DEPRESİF BOZUKLUKLARIN TEDAVİSİ ÜZERİNE

DEPRESİF BOZUKLUKLARIN TEDAVİSİ ÜZERİNE

Ziya Zarif

Türkiye’de yoksulluk derinleştikçe ve gündelik hayat zorlaştıkça yıl içerisinde kullanılan antidepresanların miktarı da artıyor. Yine de yılda kaç kutu antidepresan kullanıldığı, depresif bozuklukların yaygınlaştığına dair tek başına bir kanıt sağlamamakta; antidepresanlar başka psikolojik bozuklukların tedavisinde de kullanılmakta. Aynı zamanda bu durum, insanların, gün geçtikçe rahatsızlıklarını daha fazla dile getirebilmeleri ve bu konuda daha bilinçli hale geldikleri ile ilişkilendiriliyor. Biz yine de çevremizde gözlemlediklerimiz, ekonomik krize rağmen psikoterapistlerden randevu almanın zorlaşması gibi şeylere dayanarak depresif bozuklukların artış eğiliminde olduğunu kabul edeceğiz. Bu psikoterapistlerden hizmet alanların öyle veya böyle bu hizmeti alacak kadar gelirinin olması, daralmakta olan orta sınıftan olduklarını hatırlatıyor. Geri kalan o da şanslı ise, devlet hastanelerinde iki haftada bir yarım saatlik görüşmelerle “psikoterapi” hizmeti almaya çalışan yoksul halk.

İki ana tedavi seçeneği olarak psikoterapi ve antidepresan ilaç kullanımı göze çarpmakta. İkincisinden başlayacak olursak geçtiğimiz günlerde, psikoloji/psikiyatri camiasında ses getiren ve eleştirilere de sebep olan bir çalışma yayımlandı. Beyindeki kimyasal bir dengesizliğin -serotonin salınımına ilişkin- depresyona sebep olduğu yönündeki baskın hipotezin ikna edici bir kanıta dayanmadığı bu çalışmayla ortaya koyuldu. Araştırmacılar, daha önce yapılan çalışmalarda ne depresyon hastalarıyla sağlıklı insanlar arasında serotonin düzeyi açısından bir fark bulunduğunu ne de serotonin üretiminin azalmasının insanların ruh halinde olumsuz bir etkiye sahip olduğunu raporladılar. Aynı araştırmacılar daha sonra kaleme aldıkları metinde, serotonin hipotezinin insanları çevreleyen koşulları perdelediğini dile getirdiler. Bu konuda söylenebilecek şeylerden birisi de SSRI kullanımı bırakıldıktan sonra hastaların rahatsızlıkların kısa bir süre içerisinde nüksetmesi. Böyle bir sonuç, hastanın ya sosyal koşullarında ya da -depresif bozuklukların ana sebebi olarak görülen- düşünme biçimlerinde SSRI’ların çok da etkili olmadığını göstermekte. Yine de başka birçok psikopatolojinin (şizofreni, bipolar bozukluk…) ilaçlar ile denetim altına alınabildiğini ve hastaların yaşamlarını işlevsel kılabildiğini biliyoruz.

İkinci tedavi seçeneği olarak psikoterapiyi ele almamız gerekiyor. Psikoterapi seçeneği, sosyalistler tarafından iki açıdan eleştirilmeye muhtaçtır. Bunlardan birincisi bir tedavi seçeneği olarak psikoterapiye yoksul kitlelerin ulaşmasındaki imkansızlıktır. İkincisi ise psikoterapinin, depresyondaki insanları kapitalist topluma uyumlandırmak için bir rıza üretimi mekanizması görme olasılığıdır. Beyin görüntüleme araştırmaları ve psikoterapi çalışmaları, depresif bozukluklar dahil birçok psikopatolojinin psikoterapiyle kalıcı şekilde tedavi edilebildiğini gösteriyor. Buna rağmen psikoterapinin de eleştirilmesi gereken noktalar barındırdığını söyleyebiliriz.

