Çöküş İhtimali Üzerine…

Çöküş İhtimali Üzerine…

Rejimin kaderiyle ilgili olarak son birkaç yıldır soyut bir temelde işaret ettiğimiz “çöküş” ihtimali, son gelişmelerin etkisiyle artık somut bir temelde tartışılıyor.  Evet, saldırgan tavırları, tehditleri, güç gösterileri ve bilinen bazı hazırlıkları nedeniyle şu anda verdiği imaj farklı olsa da bu rejimin “çökme” ihtimali vardır. Bazı belirleyici iç ve dış dinamiklerin etkisi, büyük çaplı ekonomik, mali, toplumsal ve siyasi bir kriz, güçler dengesinde yaşanan ciddi bir değişim, rejimi ayakta tutan sınıfsal ve kurumsal desteklerin çekilmesi vb. nedenlerle rejimler, hiç de “devrimci olamayan” biçimlerde, kendi içlerine çökerek ortadan kalkabilirler.

Bu çöküş, bazı durumlarda ağır bir güç kaybının ve yönetim zafiyetinin yol açtığı bir geri çekilme, pazarlık ve uzlaşma temelinde yaşanan görece sakin, barışçıl bir geçiş ve dönüşüm süreciyle gerçekleşir. Böyle durumlarda rejimin bazı unsurlarının göstereceği direnç (örneğin bazı darbe girişimleri) kolaylıkla aşılabilir. 1930’da İspanya’da ağır bir mali krizin etkisiyle Primo de Rivera diktatörlüğünün çöküşü; yine İspanya’da uluslararası koşulların da etkisiyle, Franco’nun ölümünün ardından 36 yıllık faşist diktatörlüğün çöküşü; 1989’da Doğu Avrupa’daki bürokratik rejimlerin kitle eylemlerinin de etkisiyle yıkılması; SSCB’nin, bir “iç dönüşüm” yaşayan kendi bürokrasisi eliyle dağıtılıp tasfiye edilmesi aşağı yukarı bu şekilde olmuştur.

Tarihsel ve toplumsal “gerekliliğini” veya “zorunluluğunu”, sınıfsal desteğini kaybeden rejimlerin, uzlaşmaya dayalı barışçıl bir geçiş sürecini kabullenemediği, güçlü bir direnç gösterdiği durumlarda ise çöküş çatışmalı bir yol izler.  Bu tür rejimler, sürecin belirli bir aşamasında kendi içlerinde de çözülmeye başlarlar. Memnuniyetsiz kitlelerin eylemi, çapı ve taleplerinin kapsamı oranında rejim saflarındaki panik ve çözülme eğilimi güçlenir. Aynı şekilde, o güne kadar rejimi ayakta tutan temel kurumların da -örneğin ordu- “düzen ve asayişi korumak” ve büyük bir yıkıma yol açabilecek bir iç savaşı (“kardeş kavgasını”), bazı durumlarda bir toplumsal devrim ihtimalini engellemek gibi gerekçelerle rejime cephe almalarına neden olur. Buna örnek olarak Mısır’da Mübarek, Tunus’ta Binali rejimlerinin çöküşünü gösterebiliriz.  Tabii, Romanya’da Çavuşesku rejimi örneğinde olduğu gibi, yürümeyeceğine veya yürümemesi gerektiğine bizzat devletin ve iktidar partisinin önde gelen unsurlarının karar vermesiyle çöken veya çökertilen rejimler de vardır.

Başlıca Nedenler

Çöküşün farklı biçimleri olsa da ortak sorun genellikle ciddi ekonomik, mali ve toplumsal krizler eşliğinde köhneyen, işlerliğini ve işlevlerini kaybetmeye başlamış olan rejimlere yönelik toplumsal, siyasi tepkilerden, genel memnuniyetsizlikten, gelecek beklentisinin yok olmasından; egemen sınıfların o güne kadar kendilerine hizmet etmiş olan rejimin kendi varlıkları açısından artık bir tehlike arz etmeye başladığını düşünüp yeni bir alternatif aramaya başlamasından; bazen kaybedilen veya uzayan bir savaşın yol açtığı yıkıcı etkilerden; uluslararası ekonomik ve siyasi desteğin kaybedilmesinden (örneğin emperyalizmin büyük güçlerinin veya “büyük biraderin” desteğinin kaybedilmesi); SSCB’de olduğu gibi bürokrasinin hızlı bir toplumsal farklılaşma ve mülkiyet arayışı sürecine girmesinden; siyasi ve idari kadrolar ve kurumlar arasındaki anlaşmazlıkla itiş kakışlardan, saf değiştirmelerden, hatta darbe girişimlerinden ve rejime karşı çok büyük kitle seferberlikleri gibi nedenlerden kaynaklanır.  

Çöküş bazen görece ani, hatta en beklenmeyen bir anda gelebileceği gibi, bazen uzun bir zaman dilimini kapsar. Mesela tarihte Roma İmparatorluğu’nun çöküşü böyle olmuştur. “Barbarlar” zaten kendi içinde ömrünü tamamlayıp çökmüş bir imparatorluğa son vermişlerdir

Bizdeki Durum: Saray Rejiminin Diyalektiği!

