimi tetiklemekti. Program notlarının belirttiği gibi: “Komünizmin ateşli bir inananı olarak, Sablin Leningrad için çalışıyordu (şimdi St.Petersburg). 1905’in yükselişi sırasında sembolleşen Potemkin zırhlısının anısına ve 1917 devrimini ateşleyen Aurora kruvazöründen ilham alarak, isyanının Leningrad’da yeni bir isyan kıvılcımını ve tamamlanmadığını gördüğü Rus Devriminin tamamlamasını umuyordu.”
Bu, en iyi kurgu eserlerinden bile daha zengin, daha sıradışı ve daha hareketli gerçek bir hikaye. Kuşkusuz Rusya’nın ve tüm dünyanın işçilerine ve gençlerine ilham verecektir. Bu muhteşem belgesel mümkün olan en geniş izleyici kitlesine erişmeyi hakediyor.
Valery Sablin Kimdi?
Valery Mikhailovich Sablin, babası ve dedesinin deniz subayı olduğu bir ailede büyüdü. 16 yaşında Frunze Deniz Harp Okulu’na katılarak onların ayak izinden gitti. Tüm geçmişi boyunca, erken yaşlarından itibaren deniz ve donanmaya dair derin bir sevgi, derin bir görev duygusu, askeri disiplin ve Sovyet vatanseverliği aşılandı. Ancak Sablin sadece askeri bir şahsiyet değildi, her şeyden önce bir komünistti, Ekim Devrimi’nin bir evladıydı. Hayatına ve her hareketine içsel bir anlam katan şey budur.
Valery diğer deniz subaylarının oğullarıyla beraber, bir deniz üssünde büyüdü. Genel bakış açısı ahlakiydi, kardeşlerinden Boris Sablin’in belirttiği gibi “yalan söyleyemezdi”. İkiyüzlülüğün her türlüsünü reddetti. Herhangi bir adaletsizlik karşısında sessiz ve seyirci kalamazdı. Çocuk yaşlardandan beri deniz akademisine gitmeyi hayal etti. 1955’te, daha 16 yaşındayken, Leningrad’daki seçkin Frunze Askeri Akademisi’ne kabul edildi ve eğitimi boyunca hep örnek öğrenci oldu. O zaman da sadık bir komünistti. Komünist gençlik örgütü başkanı seçildi. Okulda şakayla karışık “sınıfın vicdanı” olarak bilinirdi. Arkadaşları onun bazı şekillerde farklı olduğunu hissetmişlerdi. Ve hatta bu farkın nereden geldiğini de anlamaya yaklaştılar. Sınıf arkadaşlarından biri şöyle dedi: “Hepimiz sosyalist ve komünist etiğe inanmak için eğitildik. Hepimiz onlara inanıyorduk. Ancak Valery öyle bir bütünlüğe sahipti ki, bu idealleri hayata geçirmek istiyordu.”
Bu notlar, Sovyetler Birliği hakkında önemli bir gerçeği ortaya koyuyor. Lenin’in ölümünden sonra iktidara gelen bürokratik rejim her şeyden önce ikiyüzlülük ile karakterize edildi. İnsanlar, pratikte bütün sistem Ekim devriminin demokratik ve eşitlikçi ideallerinin inkarı iken, Komünizme ve Lenin’in fikirlerine bağlılık duydular. Gözlerini açıkça görülebilen eşitsizliklere ve yolsuzluklara kapatmaları gerekiyordu, sanki bu şeyler yokmuş gibi davranıyorlardı. Fakat teori ve pratik, sözler ve eylemler arasındaki bu trajik çelişki, Valery Sablin’in doğasına tamamen aykırıydı. Düşünme hayatının ilk döneminden itibaren varlığının her bir zerresiyle ona karşı ayaklandı. Bu korkusuzca dürüstlük onun hayatını sürekli karakterize etti. Valery sadece Komünizm hakkında konuşmak istemiyordu; Komünizm altında yaşamak istiyordu. Yani “İnandığı fikirleri hayata geçirmek istedi”.
Stalin’in 1953’te ölümünü takip eden Kruşçev dönemi, SSCB için bir dönüm noktası oldu. Stalin’in ölümü Rusya’da hoşnutsuzluğun dile getirilmeye başlanmasının önünü açtı.Yeni lider Nikita Kruşçev yönetimindeki iktidar bürokrasisi, tabandan gelen devrimi engellemek için tepeden reform yapmaya başladı. Ancak Kruşçev’in iktidar kastının gücünü ve ayrıcalıklarını ortadan kaldırma niyeti hiç olmadı; işçi sınıfı adına hüküm süren, Troçki’nin de açıkladığı gibi, işçi üzerinde bir tümör olan ve sayıları milyonlarla hesaplanan devlet, parti ve silahlı kuvvetler kastının asalak yetkilileriydi.
Valery ilk siyasi eylemini 20 yaşındayken Sovyetler Birliği başbakanı Nikita Kruşçev’e Sovyet “sosyalizmine” uymayan toplumsal eşitsizlikleri kınayan bir mektup yazarak gerçekleştirdi. Bu cesur bir eylemdi, kariyer beklentilerini mahvetmek ve hatta daha da kötüsü anlamına gelebilirdi. Şaşırtıcı değildir ki, otoriteler memnun olmadı. Sablin’e yanıtları ciddi bir kınama cezası idi ve mezuniyeti ertelendi. Bu duruma rağmen, Sablin’in büyük kişisel yeteneğinin ve kararlılığının bir göstergesidir ki, askeri akademiden onur ödülü alarak eğitimini tamamlamayı başarmıştır.
1964’te Kruşçev görevden alındı ve yeni rejimin en önemli önceliklerinden biri, Sovyet donanmasının ABD’ninkine uyacak şekilde genişletilmesiydi. Donanma, yeni lider Leonid Brejnev’in gururu ve sevinciydi ancak bu duygu karşılıklı olmaktan uzaktı. Deniz tarihçisi Nikolai Cherkashin şunları söyler; “Brejnev’in başkanlığında Kremlindeki Politburo liderliği, ülkeyi asla refaha götürmeyecekti, Sablin’in inandığı gerçek Komünizm ideallerini ise hiç umursamıyorlardı.”
Beş yıl içinde Sablin’e bir muhrip komutanlığı teklif edildi, bu 30 yaşındaki bir subay için olağanüstü bir takdir konusu idi. Ancak, Valery sadece askeri subaylara açık elit bir kurum olan Lenin Siyasi Akademisi’ne katılıp eğitimini tamamlamak istedi ve kendi ailesinin bile şaşkınlığı ve dehşeti içinde bu öneriyi reddetti. Valery Sablin’in donanma sevgisi, Ekim devriminin temelleri ve işçi sınıfına olan bağlılığından sonra geliyordu. Bir deniz komisyonu teklifini reddetmesi başlangıçta ailesini gerçekten şok etmişti. Ancak kardeşi Boris, çok sonra bu red edişin sebebini anladığını belirtti. Kardeşi sistemin nasıl çalıştığını içeriden anlamak istiyordu. Bu bürokratik canavarın doğasını, onu devirmenin ön koşulu olarak anlamak istiyordu.