Majör depresif bozukluk yaşayan ve üniversiteden yeni mezun olmuş bir genci ele alalım. Kendisini değersiz görüyor ve hayatını yaşamaya değer kılacak bir şeyler bulmakta zorlanıyor. Mesleğini icra etmek istiyor fakat bunun için gereken enerji ve arzuyu kendisinde göremiyor ve bu yüzden bir psikoterapistten yardım almaya karar veriyor. Bu durumda psikoterapistle gencin, bakım verenle kurulan erken ilişkinin bu durum üzerindeki etkisini irdelemesi ve yaşanılan depresif semptomlarda bu durumun payını bertaraf etmesi veya işe alınmaması nedenli kendisinin bir öneminin ya da değerinin olmaması inancı üzerinde çalışmaları baştan ayağa yanlış/gereksiz değildir. Bilakis kişilerin yaşamını daha çekilebilir, yürütülebilir hale sokabilir. Bu noktada sormamız gereken şey şu: Peki bu semptomların gelişmesinde etkisi olan bir diğer ve belki de en büyük pay sahibi, ekonomik altyapı ve onun yoğun etkisi altında olan kültür hakkında psikoterapi ne söyleyebilir? Psikoterapi çoğu zaman yapılar hakkında bir şeyler söylemektense kişilerin yapabileceği şeyler üzerine odaklanıyor. Bir psikoterapi seansında elbette düzene odaklanıp kalmak işlevsiz kalacaktır ve bireyin yapabileceklerinin üzerinden atlayacaktır; bu da kabaca, insanların ruhsal problemlerinin çözümünün üstesinden ancak ve ancak büyük devrimlerle gelinebileceği mesajını taşımaktadır. Psikoterapistler belki de depresyon hastalarının kültürel ve/veya ekonomik şikayetlerini en azından empatik bir tavırla ele almalı ve öznel deneyimler gibi bunların da kişide yarattığı stresi kabul etmelidirler -her ne kadar seansta bunu işleyemeseler de. Bunun nedeni, psikoterapinin bağlamı gereği -bir uzman ve bir hastanın aralarındaki etkileşimin sağaltım amacı gütmesi- bahsi geçen büyük yapıların çözümünde araç olamayacağıdır. Buna paralel olarak Sigmund Freud’un, neredeyse bütün saygın psikoterapi kuramlarının içinden çıkıp geliştiği psikanalitik kuramın babasının, hastaların sosyal koşullar tarafından çevrelenmesine ilişkin psikanaliz pratiği hakkında işaret ettiği şeyi aklımıza getirmemiz gerekmekte: Psikanalizin amacı, nevrotik ızdırabı gündelik hayatın -sıradan- mutsuzluğuna dönüştürmektir. Psikoterapilerin, çoğu zaman, amacı ve etkisi bu kadar mütevazıdır. Gündelik hayatın mutsuzluğunu çözecek olan şey ise toplumsal mücadelelerdir (sınıf mücadeleleri, ulusal mücadeleler, kadın mücadelesi vs). Burada söylenmek istenen, kişinin politikayla ve/veya toplumla kurduğu ilişkiden doğan mutsuzluğun gündelik düzeyde kalacağı değildir. Psikoterapilerin ya da psikofarmakolojik tedavilerin kişinin mutsuzluğunu patolojik düzeyden gündelik düzeye çekebileceğidir. Yine de her psikolojik bozuklukta olmasa da bazılarında aslan payına sahip mevcut siyasi ve ekonomik düzenin, yani bu bazı psikopatolojilerin gelişmesinde rol aldığını düşündüğümüz makinenin parçalanmasının ruh sağlığında da dramatik bir iyiye gidişe sebep olabileceğini düşünebiliriz. O zaman gelene kadar, işçi sınıfının ruh sağlığı hizmetlerine ulaşabilmesi adına iyileştirici politikalar için mücadeleler vermemiz gerekecek.

Kaynakça

1-      Breuer, J. & Freud, S. Histeri Üzerine Çalışmalar. Payel Yayınları.

2-      The serotonin theory of depression: a systematic umbrella review of the evidence https://www.nature.com/articles/s41380-022-01661-0

  • Part 1 : How to take the news that depression has not been shown to be caused by a chemical imbalance – by Professor Joanna Moncrieff

Yazar Hakkında