Günler, aylar büyük bir boğuculukla birbiri ardına akıp giderken neredeyse sonbaharın sonuna geldik. Ekimin ikinci yarısı hava çok da kötü gitmezken, bir pazar sabahı fırtına çıkıyor, yağmur yağıyor, hava bir önceki ve bir sonraki güne göre en az 5 derece daha soğuk. O sabaha uyanan birçok emekçinin aklında biraz olsun dinlenebilmek çokça da üst üste zamlanan enerji faturalarıyla bu kışı nasıl atlatacağı var.
Oysa yaklaşık 2000 kişi, aynı sabah kimi koca bir kentin bir ucundan, kimileri de başka şehirlerden yola çıkarak İstanbul Kartal’a geldi. 24 Ekim 2021’de Kartal Meydanı’ndaki İşçi Emekçi Mitingi’ne. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu yazıda insanları oraya götüren neydi, bunun ne önemi var bunları anlatmak istiyorum. Ama bu kısma geçmeden önce o gün Kartal Meydanı’nda ne olduğundan bahsedelim.
Tam bir ay önce Sinbo, SML, Bakırköy, Bayrampaşa ve Şişli Belediyeleri ile Tur Assist, Alba Plastik, Bel Karper, AdkoTurk, Xiaomi Salcomp, Kentpar, CarrefourSa, Baldur, Uzel, Rönesans Holding, Tanzim Market, A101, Kayı İnşaat işçileri direniş ve mücadele bayrağını yükseltme talebiyle, İşçi Emekçi Mitingi çağrısında bulunmuştu. Bu sese kulak veren 40 kadar emek örgütü, bağımsız sendika ve siyasi partiler bir ay boyunca 1 Mayısları aratmayan bir heyecan ve çabayla yayın organlarından, sosyal medyadan ve sokaklardan işçi ve emekçileri alana davet etti.
Yağmura, fırtınaya rağmen Kartal’da Anıt Park önünde toplanan işçi ve emekçiler, kortejler halinde gerçekleştirilen yürüyüşlerini “İşçiler Birleşin, İktidara Yerleşin”, “Yaşasın Sınıf Dayanışması”, “Asla Yalnız Yürümeyeceksin”, “İş, Ekmek, Özgürlük” sloganlarıyla renklendirerek alana girdi. Miting bileşenleri adına okunan ortak basın açıklamasının ardından kürsü tamamen işçilerindi.
Kapitalist Yıkıma Karşı Sınıfımızın Gücünü Gösterme Zamanı
Ortak basın açıklamasında şu sözler öne çıktı:
“Mitingimiz bu mücadelede önemli bir adım. Şimdi buradaki kararlılığı, mücadele kıvılcımını fabrikalarda, sanayi havzalarında ve hayatın olduğu her yerde baskı ve sömürüye karşı yangına dönüştürme zamanıdır. Emeğimizi çalan, haklarımızı gasp eden sermayenin ve onun temsilciliğini yapanların karşısına örgütlü bir sınıf olarak daha güçlü çıkmak için attığımız bu adımı büyütme zamanıdır. Fabrikalarımızda, işyerlerimizde yan yana gelme, taban örgütlerimizi kurma zamanıdır. Bizlerin örgütsüzlüğünden faydalanan kapitalistlerin, iktidarın ve tüm kurumlarının sefil çıkarları için insanlığa dayattığı yıkımlara karşı sınıfımızın gücünü gösterme zamanıdır.”
Açıklamanın sonunda kapitalist yıkıma karşı atılan bu adımı güçlendirme çağrısı yapılarak talepler şu şekilde sıralandı:
-Madde 25/2 (Kod 29) Kaldırılsın!
-Herkese İş ve Gelir Güvencesi Sağlansın!
-Taşeron Çalışmak Yasaklansın!
-İş Yerlerinde Taciz, Baskı, Mobbing Son Bulsun!
-KHK’lar İptal Edilsin!
-Sendikal Örgütlenmenin Önündeki Engeller Kaldırılsın!