Bunlar elbette birtakım genellemeler… Konuya ilişkin bazı istisnai veya iç içe geçmiş örnekler de bulunabilir.  Örneğin, gelişmelere ve görünür eğilimlere bakıldığında bizim Saray rejiminin en azından halihazırdaki gidişatı daha “karma” özellikler göstermektedir. Bugün rejim açısından birbirine zıt gibi görünse de gerçekte diyalektik bir bütünlüğe sahip iki farklı dinamik işlemektedir. Bunlardan biri rejimin gücünü kaybettiği oranda giderek görünür hale gelen çözülme dinamiği ve bunun ortaya çıkardığı eğilimdir. Bu çözülme bazen açık, bazen örtülü biçimlerde çeşitli rejim unsurlarının servet kaçırma, yükten kurtulma, kişisel-politik düzeyde “tüyme”, birbirini satma, suçlama, parmak izi silme, delil karartma, itiraflarda bulunma, aklıselim çağrıları biçimini almaktadır. Durum ağırlaştıkça bu eğilimin güç kazanacağını söyleyebiliriz. Elbette liderin elden ayaktan düşmesi, akli melekelerini veya hayatını kaybetmesi de bu eğilimi şiddetli bir paniğe, çok hızlı bir dağılma ve çöküşe dönüştürebilir

Bir diğer dinamik ise rejim içindeki çatışmacı-iç savaşçı eğilimleri harekete geçirmektedir.  Bu, rejimi “her ne pahasına olursa olsun” ayakta tutma ve yakalandığı düşünülen büyük tarihsel fırsatı kaybetmeme, bunun için her türlü riski göze alma doğrultusunda bir eğilimdir. Bu eğilim epeydir “dönülmez bir yola” girmiş olan rejimin üst kademesinde bazı “sokak” yöntemlerini ve hazırlıklarını da içermekle birlikte şimdilik daha siyasi-idari yöntemler biçiminde dile gelse de daha alt ve destekçi bazı kesimlerin dilinde giderek saf bir şiddetin ve daha örtüsüz bir “iç savaş rejiminin” işaretlerini vermektedir. Rejimin başlıca ortakları haline gelmiş olan faşistler açısından ise sorun ve çözüm tarihsel, teorik ve pratik açıdan son derece nettir! Bu nedenle giderek hızlanması muhtemel çözülme eğilimine rağmen rejimin, dikişlerinin tamamen atmaya başladığı bir noktada, kendi içindeki güç çatışmanın da etkisiyle siyasi yöntemleri tamamen terk ederek açık terör yöntemlerine ve iç savaş taktiklerine yönelmesi muhtemeldir. Böyle bir süreç, büyük ihtimalle “birlik ve beraberlik” içinde değil, bir takım iç kavgalar hatta “saray darbeleri” eşliğinde yürüyecektir. İktidar kavgalarının yol açacağı çatışmaların, işlerin çığırından çıkmaya başladığı bir noktada büyük çaplı bir “devlet müdahalesine” neden olabileceğini söyleyebiliriz.

Felakete Dönüşmüş Bir Rejim!

Önümüzdeki dönemde bu iki eğilimden hangisinin daha ağır basacağı sorunu, rejimlerin çöküşüne ilişkin yukarıda ifade etmeye çalıştığımız koşullara, gidişata ve güç ilişkilerine ve bir ölçüde de liderin konumuna bağlıdır. Ancak bugün bir çöküş ihtimalinin tartışılmaya başlamasının öncelikli nedeni rejimin devlet işleri, temel kamu hizmetleri ve afet yönetimi gibi konulardaki aleni yetersizlik ve başarısızlıklarıdır. Sorun her ne kadar ayırt edilmeye çalışılsa da (Hani devlet başka, hükümet başkadır ya!) “devletin felç olması” veya “çökmesi” bağlamında gündeme gelmiştir. Konunun genel anlamda devletle ilgili boyutu devrimci sosyalistler açısından bir dert oluşturmasa da ilgili kamu kurumlarının, özellikle salgın, yangın, deprem, sel gibi durumlarda işlevlerini yerine getiremez hale getirilmesi hepimizin sorunudur. Böyle durumlarda toplumun geniş bir kesiminin büyük bir fedakârlık, sorumluluk ve dayanışma duygusuyla rejimin sinirlerini bozacak derecede örgütlenip devreye girmesi gelecek açısından büyük bir umut kaynağı. Fakat felâketlere karşı önlem alınması ve çok kısa sürede müdahale zorunluluğu vardır. Nihayetinde bu tür işler teknik altyapı, araç-gereç, teknolojik imkân ve iyi eğitilmiş, tecrübeli kadrolarla başarılabilir.

Doğal felâketler sırasında yaşananlar belirli bir iktidar, siyaset, yönetim ve egemenlik anlayışının kaçınılmaz sonucudur. Belirli bir birikim ve sömürü biçimi (kapitalist-neoliberal) temelinde, ülke kaynaklarının ve devlet imkânlarının, makam ve mevkilerin paylaşılmasını esas alan bu yönetim anlayışı ve bunun yarattığı çalışma tarzı ve kadrolaşmanın başka bir sonuç vermesi mümkün değildir. Bu anlayış, sonuçları itibariyle, normal zamanlarda şikâyet ve eleştiri konusu olsa da olağanüstü durumlarda tam bir felâkete ve yıkıma yol açmaktadır. Rejimin kendisinin ülke ve halk için başlı başına bir felâket haline gelmesinin nedeni budur. Ayakta tutulmaya ve sürdürülmeye çalışılan böyle bir düzendir.  

Çöküş sorununu, yüzeysel beklentilerle değil, bu bütünlük içinde ve muhtemel bütün sonuçlarıyla ele almalıyız. Söz konusu olan, herkesi hayretler içinde bırakabilecek bir hızla çökebileceği gibi, bu ülkenin başına uzun yıllar altından kalkamayacağı belaları açabilecek, başlı başına felâkete dönüşmüş bir rejimdir.

Hakkı Yükselen

Yazar Hakkında