Bu determinizm ile kendini Marksizmin klasiklerine verdi; gece gündüz devrimi anlamak için, Marx, Engels ve Lenin’in eserlerini okudu ve araştırdı. Her şeyden önce bu genç deniz subayı, sürekli olarak büyüyen ve ruhunu saran bir şüpheyle kıvranıyordu. Nitekim baktığı her yerde gerçek bir komünist için yüz kızartıcı olan ayrıcalık, eşitsizlik ve yolsuzlukları görüyordu. Onun çözümü ise sistemi değiştirmek için harekete geçmekti.
Eşitsizliği ve sınıf baskısını yok etmek ve işçi sınıfına güç vermek için yapılan Ekim devriminin demokratik idealleri ile hiçbir ortak yanı olmayan bu korkunç karikatürün, Lenin’in Devlet ve Devrimi’nin demokratik idealleriyle hiçbir ortak yanı olmayan bu bürokratik totaliter rejimin dönüşümü nasıl mümkün olabilirdi?
Akademide Sablin, bazı kitapların hala sansürlü olduğunu dehşetle gördü. Troçki’nin Lenin ile birlikte Ekim devriminin ana liderlerinden biri olduğunu biliyordu. Ayrıca Lenin’in ölümünden sonra Troçki’nin Stalinist bürokrasiye karşı, işçi demokrasisi ve proleter enternasyonalizmi için mücadeleye öncülük ettiğini biliyordu. Ancak Troçki’nin ve muhalefetin diğer liderlerinin yazılarını nereden edinebilirdi? Bu seçkin Parti Okuluna katılarak nihayet kapalı arşivlere erişebileceğini ummuştu. Ancak umutları kısa süre sonra yok oldu..
Sablin, burada bile sansür olduğunu, hayal kırıklığıyla kardeşine anlattı. Ülkenin bu en seçkin kurumutarafından sunulan politik eğitim, en az okulda öğrendiği Parti hattı kadar kaba idi.
Troçki’nin yazılarına erişemese bile Valery kendi sonuçlarını çıkarmayı başardı. Ülkeyi yöneten ayrıcalıklı bürokratik kastlar, onlarla mücadele edilmeden güçlerinden vazgeçmeyecekti. Sablin, Devlet ve Devrim’i dikkatli bir şekilde incelemiş ve “Devletin ve Partinin zırhı o kadar kalın ki, dışarıdan vuruşlar iz bile bırakmaz” demişti. Şu sonuca vardı: “Bu makine içeriden yıkılmalıdır.” Bu kelimelerin anlamı Kasım 1975’teki şaşırtıcı bir dizi olayda da ortaya çıktı.
Donanma her zaman silahlı kuvvetlerin en devrimci kanadı olmuştur. Bu gerçek, büyük ölçüde endüstri proletaryasından olan denizcilerin daha proleter kompozisyonu ile açıklanabilir. Denizcilerin devrimci gelenekleri hem 1905’te Potemkin zırhlısının kutlu isyanında hem de 1917 devriminde ve iç savaşta Kronstadt denizcilerinin Bolşevik kuvvetlerin omurgasını oluşturmasında görüldü. Bu tarih Valery Sablin tarafından sütün beyaz olması kadar bariz şekilde biliniyordu. Rusya’nın devrimci gelenekleri ve denizcilerin bunun içindeki özel rolü, bu olağanüstü adamın cesaretine güç verdi.
Sentry Sovyet filosunun en modern savaş gemilerinden biriydi. Sablin bu denizaltı avcısına 1973’te kaptan Anatoly Putorny komutasında ikinci komutan olarak katıldı. Sablin aynı zamanda geminin siyasi komiseriydi, KGB’ye karşı sorumluydu. Siyasi brifingler sunmaktan, moral sağlamaktan ve Parti hattındaki sapmaların kontrolünden sorumluydu. Kendi “sapması” ise sadece üç yıl içinde ölümüne yol açacaktı.
İsyan hazırlıkları
Sablin siyasi komiser olarak görevlerini yerine getirirken, Marksizm-Leninizm (ya da daha çok Bürokrasinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde uyarlanmış Marksizm-Leninizm’in Stalinist karikatürü) hakkında düzenli konferanslar vermek zorunda kaldı. Normalde bu tür dersler can sıkıntısı ve ilgisizlikle karşılanırdı, ancak Sablin’in dersleri farklıydı. Sablin kasten alışılmış parti metinlerinden ayrıldı ve özellikle Ekim devrimi, 1905 devrimi ve gerçek Leninizm fikirleri gibi diğer temalara odaklandı. Sablin’in düşmanları bile onun çok iyi eğitimli ve bilgili olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı.
Derslerinde genellikle donanmanın uzun devrim geleneğine, özellikle Potemkin zırhlısının isyanına atıfta bulundu. Donanma bu ünlü olayın yetmişinci yıldönümünü yeni kutlamıştı ve bu nedenle insanların zihninde tazeydi. Deniz tarihçisi Nikolai Cherkashin: “Sablin Bolşevik devrimci geleneklerini sürdürüyordu, bu geleneklerle doluydu. Partinin eti kemiğiydi. Hesabı basitti. Potemkin zırhlısının devrimci geleneklerine olan inancı korumalıydı.”
Sablin planını uygulamaya geçirmeden önce, destekçiler bulması gerekti. Tipik bir Rus köylüsü dürüstlüğüne sahip genç bir proleter olan Alexander (Sasha) Shein’i, kendince “biraz asi” olduğu için seçti. 20 yaşında aldığı rütbe ile Shein, Sablin’e derslerinde hazırlanmasına yardımcı olacaktı. Shein, daha sonra isyan sırasında Sablin’den sonra en etkili ikinci komutan oldu. Karakteristik proleter bakışı ile “Bu politik dersler tam bir alay konusu idi” derdi. “İnsanlar sadece biraz uyuklama için derslere geliyorlardı. Bunun tamamen samimiyetsiz olduğunu ve hepsinin sadece kendilerini derste hazır olduğunu göstermek için katıldıklarını fark ettik.” Bu sözler, işçilerin Sovyetler Birliği’ndeki resmi “Komünizme” karşı tutumlarını görsel olarak ifade ediyor. Bürokrasinin belki de en dayanılmaz yönü tam olarak bu ikiyüzlülüktü -yaşamın her yönünü enfekte eden ve bulaşıcı bir veba gibi zehirleyen iki yüzlülük-.
Kapitalizmde işçiler, zengin ve fakirlerin varlığını doğal ve kaçınılmaz bir şey olarak kabul eder. Hoşunuza gitmeyebilir, ancak bunu piyasa sisteminin mantıksal sonucu olarak kabul etmeniz yeterlidir.Ancak, sınıfsız bir toplumdaki, insan uygarlığının en yüksek formunu yani “Komünizmi inşa etmek” ile övünen, kendini “sosyalist” olarak isimlendiren bir sistemdeki bu korkunç eşitsizlik için ne gibi bir gerekçe olabilir? Sovyetler Birliği’ndeki kelimeler ve eylemler arasındaki çelişki, düşünen herhangi bir kişi için dayanılmazdı. Bu çelişkiden kaynaklanan adaletsizlik duygusu, Sentry’deki isyanın tam kalbinde yer alır.
