Bütün bu olup bitenleri öncelikle bir rejim sorunu olarak ele almak gerekiyor. Türkiye’nin rejim sorunu, artık açıkça bir “rejim krizine” dönüşme yolunda. Rejimin tepesindeki şahıs da bunun farkında. O nedenle gidişata yön verecek bazı işlere hazırlanıyor. Rejimin daha en başta var olan dezavantajları, ekonomik krizin de etkisiyle şimdilerde daha belirgin bir hal almış durumda. Her şeyden önce, çeşitli güç gösterileriyle kalın bir zırha sahipmiş gibi görünse de “rejimin derisi” yani üzerindeki “koruyucu tabaka” epeyce inceldi. Bu da onu her türlü krize, enfeksiyona açık hale getiriyor. Bütün bunlar, zorunlu bazı tedbirleri ve geri adımları gerekli kılıyor.
Mehter ve siyaset; ancak…
Hem mehterde, hem de siyasette kuraldır: İleri doğru yürüyor olsan da geri adım atmayı bileceksin! O nedenle son yapılanların, daha doğrusu yapılacağı söylenenlerin bir “u dönüşü” değil, “manevra” olacağına inanıyoruz. Yani stratejik bir değişiklik, dönüş olmayacak; taktik bir hamle söz konusu. Amaç sallanmaya başlayan rejimin tahkimi: Önce, epeyce bir zamandır iktidarla ilgili ciddi kuşku ve endişeleri olan yerli ve yabancı büyük sermayenin desteğinin, halka içirilecek “acı ilaçların” da yardımıyla yeniden kazanılması; ardından da düzelen ekonomi veya “ekonomik görüntü” (piyasalar) sayesinde epeyce gerileyen halk desteğinin, olabildiği ölçüde, yeniden sağlanması… Tasarlanan muhtemelen bu.
Ancak, “hayatın her zaman başka planları” olduğu bilinir! Muhtemelen RTE de bunun farkında. O nedenle, elindeki sopayı bırakmak niyetinde değil. Bundan dolayı, öyle “sere serpe” bir demokrasi beklentisine girmemek gerekiyor. Bu konuda en az RTE kadar gerçekçi olmak zorundayız. Tabii, demokrasi hayallerine dalıp gitmemizi engelleyen başka faktörler de var; ki, bunların başında RTE’den bile daha “rejim yanlısı” çevreleri sayabiliriz. Daha önce de yazdık: Bu memlekette, RTE’den başka hiç kimsenin yaratamayacağı koşulları, “milliyetçi- mukaddesatçı” gericiliğin ebedi iktidarı adına bir fırsata çevirmek isteyen bazı iktidar odakları var. Bunlar, “derin” faaliyetler içindeki birtakım eski ve yeni düzen güçleriyle kurdukları ittifaklar yoluyla RTE sonrasına hazırlanıyorlar. Amaçları günü geldiğinde “saray darbeleri” yoluyla iktidarı ele geçirmek. Bu rejimin “Reis”ten sonra yürümeyeceğini bildikleri için de daha “ileri bir rejime” geçişi planlıyorlar. “Bonapartizmin” diğer çeşitleri gibi yürürlükteki “yeni-Bonapartizm”in de uzun veya kısa süreli bir geçiş rejimi olduğu düşünüldüğünde sürecin, başarısı halinde daha “sek” bir Bonapartizme, daha da ötesi, yarı- faşist veya faşist bir rejime dönüşmesi muhtemel.
Çatışma ihtimali
Kısacası darbe girişiminden bu yana sürdürülen gizli-açık örgütlenme, silahlanma ve paramiliterleşme faaliyetleri boşa değil. Tabii, Bahçeli’nin “kraldan fazla kralcı” görüntüsü veya rejimin Kurucusu’ndan fazla rejim yanlılığı da öyle. Elbette “Susurluk” zamanının “eski tüfeklerinin” yeniden ortalıkta görünmelerinin ve hapisten çıkarılan Çakıcı’nın “Türk siyasi hayatına” dahil olmasının, bunların hep birlikte resim vermelerinin de bir tesadüf olduğu söylenemez. Bu bağlamda “Organize Suç Örgütü Lideri”nin aslında Kılıçdaroğlu’na değil, Saray’a mesaj verdiği iddiasını ciddiye almak gerekiyor. Tabii, Bülent Arınç’ın çıkışına verilen tepkiyi de. RTE sonrasına hazırlananların, taktik nedenlerle de olsa, rejim konusunda gösterilecek herhangi bir gevşeme veya zaaf görüntüsüne izin vermeme niyetinde oldukları görülmektedir. Bu şartlarda Saray rejiminin, yine taktik nedenlerle farklı bir ittifaka yönelmesi, hele ki, zaman zaman sözü edildiği üzere Kürtlerle bir ittifak-ilişki eğilimine girmesi epeyce sert bir karşılık bulacaktır. Böyle bir durum sadece halihazırdaki ittifakı ve dengeleri kökten bozmakla kalmayacak, ayrılığın “tekme tokat” bir hal almasına ve şiddetli bir rejim krizine de yol açacaktır. İşlerin bu noktaya varması, anlaşmazlığın sokağa dökülmesi, RTE’yi iktidarını koruyabilmek için karşısındaki güçleri zor kullanarak tasfiye etmeye yöneltebilir. Böyle bir çatışmanın, belirli bir sınırı aşması ve çığırından çıkmaya başlaması halinde, başka dinamiklerin harekete geçmesi ve bazı devletlu güçlerin işe müdahil olması ihtimali vardır.