Konuşma yapan işçiler arasında TOMİS üyesi Sinbo, CarrefourSA, Neotrend, SML Etiket, Alba Plastik, Kayı İnşaat, Bakırköy ve Bayrampaşa Belediyelerinin direnişçi işçileri, KHK’lılar ve katı atık işçileri vardı. İşçiler, baskı ve mobbing’den, sendikal faaliyet yüzünden işten çıkarmalara, Kod-29’dan KHK’larla gelen hak gasplarına, marjinalleştirmelere ve sendika ihanetlerine kadar, direnişte olsun olmasın hemen her iş yerinde var olan sorunları dile getirdiler.
60 Yıl Sonra Bir İlk
Türkiye’de 24 Ekim 2021’de gerçekleşen İşçi-Emekçi Mitingi’nin benzerinin en son 60 yıl önce gerçekleştiğini duyan şaşırır mı bilmiyorum. Adıyla sanıyla bir işçi mitingi en son 1961 yılında Saraçhane’de düzenlenmiş. Yani ismini doğrudan sınıfın kendisinden alan ve işçilerin, emekçilerin kendi sözünü söylediği bir kürsü en son 60 yıl önce kurulmuş.
Her ne kadar bir parçası olmak gurur verse de özellikle içinden geçtiğimiz 60 yılı da göz önünde bulundurursak bir o kadar da acı geliyor. Hem sınıf çıkarları ve sınıf bilinci hem de tabii sosyalizm mücadelesi için. Her ne kadar verimli olacağına inansam da yazının çerçevesi ve konunun derinliği nedeniyle bu kısmı daha fazla açmayacağım. Ama bugün yayımlanan ve bu tartışmayı başlatan bir yazıyı referans verebilirim[1]. Bilmem siz ne düşünürsünüz.
Benim bahsetmek istediğim şeyse 60 yıl sonra böyle bir miting düzenlenmesinin hiç de bir tesadüf olmadığı. Dünyanın tüm işçilerini yaralayan 1984-85 İngiltere Madenciler Grevi’nin yenilgisi ve Thatcher’ın benliğinde vücut bulan neo-liberalizmin “mutlak zaferinin” ilanı ile giderek baskılanan grev ve direniş hattı 2008 küresel krizi ile kırılmıştı. Yunanistan’da başlayan ekonomik krize karşı gösteriler, takvimler 2011’i gösterdiğinde ABD’den İspanya’ya, Tunus’tan Mısır’a birçok ülkeye sıçramıştı. 2021’e geldiğimizde ise son 3 yıldır hükümet karşıtı büyük gösterilerin düzenlenmediği ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar. 2017’den bu yana 110 ülke büyük çaplı eyleme sahne olurken[2], pandemiyle birlikte tüm dünya emekçilerinde ve ezilenlerinde öfke daha üst bir aşamaya taşındı. 2008 sonrasının eylemliliklerinin öne çıkan kendiliğinden, anti-partici, kamusal alan işgaline dayanan hareketleri yerini daha sert protestolara bıraktı. Dünyanın genelinde kitlelerin öfkesini dindirecek bir çözümün ortada olmadığı gerçeği bize önümüzdeki dönem hakkında ipuçları veriyor.
Türkiye de uzay boşluğunda asılı bir toprak parçası olmadığı için hem uluslararası sermaye krizinden hem de dünya işçi sınıfının durumundan etkileniyor. Tıpkı 2013’te Gezi Direnişi’nde olduğu gibi. Kendiliğinden patlak veren toplumsal bir direniş olan Gezi, dayanışma, cesaret ve yaratıcılığıyla dünyaya örnek olurken rejimi sarsıyor fakat ortak bir talep ve program etrafında kalıcılaşamadığı için de yenilgiye mahkûm kalıyordu. Nitekim, kendisi için tehlikenin farkına varan rejim ve sermaye bloğu hızla el arttırıp bir daha asla böyle bir şeyin yaşanmaması için gereken önlemleri almaya başlamıştı. Peki Gezi ya da Tahrir ya da Puerta del Sol Meydanı’nda sadece “orta sınıf” mı vardı? Ya da gençler, kadınlar, taraftar grupları yalıtılmış birer kimlik olarak mı ordaydı? Bilmeyi reddedenler hariç herkes tüm bu gösterilerde işçi ve emekçilerin de olduğunu teslim ediyor. Fakat işçiler, kendileri için bir sınıf olarak orada değildi. İşçi sınıfının kendi talepleriyle bu isyanlara katılmaması hareketlerin niteliğini ve zayıflığını belirlemişti. Eğer işçi sınıfı, gövdesiyle beraber kendi sınıf taleplerini alanlara taşısaydı, şimdi bambaşka bir şey konuşuyor olurduk.[3]
Hayalet Geri mi Dönüyor?
