2011 yılında “Arap Baharı”nı başlatan Tunus devrimi, Arap kitlelerinin ve dünya üzerindeki devrimciler ve aktivistlerin çoğu için sadece bir model olarak değil, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesini sağlayabilen toplumsal boyuta ulaşamamasına rağmen “tek muzaffer devrim” olarak kabul edilmektedir. Şu anki durumda dahi, siyasi özgürlükler ve demokratik haklar konusunda önemli zaferler elde etmeyi başarmıştı.
Silahlı mücadele sürecine dayanmayan bu barışçıl devrim, en başından itibaren, seçimler yoluyla “El Nahda”nın (siyasal İslamcı partinin) parlamento üzerindeki egemenliğiyle sonuçlanan “barışçıl bir karşı devrim” ile karşı karşıya kalmıştı.
Tunus burjuvazisinin (finans kapitalistler ve komprador kesim) en vahşi kesiminin temsilcisi olarak “Al Nahda”, dünya sömürgeci finans kurumları tarafından desteklenen barbar politikasını uygulamıştı. Geniş halk sektörlerini ezdi ve korona virüs kriziyle yüzleşmede tamamen başarısız oldu.
Bu durum karşısında, küçük-burjuvaların yanı sıra halkın çoğu, 2019’da cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Qais Saied’i ülkeyi “Al Nahda politikası” tarafından oluşturulan yoksulluk ve yolsuzluk bataklığından çıkarabilecek bir “kurtarıcı” olarak görüyordu. Bu umut, (2011 devriminde en önemli role sahip olan) Tunus Genel İşçi Sendikası’nın önderlik ettiği örgütlü bir mücadeleyle veya işçi sınıfının önde gelen herhangi bir örgütüyle ilişkili değildi. Bu, bazılarının “yukarıdan devrim” dediği, bir tür Bonapartizmin yolunu açtı.
Bu durumdan yararlanan Saed, meclise ve hükümete karşı cumhurbaşkanlığı darbesi ilan ederek, parlamenter karşı devrime karşı ülke geneline yayılan halk hareketinin önünü kesti.
Tunus Genel İşçi Sendikası, toplumsal devrim yoluyla bir halk hareketini sonuna kadar götürmek yerine, bu darbeyi ulaşılabilecek en iyi “uzlaşma” olarak değerlendirdi. Bu, mücadeleyi, ezilen kesimler ve tüm katmanlarıyla egemen sınıf arasında geçecek gerçek bir mücadeleden ziyade, farklı burjuvazinin kanatları arasında bir iktidar çatışmasına dönüştürebilir.
Tunuslu devrimci Ghassan Ben Khelifa ülkedeki son gelişmeleri şöyle anlatıyor:
“Bugün yaşananlar, 10 yıl önce halk sınıflarının devrimine karşı darbe sürecinin sahte ‘demokratik geçiş’ yörüngesinin doğal sonudur. Tunusluların yoksulluğu ve ölümünü artıran, onları siyasi mücadele yoluyla (ne reformist ne de devrimci) değişim isteğinden yılgınlığa ve umutsuzluğa düşüren ve ülkenin sömürge merkezlerine bağımlılığını derinleştiren bir yol… Bu aynı zamanda, halk sınıflarına kendini aşılayamayan ve onların gerçek çıkarlarını ifade edemeyen ve onları sınıfsal ve ulusal mücadelede siyasi olarak yönlendiremeyen “devrimci güçlerin” de krizi”.
Tunus devrimine karşı ilk darbe, oyunu “burjuva demokrasisi” kurallarına göre oynayarak, finans burjuvazisini yetkilendirerek, onların parlamentoyu kontrol etmelerine izin vererek başladı. Cumhurbaşkanlığı darbesi ise ancak devam eden karşı-devrim (darbe üzerine darbe) bağlamında okunabilir!
Saeds’in darbesi “Bonapartizm” biçimine sahip olmasına rağmen, özellikle işçi sınıfı hareketi harekete geçtiğinde, bu küçük burjuva cumhurbaşkanının, iktidarı kendi elinde merkezileştirme şansı çok düşük, ki bu hareket ekonomik koşulların artan oranda kötüleşmesi nedeniyle son dönemde yüksek oranda bekleniyor.
Ancak, ülkedeki büyük işçi örgütleri öznel faktörleri nedeniyle, bu “Çarpık Bonapartizm” ile başka tür bir uzlaşmaya varma eğiliminde olabilirler. Dahası, Tunus devriminin başarıları (siyasi özgürlükler ve demokratik haklar) bu vesile ile baltalanabilir.
Ancak, bu gasp, özellikle Arap devrimlerinin gölgeleri hala ortada iken, çok uzun ömürlü olamaz.
Thamer Khorma