“Sablin’e dedim ki: bütün bu çerçeveyi anlatmanın ve iletmenin ne faydası var?” diyordu Shein, “Bir savaş varsa, tüm bu anlamsız söylemle kimi savunacağız?”. Bir tür açık sinizm SSCB’de çok yaygındı. Shein’in sözleriyle ilgili olağandışı tek şey, kendisini üst düzey görevlisine böylesine savunmasız bir dürüstlükle ifade edebildiğini hissetmesidir. Normalde siyasi komiser gemide çok korkulan bir figürdü: bir Parti adanmışı ve bir KGB üyesi, sizi gözetlemek ve kontrol altında tutmak için vardır. Fakat insanlar kısa süre sonra bu siyasi komiserin farklı olduğunu öğrendiler. Sablin kısa zamanda saygılarını kazandı. “Mürettebat onun hakkında çok düşündü. Baş siyasi komiser olarak ona güvenebilirsiniz” diye hatırlıyor Victor Borodai, Sentry’de görev yapan bir deniz harp okulu öğrencisi. Sablin’in insanlarla ilişkisi amirlerine göre fazla samimiydi. Yöntemlerini değiştirmesi konusunda uyarıldı, ancak uyarıları dikkate almadı. Sablin kendi gündemini takip ediyordu. Sablin’in derslerinin çok ciddi bir amacı vardı: mürettebatın kalplerini ve zihinlerini isyana hazırlamak. Bazı denizciler, diğerlerinden farklı olarak bu garip “komiser”e çok bağlandılar, saygı ve bağlılık duyguları gelişti.
8 Kasım 1975’te Sentry, Rus Devrimi’nin yıldönümünü anan bir askeri törene katılmak üzere Letonya’daki Baltık limanına geldi. Sablin, Sovyet takvimindeki bu en sembolik tarihte planını harekete geçirmek için girişimde bulunmaya karar verdi.
O gece Sablin harekete geçti. Önce Shein’i konferans salonuna çağırdı ve ona beklenmedik bir soru sordu: “KGB için çalışmaya hazır mısınız?” Shein’in tepkisi, öfke ve hayal kırıklığının bir karışımıydı. Bu adamın ona öğrettiği her şeyden sonra, şimdi onu gizli polis için casus, kaba bir KGB muhbiri olarak istihdam etmeye çalışıyor gibi görünüyordu! Shein’in içgüdüsel tepkisi tiksintiyle odadan çıkmaktı, ancak güven verici bir sesle durduruldu: “Hayır, bekle Sasha, sakin ol, kızma. Sadece seni deniyordum. Otur. Ciddi bir konuşma yapmalıyız. “
Sablin’in planı şaşırtıcı derecede cüretkârdı. Bürokrasinin Ekim devrimine ve Sovyet halkına ihanet ettiğini; imtiyaz ve eşitsizlik rejiminin Lenin ve Bolşevik Partisi’nin fikirleriyle hiçbir ortak yanı olmadığını ve tek çıkış yolunun yeni bir Ekim devrimi olduğunu açıkladı. Sovyet işçi sınıfının devrimci bir geleneğe sahip olduğunu ve cesur bir liderlikle işçilerin karşılık vereceğini anlattı. Üç gün içinde Sentry’nin kontrolünü ele geçirmek ve Leningrad’a gitmek istiyordu. Orada, Kremlin komitesine karşı ayaklanma çağrısı ile birlikte gerçek bir Sovyet demokrasisi rejimi getirmek için Sovyetler Birliği halkına yönelik bir bildiriyi telsiz üzerinden yayınlayacaklardı.
Sentry’de İsyan
8 Kasım’da kaptan Putorny, bazı adamların gemide içtiği konusunda bilgilendirildi. Son derece gayretli bir komutan olan Putorny olayı kendisi çözmeye karar verdi. Aşağıya indi ve hemen bir odaya kilitlendi. Sablin mürettebatı bir araya getirdi ve onlara bir film gösterdi: Sergei Eisenstein’ın Odessa’daki 1905 deniz isyanının ilham verici anlatımı. Sessiz film oynatılırken Sablin planını açıkladı, memurları ona destek olmaları için teşvik etti. Gemideki memurlar eşit şekilde bölünmüştü, sekiz kişi ayaklanma lehine ve sekiz kişi karşıt olarak oy kullandı. Bu karar sıradan denizcilerde çok daha ciddi bir yankı buldu. Sablin’in yoldaşı Alexander Shein tarafından toplanan mürettebat, destek olmayı oybirliğiyle kabul etti.
Sablin, memurları ve denizcileri ikna etmek için elinden geleni yaptı. Bu noktada kimsenin onu destekleyip desteklemeyeceğini bilmediği unutulmamalıdır. Kaptanın tutuklanması bazılarını şok etti ve korkuttu. Sonuç tahmin edilebilir şekilde karışıktı. Gemi subaylarının yarısı – vicdanlarını kişisel çıkarlarının önüne koyan dürüst ve iyi adamlar – teklifi kabul ettiler. Geminin sağlık memuru Oleg Sadikov gibi diğerleri de kesin olarak reddetti. Bir Sovyet kariyeristi ve her dönemin hizmetkarı oportünistin tipik bir örneği olan Sadikov, Sablin devrimci planlarından bahsettiğinde alaycı küçümsemesini kaybetti. İkinci referans “devrimin beşiği” olarak Leningrad’a yapılınca korkusu katlandı. Bunun gibi dar kafalılar için tüm devrimci bakış açıları “delilik”, “ütopik” ve “pratik değildir” ibaresi ile karşılanır. Bu insanların “bilgeliği”, tüm insanlığın ilerlemesini inkar eden, kendi zincirlerini sevmeyi öğrenen köle felsefesine dayanır. Her tarihsel dönemde ve tüm coğrafyalarda bulunurlar. Bu dünyanın Sablinleri insanlığın aydınlık yüzünü temsil ediyorsa, Sadikovlar sadece çöplüğünü temsil eder.
Kararlı bir şekilde, Sablin tüm karşı argümanları bir kenara bıraktı ve oylama yapılmasını istedi. Burada liderliğin hayati rolünü görüyoruz. Arkasında parti veya hiçbir aparat olmadan, saf kararlılık, devrimci moment ve karakter gücü ile hepsini önünden süpürdü. Ayaklanma için oylama, insanların ruh halini tamamen değiştirdi. Bir mücadele sırasında – diğer tüm mücadelelerde olduğu gibi – savaşçıların morali gel-git’li olur. Bu doğaldır. Mürettebatın oylamadan oybirliği ile çıktığı ve memurların en az yarısının onları desteklemeye karar verdiği haberleri derhal ve heyecan verici bir etkiye sahipti: “O andan itibaren büyük bir coşku vardı,” diye anlatıyor Shein ve alaycı bir gülümsemeyle ekliyor: “Herkesin ruhu coştu. Kahramanlar olacağımızı hissettik!”