Mitinge dönecek olursak, işçileri yağmurun, rüzgârın durmak bilmediği bir gün Kartal’a getiren şeyleri, yaptıkları konuşmalarda ifade edilen sorunları tekrar sıralayacak değilim. Sanırım Türkiye dahil dünyanın hemen her yerinde sorunun “ne” olduğunu herkes çok iyi görüyor. Peki daha önce böyle değil miydi? Belki öyleydi belki değildi ama artık odadaki fil hakkında konuşulmaya başlandı, burası kesin. Çıkarı olmayan kimse Saray rejiminin yalanlarına, vaatlerine inanmıyor. Ama ne yazık ki bunun kendisi işçi ve emekçilerin otomatik olarak kendileri için bir sınıf olacağı anlamına gelmiyor. Bunun için yaşananların “neden” olduğunu ifşa etmek, ısrarla sabırla umudu kesmeden anlatmak, örgütlenmek, mücadeleleri birleştirmek, kalıcılaştırmak ve iktidar iddiasıyla politik bir zemine taşımak gerekiyor. Hele de içinde bulunduğumuz dönüşüm çağında. Yani 60 yıl sonra, yani neo-liberalizm, gerçek anlamda tüm dünyayı yok oluşun eşiğine getirmişken; sermaye sahiplerinin, burjuva ideologlarının bize “geleceğin inşası” masalı ile zokayı tekrar yutturmaya çalıştığı bir anda.
Sermaye ve üretim araçlarının sahiplerinin yani burjuvazinin gayet ekonomik ve tabii ki politik çıkar çatışmalarını, İslamcı, modern, Batılı, yerli vb sıfatların/kimliklerinin arkasına gizlemelerine izin veremeyiz. İktidar hedefi rejimin kolladığı sermaye grubunun karşısındakini kurtarmak olan burjuva muhalefetin bize parlamenter sistem ve liyakat masalları ardında 1999-2007 arasındaki dönemi ambalajlayarak geri sunmasını kesinlikle reddetmeliyiz. Zenginlik, bolluk ve liyakat masalları ardında asgari ücreti eriten ve dayatan, sendikal faaliyetleri güdükleştiren, özelleştirmeleri hızlandıran, işsizliği kalıcı hale getiren, hepimizi borçlandıran bu dönem değilmiş gibi… Sanki bizi bugünlere getiren yolun taşları orada döşenmemiş gibi… Ve asıl önemlisi sanki biz geleceğin ne olduğunu bilmeyecek kadar aptalmışız gibi!
Tam da burjuva ideologları işçi sınıfındaki bilinçlenme ihtimalinden tir tir titrerken, burjuva muhalefeti biriken öfkeyi kaderi meçhul bir seçimle boğarken, nüfusa oranla sayıları az bile olsa temsili hiç de küçümsenmeyecek bu topluluğun İstanbul sokaklarını sınıf talepleri ile inletmesi ancak aptalların ve art niyetlilerin küçümseyeceği bir kırılmadır. Zaten onlar geri dursun, bizim yapacak çok şeyimiz var. Kendimizden, sınıfımızdan umudu kesmedik, kesmiyoruz. Çünkü geleceği kurtarabilecek ve onu yeniden inşa edebilecek tek güç bilinçli bir işçi sınıfı ve onun partisidir.
Aslı Sevim
[1] Can Çukurova. Sınıf hareketi içindeki sınıf düşmanları. Url https://sendika.org/2021/10/sinif-hareketi-icindeki-sinif-dusmanlari-634967/
[2] Url: https://carnegieendowment.org/publications/interactive/protest-tracker?radio-group=all
[3] Kırmızı Gazete Sohbetleri, 7. Yılında Gezi, https://www.youtube.com/watch?v=12Vuxd7Ngr8&t=146s