Hangi reformu yaparsa yapsın..!
Bütün bunlar karmaşık ve pek çok çelişkiyi barındıran bir yolda yüründüğünü göstermektedir. Ekonomik krizin bu karmaşık süreçte toplumsal, politik pek çok başka kriz dinamiğiyle kesişerek kendi teknik boyutlarının çok ötesine geçme ihtimali gözden kaçırılmamalıdır. Berat Albayrak olayını da bu bütünlük dahilinde ve Damat beyin kişisel kaderinin ötesinde bir yerden, sözünü ettiğimiz güç ilişkileri ve çatışmaları açısından görmek gerekiyor. Zaten “yeni normalimiz” de budur!
İktidar cenahına gelince; bundan böyle hangi “reformu” yaparsa yapsın eski formuna ve konumuna kavuşma ihtimali yoktur. Bundan sonra varlığını sürdürmesi olayların gelişmesine, siyasi bir alternatifin yokluğuna, yani siyasi karşıtlarının zayıflığına ve yerli-yabancı büyük sermayeye sağladığı imkânların tatminkârlığına bağlıdır. Üstelik böyle bir rejimin tarihsel, toplumsal ve siyasi hedefleri, yarattığı çıkar ağları, ilişkileri düşünüldüğünde, eğer kendisi olarak kalmak istiyorsa, verebileceği tavizlerin bir sınırı vardır. Bu sınırların korunamaması, “içeriden” gelecek darbelerin yanı sıra bir “çöküş” ihtimalini de ortaya çıkaracaktır. Sözü edilen değişiklikleri birer “manevra” olarak görme nedenimiz budur. Çünkü böyle bir rejimi başka türlü sürdürme imkânı yoktur. Gelinen noktada, biçimsel bir demokrasi ve hukukun işlemesi bile rejimi zora düşürür, hatta onun varlığıyla çelişir. Tekrar edelim, gerçek bir “u dönüşü” koşullara bağlı olarak hızlı veya yavaş, ancak mutlaka bir çöküş süreci anlamına gelecektir. Bu nedenle RTE’nin öncelikli derdinin, “asıl mevzuya” mümkün olan en kısa sürede dönmek üzere vakit kazanmak olduğunu söylemeliyiz.
Bir “ehveni şer” ihtimali: pazarlık, anlaşma, uzlaşma, garanti..?
Bu noktada henüz pek dile getirilmeyen, muhtemelen burjuva muhalefetin bir çıkış olarak bel bağladığı bir “ehveni şer” ihtimaline de değinelim. İktidarın sonsuz bir güce sahip olmadığını düşündüğümüzde, Saray, gücünü çok büyük ölçüde tükettiğini hissettiği bir durumda (“iktidar çılgınlığının” etkisiyle tam tersi bir yönelişe girmediği takdirde) zorunlu bir kabullenme anlamında, pazarlıklı- anlaşmalı-uzlaşmalı- garantili bir geri çekilme stratejisine başvurabilir. Bu durumda başta Bülent Arınç gibi kızağa çekilmiş eski iktidar mensupları olmak üzere burjuva siyasetinin muhalif-muvafık “âkil adamlarının” devreye sokularak (elbette bazı iş çevreleri de dahil) “kazasız belasız” bir “geçişin” sağlanması söz konusu olabilir. Böyle bir uzlaşma, herkesten çok büyük sermayeyi mutlu edecektir. Bu koşullarda sermayenin “yapısal reform” talebi iyice ön plana çıkacaktır. Çünkü sermaye, böyle bir uzlaşmanın yaratacağı “demokratik mutluluk ve iyimserlik” ortamının, emekçilere daha da “acı ilaçları” içirmeyi mümkün kılacağı hesabını yapacaktır.
Zorunlu ve “kansız” bir çözüm yolunun açılması halinde, böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi, iktidarın “namuslu” bir seçimin sonuçlarını kabullenmesi, yani seçimle gitmesi ihtimalinden daha gerçekçi görünmektedir; en azından şimdilik.
Doğuracağı birbirinden farklı sonuçlara rağmen, krize dönüşmeye başlayan rejim sorunu hangi yolu izlerse izlesin, işçi sınıfının bağımsız ve örgütlü bir güç olarak toplumsal mücadele sahnesinde yer almadığı her durumda kazanan büyük sermaye olacaktır. Kaçınılmaz belirsizlikler nedeniyle bazı endişeleri olsa da sermaye sınıfı “proleter olmayan her hükümetin sonuçta kendisine hizmet etmek zorunda olduğu” bilinciyle hareket edecektir.
Hakkı Yükselen