Aslında, Sablin’in planında saflık unsuru olduğunu söylemek mümkündür. Öngörü bilimiyle, ayaklanma girişimi neredeyse kesinlikle başarısızlığa mahkûm diyebiliriz. Ancak bu haksız ve tek taraflı bir değerlendirme olacaktır. Sablin kesinlikle ütopik değildi. Planı riskli bir plan olmasına rağmen, aklı başında bir durum değerlendirmesine dayanıyordu. Birkaç yıl önce Novocherkassk’ta rejim tarafından vahşice bastırılmış bir işçi ayaklanması, bürokratik rejime karşı kitlesel bir hoşnutsuzluğun olduğunu zaten göstermişti. Sablin’in gemi mürettebatı ve hatta subayların büyük bir bölümüne yaptığı teklife aldığı hevesli tepki, bunun kitlelerin ruh halinin doğru bir değerlendirmesine dayandığını gösteriyor.Ayaklanmanın başarılı olması, denizcilerin ve işçilerin mücadelesindeki birliği gerektirecekti. Sablin bunu mükemmel bir şekilde anladı ve bu yüzden Leningrad’a ilerlemek ve siviller tarafından alınabilecek bir radyo frekansı ile isyan oluşturmak için bir plan geliştirdi.
Doğru, tüm bunlar gerçek bir Leninist partinin varlığıyla büyük ölçüde kolaylaştırılmış olurdu. Fakat Sablin böyle bir Parti’yi nereden bulacaktı? Sözde “Sovyetler Birliği Komünist Partisi” ne ilişkin kişisel deneyimi ona bunun komünist bir parti değil, bürokratik devletin sadece başka bir kolu, dalkavuklar ve kariyeristler için bir kulüp olduğunu göstermişti. Bilinçli olarak, itirazlarını “Komünist” partiye değil, doğrudan SSCB emekçilerine yapmayı seçiyordu.Totaliter devlet, milyonlarca casus ve ajan provakatör ile her fabrikada, üniversitede ve ordu kışlasında ajanlara sahipti. Paradoksal olarak aslında Sablin desadece gidebildiği kadar gitmişti çünkü geminin siyasi subayı olarak kendisinin de rejimin bekçi köpeklerinden biri olduğu varsayılıyordu. Pozisyonu, gizlice organize olmak ve hazırlanmak için ona eşsiz bir fırsat sağladı. Muhtemelen rejimin sadece içeriden yok edilebileceğini söylediğinde kastettiği de buydu.
Denizciler arasında Leninist bir yeraltı örgütü kurmalı ve sonrasında fabrikalardaki işçilerle bağlantıya geçene kadar hareketten kaçınmalı mıydı? Teorik olarak, belki. Ancak Sablin, böyle bir girişimin karşılaşacağı muazzam zorlukları çok iyi biliyordu. Her an KGB’ye ihbar edilebilinirdi. Burada ise elinde benzersiz bir hareket fırsatı vardı. Sablin aptal ve kesinlikle deli değildi. Hesaplanmış bir risk aldı. Başarısız oldu ve bunu hayatıyla ödedi. Ancak bu kişisel kahramanlık eylemi, yalnızca kendilerini kurtaran ve Sovyet halkının hiçbir davasında asla parmak kaldırmayan sahte sofuların küçümsemelerinden ne kadar üstündür!
Mürettebatın tepkisi son derece anlamlıydı. Troçki, silahlı kuvvetlerin her zaman toplum içindeki eğilimlerin sadık bir yansıması olduğuna dikkat çeker. Rütbe ve hizmet dereceleri ile ezici bir şekilde işçi sınıfı gençlerinden oluşan mürettebat, o zamanların Sovyet işçi sınıfının ruh halinin gerçek bir yansımasıydı. Bu ikinci kesimdeki mürettabat, Sosyalizme ve Ekim devriminin ideallerine sadık bir şekilde, Bürokrasinin keyfi ve kanunsuz yönetimine giderek yabancılaşmıştı. Sovyet vatandaşlarının büyük çoğunluğunun yaşam koşulları geriye giderken, SSCB’de “komünizm inşası” hakkında güzel konuşmalar yapan liderlerin yaşantısı milyonerleri ve prensleri andırıyordu.
Gittikçe büyüyen eşitsizlikler, Sovyetler Birliği’nin sosyalizme doğru gittiğini değil, aksine sürekli sosyalizmden uzaklaştığını gösteriyordu. Sonradan oluşan gelişmeler bu gerçeği fazlasıyla doğrulamıştır. O zamanlar “sosyalizm” ve “komünizm” adına konuşan aynı asalak ikiyüzlü bürokrasi, daha sonra planlı ekonominin ve Sovyetler Birliği’nin yıkılma sürecinde de başı çekecekti. Bunu önlemenin tek yolu, politik bir devrimle bürokrasinin yıkılması ve işçi sınıfının iktidarı kurma gücünü yeniden eline alması olurdu. Sablin’in yapmaya çalıştığı buydu.
Bürokrasiye karşı politik bir devrimin başarı olasılığı, burada açıklanan olaylarla kanıtlanmıştır. Sentry subaylarının büyük bir bölümünün hemen isyana katılması büyük bir bulgu niteliğinde öneme sahiptir; Küçük bir ölçekte işçi sınıfının bir kez harekete geçtikten sonra tüm Sovyetler ölçeğinde ortaya çıkma ihtimalini gösterir. Bürokrasi – Marksistlerin öngördüğü gibi – ortadan bölünecek ve bir bölüm proleteryanın safına geçecekti. Subayların bir kısmının isyanı desteklemeyi reddetmesi şaşırtıcı değildir. Her grevde olduğu gibi bazı grev kırıcılar olacaktır. İnanılmaz olan şey, mürettebat arasında tek bir grev kırıcı bulunmamasıydı ve sadece birkaç polis memuru – en korkak ve aşağılık unsurlar – ayaklanmaya aktif olarak karşı çıktı.
Bu unsurlar doğal olarak planın otoritelere ispiyonlanmasında rol oynadılar. Sentry Riga’dan ayrılmadan önce, bir subay gemiye atladı ve alarmı çaldı. Planın otoritelere ispiyonlanması anlık bir tasfiyeye neden oldu. Ezici bir müdahale ile karşılaşma olasılığı ile karşı karşıya kalan Sablin tereddüt etti, ancak sonra devam etmeye karar verdi. Şurası önemlidir ki; devam kararını kesinleştiren şey, sıradan denizcilerin sert tavrıydı, çoğu hala isyanı sürdürmekte ısrar eden gençlerdi: “Bu işe başladık, sonucunu da görürüz!” İnsanların bu tutumu ayaklanma lehine kararı döndürdü. Gemi 9 Kasım’da saat 01:00’de Leningrad’a gitmek üzere Riga’dan ayrıldı.
