2011’de Tunus’ta alevlenen devrimci Arap ayaklanmalarından on yıl sonra, Tunus’ta demokratik haklar Bin Ali’nin diktatörlük rejimine kıyasla daha iyi bir düzeye ulaşmıştı. Ancak asıl çelişki, yani kitleleri daha önce de harekete geçiren (sosyo-ekonomik çelişkiler) hala devam ediyor ve sosyal adaletsizlik sorunu elbette çözülmedi.
2021’in başından bu yana, başkent (Tunus) de dâhil olmak üzere birçok şehirde büyük protestolar sokakların kontrolünü ele geçirmiş görünüyor. Yetkililer, bu protestoların sokağa çıkma yasağını ve hükümetin Koronavirüs için aldığı önlemleri geçersizleştirmek için, sözde “gizli odaklar” tarafından kışkırtılan ayaklanmalar olduğunu iddia ediyor.
Ancak, bu protestoların arkasındaki asıl ve tek gerçek neden yoksulluk, işsizlik ve sosyal adalet arayışıdır. İstatistikler, Tunus’ta 2010’da yüzde 13 olan işsizlik oranlarının 2020’de yüzde 16,2’ye yükseldiğini ve gençler arasında ise yüzde 35,7’ye ulaştığını gösteriyor. Buna ek olarak ülke yüzde 9’luk bir ekonomik durgunluk, yüzde 13,4’lük bütçe açığı ve GSYİH’nın yüzde 90’ına yakın dış borç karnesine ulaşmış durumda.
Bu giderek çökmekte olan ekonomik durum, “El Nahda”nın öncülük ettiği İslami soslu burjuva rejiminin ve bu rejim içindeki laik müttefiklerinin, kısaca diktatörün devrilmesinden bu yana ülkeyi kontrol edenlerin performansının doğal sonucuydu. Başbakan Hisham Al Mishishi’nin iktidar dönemi, parlamento başkanı Rashid Al Ghannoshi (Al Nahda) ile uzlaşarak başladı ve bu, cumhuriyetin popülist CumhurbaşkanıQais Saed’e bağlı aktörlerden kurtulmak için hükümette bir değişikliğe de bahane oldu. Kitleler, Al Nahda’nın yol açtığıekonomik sorunların, daha kötüleşmese bile, en iyi ifadeyle aynı kalacağını biliyor.
Burjuvazinin siyasi partileri (hem İslami, hem de sekülerkesimler), bu ülkeden doğmuş olan Arap ayaklanmalarını ateşleyen ekonomik sorunları görmezden gelerek, iktidarı almakiçin savaşıyorlardı. Bu nedenle kitleler, devrimlerinin rotasına “balans ayarı” yapmak için yeniden mücadele sahnesine döndüler. Ne İslami, ne de seküler burjuvazinin çözümünde herhangi bir katkısı olmadığı net olan bu devrimin özü, şu talep ile temsil ediliyor: “ekmek, özgürlük ve sosyal adalet”.
Pek çok gözlemciye göre Tunus devrimi, bir karşı-devrimle yenilgiye uğratılmamış veya emperyalist ya da bölgesel kapitalist güçler tarafından çalınmamış olan tek muzaffer devrim. Ama aslında, bu devrimci süreç bile henüz kitlesel hedeflerine ulaşmadan sonlanmıştı ve hâlâ hem bölgesel hem de uluslararası birçok gücün etkisine açık.
Sonuç olarak, yeni rejim hala burjuvazinin çıkarlarını bir çözüm olarak dayatıyor ve bu nedenle işçi sınıfının bir devrimi sürdürmekten başka seçeneği yok. Yeni protestolar düzenleyebilecek ve yönetebilecek ana aktör ise, sendikalar ve yeni kurulan solcu gençlik örgütleri ve hareketleri.
Demokratik haklar ve bireysel özgürlükler, Tunuslu ve Arap kitlelerin yegâne ve en temel amacı değil. İlk dalgası 2011’de başlayan ve 2018’in sonunda (Irak, Lübnan, Sudan, Cezayir) ile ikinci dalgasını sürdüren bu ayaklanmaların en temel talepleri ekmek ve sosyal adalet arayışı idi ve öyle olmaya da devam ediyor. Şu anda 3. Dalgası başlayan Tunus ayaklanmalarının, bu ülke yanı sıra, aynı zamanda şimdiye kadar bu devrimci dalgalara “uyum” sağlamayı başarmış Ürdün ve Fas gibi monarşileri çok ciddi olarak etkilenmesi bekleniyor.
Tunus’taki burjuva iktidar rejimi altında, ifade hakkı gibi temel insan hakları bile tamamen güvence altında değildir. Son protestolara yönelik polis şiddeti, böylesi liberal bir yönetici sınıfın acımasız yaklaşımını gösteriyor. Siyasi tutukluların sayısı 900’e ulaştı ve bu gözaltıların büyük çoğunluğu gençlerden oluşuyor. Bu nedenle kitle hareketi, ekonomik taleplerin yanı sıra, tüm tutuklu eylemcilerin derhal ve koşulsuz serbest bırakılmasını da talep ediyor.
Tunus, 2011 ayaklanmalarından sonra bir iç savaş ya da askeri darbe karşı-devrimi yaşamadı. Oysa bu devrimci süreç, reformist bir “demokrasi” kılıfının içinde bile olsa, bir burjuva hükümeti altında amacına asla ulaşılamaz. İşçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi, tüm sosyo-ekonomik çelişkilerin çözülebileceği gerçek bir alternatif sistem yaratmanın tek yoludur. Yine de Tunus ve diğer Arap ülkelerindeki ana soru hala aynı olarak havada salınmaktadır; öncü işçi sınıfı partisinin yokluğu.
Bununla birlikte, öncü sosyalist (tek alternatif olarak) partinin yokluğu, devam eden bu devrimci ayaklanmaların kaçınılmaz bir yenilgi alacağı anlamına gelmez. Nesnel faktörler bu sürece yol açmaya devam ediyor ve kitlelerin bu süreçte kendi deneyimlerinden öğrenebilecekleri yeni gençlik hareketleri oluşuyor. Yeni ortaya çıkan bu gençlik oluşumlarına ve kitlesel sendikalara uluslararası ölçekte koşulsuz destek sağlanmalıdır. Bugün Tunus’un tanıklığı, kitlelerin yeni devrimci dalgaları yaratmaya devam edeceğini ve reformist burjuva usullerinin hiçbir zaman işe yaramayacağını kuşkusuz olarak göstermektedir!