Esat Erdoğan
Erdoğan-Bahçeli, tüm yetkileri Sarayda toplayan otoriter bir başkanlık rejiminin (yeni tip Bonapartizm) hükümetidir. Doğal olarak da bu rejimin ve onun hükümetinin durdurulması emekçi halk açısından önem arzedyor. Ancak bu gerçeklik genel olarak burjuva muhalefetin programını ve olası bir AKP yenilgisi durumunda ortaya çıkabilecek durumları görmezden gelmemizi gerektirmiyor. Erdoğan’ın gidişinin bir rahatlama yaratma olasılığı yüksek olsa da, ondan sonrasının da bir cennet vadetmediği kesin.
Bu bağlamda burjuva muhalefetinin (Altılı Masa) şu ana kadar ne önerdiğine bakmak gerekiyor. Altılı masanın 29 Mayısta yayınladığı ilkeler bildirgesi 10 temel maddeden oluşuyor. Birinci ve en önemli başlık “Kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı güçlendirilmiş parlamenter sistem”. Yasama, yürütme ve yargıda kuvvetler ayrılığı ve parlamenter sisteme dönüş vurgusu yapılıyor. Ancak “güçlendirilmiş”ten kastın ne olduğu net ifade edilmiyor. Derinleşen ekonomik kriz dikkate alınınca işçi sınıfının sırtından sopa kalkmayacak gibi görünüyor. Ayrıca Türkiye’deki bütün sorunların sihirli değnek değmiş gibi “güçlendirilmiş parlamentarizm”le çözülmesi mümkün değil çünkü otoriterizmin kaynağı burjuvazinin Türkiye’de ve bölgedeki ihtiyaçlarıdır. İkinci madde olan “özgürlükçü kamu düzeni”nin içeriği demokratikleşme ile de başlasa, terörle mücadele ve kamu düzenine vurgunun hemen öne çıkması, dokuzuncu madde olan “siyasi etik reformu”nda da yine kamu düzeni vurgusu ve kaosa izin vermeyeceğiz denmesi ve yine onuncu madde olan “etkin ve itibarlı dış politika” da silahlanma ve TSK’nın caydırıcılığının arttırılması hedefi, burjuvazinin güçlü ve otoriter yönetim ihtiyacına denk düşüyor.
Yedinci madde “sosyal devlet ve gelir”, sekizinci maddede “üretim ve istihdam odaklı ekonomi” öne çıkıyor. Ülkede gıda fiyatları Mayıs ayında, hem de TUİK’e göre, yüzde 91,6 artmış, gıda üretici enflasyonu yüzde 127,88 artmış, ekonomi çökmüş, dış borç ödenemez noktaya gelmiş ve burjuva partilerin çözüm sadece bildiğimiz tekerlemeler. Dış borçları ödeyerek, piyasa ekonomisine teslim olarak, zenginlere servet vergisi koymayarak ekonomide neyi değiştirebilirler? Güçlendirilmiş parlamento bunların nasıl çözebilir?
Üstteki maddeler dışında, üçüncü maddede “her türlü ayrımcılığa son verecek çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü demokrasi”; dördüncü maddede “düşünce, ifade ve basın özgürlüğü”; beşinci madde “din ve vicdan özgürlüğü”; altıncı maddede “toplumsal barış ve tarafsız/ bağımsız yargı önünde hesap verilirlik adaleti” öne çıkarılıyor. Bu maddeler burjuva demokrasisi açısından güzel cümleler olsa da, güvenlikçi devlet politikalarıyla birlikte bu değişimi nasıl yapacakları tam bir muamma.
İlkelerin açıklandığı toplantının ardından 29 Mayısta gerçekleştirilen toplantıda da Kur Korumalı Mevduat Sistemi’nin kaldırılması, göç politikasının oluşturulması, dengeci bir NATO değerlendirmesi ve son olarak Terörle mücadele için yapılan sınır ötesi operasyonların iç siyaset malzemesi yapılmaması vardı. Keza bu toplantıda da sorunların emekçi halk ve işçi sınıfı lehine çözümüne dair bir açıklama söz konusu değildi
Karanlık Yükselirken
Kapitalizmin derin bir buhrana sürüklenirken, krizlerin ve savaşların sebebi olan kapitalizm ve onun temsilcisi partiler, işçi sınıfı lehine bir çözüm üretebilir mi? Bu partilerin görece daha demokrat veya daha faşist olanlar arasında elbette bir fark görüyoruz. Ancak bu partiler eninde sonunda küresel ve bölgesel sorunları hangi sınıfın lehine çözecekler sorusunu sormak zorundayız. Karanlık yükselirken; yani hegemonya savaşları, pazar kavgaları, fiili savaşlar, silahlanma, doğanın imhası, küresel salgınlar, gıda krizleri, su krizleri, mülteci akınları artarken, kölece çalışma koşulları yaygınlaşırken burjuva normalleşme mümkün mü?
Türkiye’de yukarıdaki soruya Erdoğan hükümetinin cevabı, güçlerin merkezi olarak Saray’da toplandığı otoriter bir başkanlık rejimiydi. Bu rejim ve onun hükümeti burjuvazinin iktidarını güçlendirmek ve hatta sınır ötesine taşımak için vardı. Aslında sonuçları bu kadar kötü ve kontrolsüz olmasa burjuvazinin bu rejimden büyük bir şikâyeti yoktu. Sendikalı işçiye bile tahammül edemeyen Türkiye burjuvazisi, bu karanlık dünya koşullarında gerçekten burjuva demokratik bir değişimi mi istiyor, yoksa sadece kontrolden çıkan Erdoğan hükümeti nedeniyle otoriter rejimin biraz dengelenmek mi istiyor? Cevap net; burjuvazi, biraz daha az otoriterlik, daha fazla güçler ayrılığı istiyor, ama biraz daha! Çünkü bunun ötesine geçerlerse açlıkla ve zorbalıkla durdurulan emekçiler, ezilenler dizginlerinden boşalabilir. Yakın dönemde Arjantin, Tunus, Ekvator vb. örneklerinde olduğu gibi… Sonuç olarak burjuvazi zayıf bir rejim ve hükümet istemiyor.
Bir diğer soru gerçekten burjuva partilerin bu ekonomik krizi çözebilecek bir programı var mı? Kesinlikle hayır! Aksine ücretlerin enflasyon oranında arttırılması, işçilerin denetiminde kamulaştırma, emekçi halkın çıkarı için olmayan dış borcun ödenmemesi, zenginlerden servet vergisi alınması, işten çıkarılmaların yasaklanması, sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor ve bu çözümleri burjuva hükümetleri gündeme getiremez. Çünkü bu sorunlar bir kez ortaya çıkarsa “işçi sınıfının cini” yerinde durmaz. Yani burjuvazinin kendisi ve onun partileri demokratik bir açılımı derinleştirebilme gücüne, ne de ekonomik sorunları çözebilecek programa sahipler.
Bu nedenle bizi sürekli bir “ehveni şer”, “yetmez ama evet”, “ekmek için Ekmeleddin” ekseninden çıkaracak bir sınıf siyasetini ve kutbunu daha fazla işçi sınıfının gündeme getirmemiz gerekiyor.