Riga’dan ayrılmadan önce Valery karısına, neden her şeyi riske attığını açıklayan bir mektup yazdı. En dokunaklı insan yazısıdır. Valery Sablin, eşi ve küçük bir oğlu olan, ayrıcalıklı bir Sovyet ailesinde doğmuşve önünde parlak bir kariyere sahip bir deniz subayıydı. Herhangi bir insanın böyle bir durumda ne tür bir zorluk yaşayacağı hayal edilebilir. Ancak Sablin bir devrimciydi ve kariyerini, ailesini, özgürlüğünü ve hayatını inandığı davanın arkasına koymakta tereddüt etmedi: “Bunu neden yapıyorum? Yaşama aşkı. Demek istediğim rahat burjuva anlamında değil, tüm dürüst insanlarda gerçek bir neşeye ilham veren parlak, gerçek bir yaşam. Ulusumuzda, tıpkı 58 yıl önce 1917’de olduğu gibi, devrimci bir bilincin alev alacağına ve toplumumuzda Komünizme ulaşacağımıza inanıyorum.”
Bu satırlarda nasıl bir cesaretin gücü var! Sadikov tipi profesyonel alaycıların sersemliği, korkaklığı ve alçaklığıyla ne büyük bir tezat!
Oleg Maksimenki adlı bir rütbeli, limandan ayrılmadan önce gemide bir sessizlik, garip bir atmosfer olduğunu anlatıyor. Bir atletin harekete geçmeden önceki tüm dikkatinin yoğunlaştığı aşırı gerginlik anı gibi. Geminin ayrıldığını bildiren sireni duyduktan sonra, tüm bu enerji aniden serbest bırakıldı. “Hepimiz deliler gibi koşuyorduk,” diye hatırlıyor Maksimenko. “Kafam karışmıştı” diye anlatıyor radyo operatörü, “Ne yapıyorduk? Kör bir adam bir mayın tarlasında yürüyormuş gibi hissettim!” Ama kısa zamanda bu ilk karışıklığın yerini, kölelik boyunduruğunu koparan ve kendilerini özgür kılan insanların seviyesine yükselten insanların sevinci aldı. Maksimenko: “Gemi hızlanıyordu ve bu belirsizlik duygusu ezici oldu. Bir özgürlük hissi vardı. Bir tür kalbinin uçmasından hoşnutluk hissi.” Önümüzdeki altı saat boyunca, mürettebat arasında umut ve korkularının hızlı yükselişini ve düşüşünü yansıtan her türlü çelişkili duygu ortaya çıktı.
Yüzleşecekleri tehlikeler çok sürmeden ortaya çıktı: “Dışarı baktım ve limandan çıkan bir gemi gördüm.” Diye anlatıyor Maksimenko, yeniden yaşıyor gibi, “Bizi engelleyeceğini düşündüm. Sentry sağa keskin bir dönüş yaptı ve neredeyse denize düşüyordum; sadece tutunuyordum. 45 derecede olduğumuzu hissettim. Diğer gemi gelmeye devam ediyordu. Sonra aniden sola döndü.” Mürettebat yeniden rahat nefes aldı. Sentry Riga’dan çıkmıştı!
Sablin, Rusya halkını isyan ederek yolsuz bürokratik yöneticilerini devirmeye ve gerçekten komünist bir toplum yaratmaya çağıran, gemi Leningrad’a ulaştığında yayınlamayı planladığı konuşmasını yazmıştı. Bunun yerine, konuşma Riga’dan ayrılır ayrılmaz iletildi. Limandan ayrıldıktan hemen sonra Sablin, bildirisinin geminin tannoy sistemi üzerinden sıradan vatandaşlar tarafından alınabilecek bir dalga boyunda yayınlamak için emir verdi. Bildirinin her satırı devrimci bir ateşle parladı:
“Sizlere hitap ediyorum,” diyordu bildiri, “devrimci geçmişimizi yüreklerinde taşıyanlara, halkımızın şimdiki zamanı ve geleceği hakkında eleştirel olarak ama alaycı olmadan düşünebilenlere. Bizimki tamamen politik bir eylemdir. Gerçek vatan hainleri, bizi durdurmaya çalışanlar olacaktır. Ülkemize askeri bir saldırı olması durumunda bunu sadakatle savunacağız.Ama şimdi başka bir amacımız var; gerçeğin sesini yükseltmek.”
Ancak radyo operatörü Sablin’den habersiz olarak, açık bir metin olarak yayınlamaya cesaret edemedi ve konuşmayı kodla gönderdi; sadece Sablin’in deniz hiyerarşisindeki üstleri tarafından anlaşıldı ve sesi böylece susturuldu. Hiçbir zaman asıl yazıldığı işçi sınıfı kitlesine ulaşmadı.
Kremlin’in Karşı Saldırıları
Riga’daki yetkililer şok oldular ve inanamadılar. Muhtemelen kutlamalar nedeniyle akşamdan kalmaydılar, yavaş hareket ediyorlardı. Ancak kısa zaman sonra ciddi birşeyler olduğunu anladılar. Üst düzey bir yetkili “Daha önce hiç böyle birşey olmamıştı” diyor . “Bir gemiyi işgal ediyorlar, Moskova’yı muhatap alarak bizimle anlaşmayı reddediyorlar . Bu çok kötü. Ama böyle bir durum bir komiser tarafından yönetilmelidir!” Sablin doğrudan donanmanın başkomutanından emir alıyor: “Gemiyi durdur ve hemen limana geri dön.” Sablin reddetti ve Sentry yola çıktı.
Sovyet lider Leonid Brezhnev gece yarısı uyandırıldı ve durumdan haberdar edildi. İsyan bu ana dek Politbüro’nun kesintisiz odağında idi. Kremlin’dekilerin ruh hali hayal edilebilir. Bu bir ihanet miydi? Veya bir başkaldırının başlangıcı? Brezhnev’in hiç şansı yoktu. Sabah 4’te Baltık Filosu kaptanı uyandırıldı ve gemilerini seferber etmesi söylendi. Brezhnev’den doğrudan aldığı emir, Sentry’yi durdurması veya batırmasıydı.
Sentry’nin peşinden 13 ağır silahlı kıyı gemisi gönderildi. 9 Kasım şafağında onu yakaladılar. Komutan durdurma veya batırma emri verdi. Ancak komutan, isyancıların niyetleri konusunda hala şüpheliydi. Gerçekten Leningrad’a mı gidiyorlardı, yoksa gemiyi İsveç’e mi kaçırmak istiyorlardı? Leningrad, kuş uçuşu Riga’nın yaklaşık 300 mil kuzey doğusunda yer alır. Deniz yoluyla rota bu uzunluğun iki katıdır. Riga Körfezi’nden kuzeye geçilmez, Estonya Saaremaa ve Hiiumaa adaları tarafından kapatılmıştır. Riga’dan Leningrad’a giden bir geminin batıya Gotland’a, sonra kuzeybatıdan Stockholm’e, sonra doğuya Finlandiya Körfezi’ne dönmesi gerekiyor. Baltık’ta yol ikiye ayrılana kadar bir geminin Leningrad veya İsveç’e gidip gitmediğini bilmenin bir yolu yoktur.
