SANSÜR YASASI …

SANSÜR YASASI …

Hakkı Yükselen

Rejim, seçimlere doğru “yasal şiddet” konusunda yeni bir adım atıyor. “Sansür yasası” olarak da anılan bir yasa önerisi, komisyonlardan geçerek Meclise kadar geldi. Medya ve sosyal medya ile ilgili pek çok kısıtlama ve yasak getiren önerinin genel kurulda görüşülmesi, ana muhalefetin girişimiyle “parti gruplarında daha fazla müzakere edilebilmesi için”  şimdilik bir hafta süreyle ertelenmiş olsa da tekrar Meclise geldiğinde-eğer bu arada başka bir nedenden dolayı vazgeçilmemişse-  amacına uygun bir biçimde yasalaşacağından kimsenin kuşkusu yok.

Yasanın “gerçeğe aykırı haberleri, kamu barışını bozma amaçlı olarak alenen yaymayı engelleme” gibi bir gerekçesi olsa da öncelikli hedefi seçim sürecinde sağdan-soldan her türlü muhalefeti susturmak.  Bu yolla, temelde sınıf mücadelesinin ve ekonomik bunalımın   çeşitli tezahürlerinin üzerleri örtülmeye çalışılırken  muhalif toplumsal kesimlerin itirazları engellenecek, toplumun kahir ekseriyetini oluşturan emekçiler  tek taraflı bir rejim propagandasının yalanlarına maruz bırakılacak.

Niyet Belli                                                                                                

Türkiye’de “kamu barışı” için gerçek tehlikenin rejimin toplumu “kutuplaştırmak” amacıyla yaydığı, örneğin “Cami yaktılar”, “Camide içki içtiler”, “Başörtülü bacımızın üzerine işediler” benzeri son derece kışkırtıcı ve gerçek dışı haberler olduğunu bilsek de yasanın iktidara değil, muhalefete karşı işletileceği açıkça ortada. Ayrıca bu yasa, kabulü halinde, sadece seçimlerden önceki hayatımızı değil, rejimin varlığını sürdürmesi halinde geleceğimizi de karartmak amacıyla çıkartılıyor. Yani yasa, var olan rejimin, ayakta kalması halinde yakın bir gelecekte “kendisinden beter bir şeye” dönüşme sürecinde de önemli bir işleve sahip olacak.

Yasanın kabul edilip yürürlüğe girmesi halinde,  içeriği ve uygulanma biçimi itibariyle sıkı bir sansür rejimine ve pek çok durumda bir oto-sansüre yol açacağı da sır değil. Burada ortada bir yasa ve “yasallık” olduğu, yani yapılanların “yasalara uygun olacağı” gerekçesinin ardına saklanmak da mümkün değil.  Yasallık tek başına demokrasinin işareti olmadığı gibi, toplumların tarihi  anti-demokratik yasalarla doludur. Bilindiği üzere,  polis devletlerinde  de yasalar vardır, ama bu yasaların amacı,  gerçekte devletin özünü oluşturan “silahlı adamların” egemen sınıflar adına bütün toplumu denetlemesi, baskı altında tutabilmesi ve tuttuğunu içeri atabilmesidir.

Çıkarılmak istenen “sansür yasası”nın ve çıkarılacak muhtemel yasaların amacı budur. Tekrar edelim, rejim bu yasalarla sadece seçim sürecini değil, hayatta kalması halinde seçim sonrasını da hedeflemektedir.

Başarı Sakinleştirir mi veya Kendi İcraatından Ürkmek!

Başarısını yasal veya yasadışı baskı ve sindirme yöntemlerine borçlu olan bir iktidarın “vartayı atlattıktan” sonra sakinleşmesi, bunlardan vazgeçmesi mümkün değildir. Aksine böyle bir “seçim başarısı” iktidar sahiplerini daha da gergin, asabi ve kuşkucu bir hale getirecektir. Yani işin bir de “psikolojik” yönü vardır! Bu tür yönetimler bir süre sonra, karşıtlarının yaptıklarından ziyade kendi yaptıklarının yol açtığı kuşku ve korkuların esiri haline gelmeye başlarlar. İş bir süre sonra akıldışı bir hal alarak  “paranoyaya”  dönüşür. Nitekim iktidar, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında bir karşı-darbe eşliğinde yaşanan rejim değişikliğiyle birlikte kıvamı giderek artan bir paranoyanın içine batmıştır. Rejime yönelik her türlü eleştirinin, Türkiye’nin yakın tarihine ilişkin olumsuz benzetmelerin, uyarı ve hatırlatmaların iktidar cenahında otomatikman “Menderes”  ve hatta “Abdülhamid”  çağrışımı yapmasının ve muhaliflerini her durumda  “darbecilikle” suçlamasının önemli bir nedeni de budur. Kısacası “darbe” ve “darbeci” suçlaması basitçe, muhalefetin “ağzını açmasını” engellemeye dönük  bir taktiğin,  bir baskı ve şiddet gerekçesinin ötesinde, iktidarın bizzat kendi icraatlarının “kendi içinde yankılanmasından” kaynaklanan son derece “alıngan” ve tehlikeli bir ruh halinin de eseridir.

“Her ne pahasına olursa olsun” gitmeyeceklerini veya kalmak zorunda olduklarını, farklı düzeylerdeki temsilci ve taraftarlarının ağzından bazen “kaçıran”, bazen de doğrudan veya  dolaylı biçimlerde ifade eden iktidarların duydukları her “tıkırtıdan”  şüphelenip endişelenmeleri, buna “aşırı” tepkiler vermeleri kaçınılmazdır. Böyle iktidarlar, kendi niyetlerinden yola çıkarak, ancak zorla gönderilebilecekleri sonucuna varırlar ve herkesi böyle düşünmekle suçlamaya başlarlar! Kısacası rejim kendi endişe ve korkularını kendi niyet ve icraatlarıyla besleyip büyütmektedir.

Buradan yola çıkarak,  sorunun esasen “psikolojik” değil had safhada maddi olduğunu ve  gidişatın gerçek tehlikeleri içerdiğini bilmemiz gerekmektedir.  Sonuçta “Paranoyak olmamız takip edilmediğiniz anlamına gelmemektedir!”

Rejimin diğer pek çok yasal ve yasa dışı icraatı gibi,   “gerçeğe aykırı haberleri, kamu barışını bozma amaçlı olarak alenen yaymayı engelleme” gerekçesiyle Meclise getirdiği “sansür yasası” da,  bu geniş çerçevede değerlendirilmelidir.  Unutulmaması gereken husus, bu rejimin ayakta kalabilmek ve varlığını sürdürebilmek için yapabileceklerinin önünde kendisi açısından hiçbir ahlâki, manevi engel, demokratik hassasiyet olmadığıdır. Bu çürümüş rejim imkân, cüret ve cesareti oranında elinden geleni ardına koymayacaktır.  Karşısındaki tek gerçek engel, “meşruiyetini hak ve özgürlük taleplerinden ve de kitleselliğinden alan” bir karşı duruş olabilir. 

Yazar Hakkında