Sentry’yi şafakta bulan sahil güvenlik gemisi, onun Stockholm’e gittiğini düşündü. KGB, gemiye isyancıları bölmeyi amaçlayan hain bir telsiz mesajı gönderdi: eğer gemiyi durdurup komutanı serbest bırakırlarsa, affedilirlerdi. Bazı isyancılar arasında bir şüphe dalgası belirdi ancak diğerleri sağlam kaldı ve bu sonuca karar vermek için yeterliydi. Sentry yelken açtı, sahil güvenlik görevlilerine bir mesaj gönderdiler. İsyancılar tarafından yayınlanan mesaj şöyle başladı: “Yoldaşlar! Vatan haini değiliz. Yurtdışına gitmiyoruz.” Meydan okuyan isyancıların mesajını denizden takip edenler tereddüt etti. Ve tam o anda Sovyet savaş uçakları tepede belirdi.
Baltık Filosu’nun hava kanadında Sentry’yi devre dışı bırakma ve gerekirse batırma emirleri vardı. Bir filo füzelerini açıkça göstererek geminin üzerinden uçtu. Komutan ölümcül emri nasıl verdiğini anlattı: “Ateş etmeye hazırlan!” Kısa bir duraklama oldu. Sözlerinin ruhsal etkisini fark eden komutan, pilota emri anlayıp anlamadığını sordu. “Emir anlaşıldı!” şeklinde filo liderinin kısa ve öz yanıtı geldi. Bir dakika geçti, sonsuzluğa benziyordu, sonra başka bir dakika. Sonra şok edici gerçeklik aniden komutanı şaşkına döndürdü. Uçaklar füzelerini boşaltmadan isyan gemisini geçip gittiler.
Pilotlar kasten yoldaşlarına ateş etmeyi reddetmişlerdi. Bir an için komutanlar, isyanın yayıldığını düşündüler. Filo hava kolunun pilotlarının ateş açmayı reddetmeleri, komutanlarının doğrudan bir emrine karşı gelmeleri, Kremlin’in efendilerinin omurgasında bir ürperti hissettirmiş olmalı. Panik yükseldi. Genel kurmay isyancılara karşı derhal harekete geçme baskısını artırdı. Bağırışlar, küfürler havada uçuşuyordu. Savunma bakanı Grechko öfkeliydi. “Neler oluyor?” diye bağırdı telefonda: “Derhal emri yerine getir!”
Farklı pilotlardan oluşan ikinci savaşçı grubun ikna olmaları, emirlere uymaları ve Senrty’ye saldırmaları için Allah bilir ne hikayeler anlatıldı. Son olarak, subayların korkusu ve kör askeri itaat alışkanlığı, pilotların kendi gemilerinden birine ateş etme konusundaki doğal isteksizliklerinin üstesinden geldi. “Uçaklar göründüğünde her şeyi değiştirdi,” diye anlatır isyancılardan biri. “Durmazsak bizi bombalayacaklarını biliyorduk.” Alçaktan uçan iki savaş uçağı belirdi. Sentry’de kimse tek kelime etmedi, sadece gökyüzünü izleyerek beklediler. Sonra silah sesleri duyuldu. Bir an mürettebattan bazıları bunun bir NATO saldırısı olduğunu düşündü. Sonra önlerine bomba düştüğünde bir su duvarı gördüler. Gövdenin çatlamasıyla büyük bir gürültü oldu. Gemi sallandı ve daireler çizmeye başladı. Sonra herşeyin bittiğini anladılar.
Uçaklar geminin önüne ve arkasına bomba atmışlardı. Durum artık umutsuzdu. Gemi patlamalarla darp edildiğinde, insanların çözümü kalmadı. Mürettebattan birileri kapağı açtı ve Kaptan Putorny’nin çıkmasına izin verdi; tabancayı ele geçiren kaptan Putorny köprüye koştu ve silahsız ve direnmeyen Sablin’i bacağından vurdu. Sonra kaptan boğuk ve neredeyse tanınmaz bir sesle: “Ateş etmeyi durdur. Geminin kontrolünü ele aldım.” Geminin Riga’dan ayrılmasından sonra, altı saatten daha az bir süre içinde, isyan harabeye dönmüştü. Sabah saat 6: 00’da Sentry paraşütçüler ve KGB adamları tarafından işgal edildi. Leningrad hala 400 mil uzakta idi.
Paraşütçüler otomatik tüfeklerle gemiye çıktı. Gemiye yeni gelenler arasında sade kıyafetli erkekler vardı. KGB zaten görevdeydi. İsyancılar sabahın yedisinden akşam altıya kadar bir duvara dayatılarak bekletildi. Başlarında bekleyenlere, hareket etmeleri halinde onları bacaklarından vurmaları emredildi. İsyancılar ve gardiyanları arasındaki ilişki manidardı. Bu aşamada mahkumları koruyanlar sıradan askerlerdi. Riga’ya dönerken bir subay Sasha Stein’a herkesin aklındaki soruyu sordu: “Neden yaptın? Yeminini bozdun.” Shein oldukça doğal cevap verdi: “Sadece nasıl yaşadığımıza bir bak! Ne tür bir yaşam bu? Gerçekten insanların böyle yaşaması gerektiğini mi düşünüyorsun? Bu sadece büyük bir yalan.” Subay cevap vermedi, fakat Shein onun anladığını ve biraz sempati gösterdiğini gördü.
Riga’da sorgulamayı KGB devraldı. Tüm Sentry ekibi, isyana karşı çıkanlar da dahil, tutuklandı. Hepsi sessiz kalmaya yemin etti. Bu önlem tesadüf değildi. Riga’da zaten insanlar “ikinci Potemkin”den bahsediyorlardı. Bu rejim için ölümcül bir tehlike demekti. Yetkililer ayaklanmanın haberlerinin yayılmasını istemiyorlardı ve nihayetinde bunu “Batı’ya karşı bir ayaklanma teşebbüsü” olarak dünya kamuoyuna sunmaya hazırlandılar. Kaderlerinin haberi için endişeyle beklerken, tutuklanan askerler, her yerde askerlerin meşhur mizah yeteneklerinin desteklediği cesur meydan okumalarını sürdürdü. Denizcilerden biri – Sibirya’dan bir delikanlı – onlara manzara muhteşem olduğu için Sibirya gezisinin çok kötü olmayacağına dair güvence verdi!
Sablin, Shein ve diğer 14 kişi sorgulanmak üzere Moskova’nın ünlü Lefortovo hapishanesine yollandı. KGB’nin en deneyimli sorgulayıcılarından biri Sablin için görevlendirildi. Kremlin’dekiler kötü bir şok atlatmıştı. İsyanın arkasında ne olduğunu keşfetmeye kararlılardı. Bir organizasyon var mıydı? Kim yönetmişti? Gerçek bir proleter devrimci Sasha Shein, hangi rolü oynadığı sorulduğunda, sorgulayıcılara başından beri aktif bir rol oynadığını söyledi.
Öngörülebilir bir hareketle, isyancıları bölmek için sıradan rütbelileri “elebaşı”lardan ayırdılar. KGB onlardan Sentry’deki olaylara dair hatırladıkları her şeyi yazmalarını istedi. Gardiyanlar tarafından “istediğiniz kadar zaman ayırın, aylar sürse bile” denildi. Dört uzun ay boyunca, on dokuz veya yirmi yaşlarındaki genç askerler, dış dünyayla hiçbir temas ve onları hangi cezanın beklediğine dair bir fikir olmadan ayrı tutuldu. Sonunda üst düzey subaylardan oluşan özel bir mahkemeye çıkarıldılar. Mahkeme, onları korkutmak için özel olarak tasarlanmıştır. Birisi daha sonra “sayılamayacak kadar amiral ve general vardı” diye hatırladı.
Genç denizciler önce teker teker kürsüye çağrıldı ve kendilerinden bahsetmeleri istendi.Onlar eğitimli Marksistler değil sıradan genç işçilerdi. Mağlup ve yalnız, geniş bakış açısı olmayan, yalvaran cehalet. Denizcilerden biri endişeyle “Bunu bir daha asla denemeyeceğim” dedi. Generallerden biri ironik bir şekilde Başka birşey deneyeceğini mi söylemek istiyorsun?” diye sordu. Toplanan üstler bunu eğlenceli bulmuş görünüyor ve gülümsüyordu. Generallerin dudaklarında bir gülümsemenin görülmesi, askerleri rahatlattı. “Görüyorsunuz, gülüyorlar. Bu onların da insan olduğunu gösterir. Bizim genç delikanlılar olduğumuzu biliyorlar, bizi affedecekler!” Fakat “affetme”, Stalinist Bürokrasi sözlüğünde yer alan bir sözcük değildir. Bu denizciler – sıradan işçi sınıfı gençleri – hala gençliğin saflığı ve deneyimsizliğinden muzdaripti. Shakespeare’in satırlarını hiç okumamışlardı: “Erkeklerin gülümsemesinde hançerler vardır.”
Sablin ilk sorgulama sırasında hala koltuk değneği üzerindeydi. Kısa süre sonra sorgulayıcılarını, iltica planları olmadığına ikna etti. Ama asıl gerçek asla KGB tarafından kabul edilemezdi. Yüksek bir Parti yetkilisinin sisteme karşı döndüğü – bu asla bilinmemesi gereken bir şeydi. Sablin ve Shein dokuz ay sonra yargılandı. Sablin bu süre içinde her gün sorguya çekildi. Ancak işkenceciler ayaklanmanın arkasında hiçbir örgütün olmadığına, her şeyin tek bir kişiye ait olduğuna ikna olduğunda, cezayı ana elebaşları Sablin ve Shein ile sınırlamaya karar verdiler. Diğerlerinin tamamı serbest bırakıldı, ancak daha sonra rejim tarafından mağdur edildiler ve hayatlarının geri kalanını mimlenerek yaşadılar. En yüksek ceza Valery Sablin’e verildi.
Mahkeme salonundaki sahne, edebi olarak anlatılabilecek her şeyden daha dramatikti. Kamerada yapılan “duruşmasında” Sablin örnek kahramanlık gösterdi. Sasha Shein nihayet eski yoldaşıyla yüz yüze getirildiğinde, Sablin’in kendisine “sanki ruhumun içine bakıyormuş gibi o delici bakışıyla nasıl baktığını” hatırladığını anlatıyor. Bana soruyor gibiydi: “Hala savaşıyor musun yoksa pes ettin mi?” Sablin, vatana ihanetten suçlu bulundu. Ancak rejimin hala bu boyun eğmemiş ve meydan okuyan düşman için bir kez daha korkunç bir sürprizi vardı. Bu suça genellikle 15 yıl hapis cezası verilmesine rağmen, Kremlin’in başka fikirleri vardı; böyle tehlikeli bir düşmanın yaşamasına izin verilemezdi. Onu kurşuna dizdirerek idam ettirmek Brezhnev’in kişisel kararı idi. Rejimin kiralık hâkimleri, daha önceden alınmış olan bir kararı sadece tekrarladılar. Duruşma bir maskaralıktan ibaretti.
Ölüm cezası okunur okunmaz mahkeme salonunda soğuk bir rüzgar esti. Sablin son dakikaya kadar bunu bilmiyordu. Soruşturmacılar bile Kremlin’in bu emrini bilmiyorlardı. Yargıçlar cezayı okudular ve aceleyle kağıtlarını toplayıp dışarı çıkmaya başladılar. Sablin onlara “Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” diyen keskin bir bakış attı ve bu çelik bakışlar altında, Bürokrasinin profesyonel hainleri mahkeme salonundan ayrıldı. Önceki ayların yorgunluğu ve gerginliği şimdi onları zorlamaya başlamıştı. Valery duvara çarptı ve bir koruma tarafından desteklenmesi gerekti. Shein sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. Valery Sablin’i son kez gördü.
Sablin duruşmasından birkaç hafta sonra infaz edildi. Ancak yakınları infazın gerçekleştiğini sekiz ay sonrasına kadar bilemediler. İster demokratik veya faşist, ister burjuva veya “sosyalist” olsun tüm rejimlerde, kariyerlerini ve iğrenç konforlarını korumak için en kötü görevleri yerine getiren tipik alaycı profesyonellerden biri olan yerel bir KGB subayı tarafından bilgilendirildiler. Parlak bir gülümsemesi ve iyi hazırlanmış konuşmasıyla bu rejim yaratığı, son umutlarını kısa sürede yok etti: Aile neden bilgilendirilmedi? Çünkü sormamışlardı. Şimdi soruyorlardı ve söyleniyordu. “Siz sorar sormaz, size ölüm bildiriminin bir kopyasını gönderdik. Ve altı ay sonrasına kadar eşyalarını istemediğiniz için, mektupları ve el yazmaları da dahil olmak üzere hepsi yok edildi. Şikayet gerekçeniz olamaz.” Her şey “yasaya göre” yapılmıştı.
Sablin, yeri hiçbir zaman açıklanmayan isimsiz bir mezara gömüldü. Nereye gömüldüğünü bugüne kadar kimse öğrenemedi . Ailesi anısını ancak siyasi mahkumlar için dikilen bir anıtta onurlandırabiliyor.
Zamanımızın Kahramanı
Bürokrasi tehlikeli bir isyanı ezmeyi başardı. Ancak bu devrimcileri yenmek için yeterli değildi, asla değildir. Tüm izlerini silmek ve anılarını karartmak gerekir. Sentry ekibinin Batı’ya kaçmak istediği iğrenç iftirası atıldı. Sonraki 15 yıl boyunca Sablin’in hatırası kirletilti. Rejim, kendini komünizme ve Sovyet vatanseverliğine adamış Valery Sablin için, bir ilticacı ve hain olarak anlatıldığı yalancı bir kapak hikayesi hazırlamıştı. Gerçekler, 1990 yılında, Sovyetler Birliği’ni içeriden zayıflatan ve yok eden çürümüş ve yozlaşmış rejimin son günlerinde ortaya çıktı.
Nikolai Cherkashin, rejimin isyanı bir kusur olarak tanımlama politikasının nedenini açıklıyor: “Yetkililer için çok açıktı, finansal nedenlerden dolayı Batı’ya giden Sablin reddedilebilir, ilticacı olarak müdahale edilebilir. Bu kullanışlı bir teoriydi çünkü olayın önemini azalttı. Bu bir isyan değildi; bir ayaklanma bile değildi. sadece sıradan bir suç eylemiydi.”
Sablin’in hikayesi şimdi tüm Rusya’da biliniyor.1996 yılında Sablin için af başvurusu yapıldı. Ertesi yıl Sablin, “Nasıldı? “(How It Was) adlı belgesel dizisinde yer aldı. Batıda, Tom Clancy’nin Kızıl Ekim için Av’ı (The Hunt for Red October) bir çok satandı; Sean Connery’nin filminde bulunan hayali ilticacı Marko Ramius büyük bir popüler çekiciliğe sahipti. Ancak devrimin zaferine olan inancıyla Valery Sablin, o zamana kadar unutulmuştu.
Sablinle birlikte olan mürettebat, hiçbiri hapse atılmamasına rağmen çeşitli cezalar aldılar. “Devlet makinesi hepimizi yerle bir etti. Adalet çarkları (her zaman olduğu gibi adaletsizlikle) kıdemden bağımsız olarak hepimizi, hatta subayları da etkiledi.” Sentry’nin telsiz operatörünün sözleriyle, “Kariyerlerimiz mahvoldu. Hepimiz işimizi, deniz sevgimizi, anavatanı savunma tutkumuzu kaybettik. Hepsi yokoldu. Makine herkesin hayatını mahvetti.” Yine de her şeye rağmen, isyanın hatırası hala gurur duygusu uyandırıyor. Bu olağanüstü olaylardan yirmi beş yıl sonra, mürettebatın hayatta kalan üyeleri isyanı anmak için bir araya geldi. Pişmanlık, özür ya da mazeret yoktu. “Yaptıklarımızdan gurur duyuyoruz” dediler. Ve Sablin? “O bir kahramandı.” “madalya almış olmalıydı.” diyorlar. Belgeselin kapanışında, Sasha Shein eski yoldaşına övgüde bulunan şu düşüncesini açıklar: “Her toplumun asil ruhlara ihtiyacı vardır. Onlar olmadan hiçbir toplum ilerleyemez. Sablin çok asil bir ruhtu.”
Kanal Dört belgeseli harika bir belgedir. Yine de zayıf yönleri var. Marksistler tarafından yazılmamakla birlikte, bu kadar dürüst ve dokunaklı tasvir ettiği olayların politik önemi hakkında gerçek bir anlayışa sahip değildir. Sorunlara, belli sınırlar içinde geçerli olan ancak yeterli olmayan bir ilgi gösterilmiştir. Şurası kesin ki eğer Sablin eğer yaşamış ve bunu görmüş olsaydı şüphesiz minnettar kalırdı, ama özellikle Sentry’deki isyanı kahramanca ama umutsuz bir sona mahkum olarak sunan, kendini tarihsel bir meraka dönüştürüp “Ölümünden sonra Sablin bir gizem olmaya devam ediyor: devlete karşı koymaya cesaret eden sadık bir komünist.” şeklinde aktaran belgeseli eleştirirdi.
Ancak SSCB’nin tarihini bilen herhangi bir kişi için burada bir muamma yoktur. Sablin, bu program tarafından çizilmiş izole bir karakter değildi. Ekim geleneklerini kurtarmak için mücadele eden ve ölen ve Stalinist Bürokrasiye karşı ölüm kalım mücadelesine giren Rus devrimci hareketinin kahramanlarının bir üyesidir. Bu mücadeleye başlayan erkekler ve kadınlar, 1920’lerde Stalin’in ölüm kamplarında ve GPU-KGB zindanlarında hayatını kaybeden, Troçki’nin Sol Muhalefetine üye devrimcilerdi.
Ayrıca Sablin, Stalinist zulme karşı koymaya ve Leninist bir politikayı savunmaya hazır olan üst düzey komünistlerin tek örneği değildi. Stalin’in GPU saflarında bile, Devrim için hayatlarını vermeye hazır bu tür adanmış komünistler vardı. 1937’de GPU’da üst düzey bir görevli olan Ignace Reiss, Troçki’yi yanında olduğunu açıkça ilan etti ve Ekim Devrimi’nin mezarını kazan Stalin’e karşı siyasi bir devrim çağrısında bulundu. Valery Sablin gibi Ignace Reiss de Bürokrasi tarafından öldürüldü. Ve adlarını bildiğimiz bu her bir kahramana karşılık, adları ve mezarları olmayan yüz belki de bin kişi var.
İdamından önceki günde, uçurumun eşiğinde, o karanlık tecrit gecesinde, işkenceciler tarafından Sablin’e tek oğluna son bir mektup yazması için izin verildi. Bu olağanüstü belge, Valery Sablin’in sonsuza dek susturulmadan önce dünyaya söyleyebildiği son sözlerdi. İnsanlığın geleceğine dair bu derece iyimserlik ve güven yüklü kelimelerle yazılan mektup onun son dileği ve vasiyetiydi. Hala gelecek nesillere bir çağrı gibi geliyor:
“Tarihin olayları dürüstçe yargılayacağına ve babanın yaptıkları için asla utanmayacağına güven. Hiç bir şekilde, eleştiren ama harekete geçmeyen insanlardan olma. Bu insanlar ikiyüzlüdür, inançlarıyla eylemlerini uzlaştırma gücü olmayan, zayıf ve değersiz insanlardır. Sana cesaret dilerim canım. Hayatın muhteşem olduğuna inanarak güçlü ol. Olumlu ol ve her zaman devrimin kazanacağına inan.”
Bugün, SSCB’deki Stalinist rejim yerini daha da korkunç bir kapitalist rejimle değiştirdiği için, Rusya’daki kitlelerin maruz kaldığı baskı 1975’ten bin kat daha kötüdür. Ancak tüm bu acılardan yeni bir ruh doğmaktadır; Rusya’nın görkemli devrimci geleneklerini referans noktası olarak alan ve mevcut düzene karşı bir isyan ruhu. Yeni nesil işçiler ve gençler, 1905 ve 1917’nin sayısız devrimci kahramanının yanı sıra, Rus işçi sınıfının ve uluslararası sosyalizmin kahramanı ve şehidi olan Valery Sablin’in yaşamından ve çalışmalarından da ilham alacaklardır.
Komünizme ihanet edenler, onun küllerini rüzgara dağıtarak ve isimlerini yalanlarla ve pisliklerle karalayarak hatırasını yok etmeye çalıştı. Şimdi, Ekim geleneklerinin cesur ve samimi bir savunucusunu yargılamaya cesaret eden aynı insanlar SSCB’yi yok etti ve kendilerini kapitalizme kaptırdılar.
Yeni nesil Rus işçilerin, askerlerin ve gençlerin omuzlarında, Valery Sablin ve yoldaşları tarafından 25 yıl önce başlatılan işi bitirme görevi bulunuyor. Yeni nesil bu lekeyi temizleyecek ve hayatını herkes için en büyük davaya, sosyalist devrim davasına adayan bir insanın anısı önünde saygı ile eğilecek.
Yazının orijinali için tıklayınız.