Kırmızı Gazete Yayın Kurulu olarak Küba Devlet Başkanı Diaz-Canel’in Tayyip Erdoğan’ın davetiyle Türkiye ziyaretini öğrendiğimizde, Türkiye solunda da tıpkı dünya solunda yaygın şekilde olduğu gibi stalinizmin politik yenilgisini saklamak amacıyla Küba üzerinden sürdürülen yalana dayalı yanlış bilgilendirmelere karşı müdahale etme gereği hissettik. Hazırladığımız Küba dosyasının yazarları bizzat Latin Amerika işçi sınıfının mücadeleleri içinde ömürlerini devrim kavgasına vakfetmiş enternasyonalist sosyalistlerdir. Dolayısıyla yazılar stalinist solun ağzına dolamayı pek sevdiği şekilde ‘karşı devrimci bir emperyalist merkez tarafından yönetilen karalama kampanyasının’ ürünü olarak değil, bazı gerçekleri Türkiye işçi sınıfına ve devrimci kamuoyuna sunma adına bir çaba olarak görülmelidir. Tek ülkede sosyalizmin hem fikren hem pratikte yenilgisini gördüğümüz geçtiğimiz yüzyılın devamı bu sefer Küba örneğinde sürmektedir. Çin’deki kapitalist restorasyona benzer bir süreç Küba Komünist Partisinin tepesinde yer alan bürokratların eliyle işletilmekte ve Küba işçi sınıfının sefaleti, hiçbir işçi demokrasisi ve politik özgürlük olmadan bu süreç boyunca derinleşmektedir. ABD ambargosu sürmekte ama diğer emperyalist ülkelerin KP desteğiyle yaptığı sermaye yatırımlarıyla kapitalist restorasyon hızlanmaktadır, bu noktada Türkiye solundaki iddiaların aksine emperyalizm Küba Komünist Partisiyle zımnen veya doğrudan işbirliğini de sürdürmektedir. Bu yazıların Küba’daki süreci anlamamız açısından önemli olduğunu tekrarlıyor ve dikkatinize sunuyoruz.
KÜBA: Miguel Díaz-Canel Kimdir?
Miguel Díaz-Canel, Ulusal Meclis tarafından 604 milletvekilinin oybirliğiyle Raúl Castro’nun yerine ülkenin cumhurbaşkanı seçildi. Neredeyse bir protokol (adet yerini bulsun) oylamasıydı: Ülkedeki tek güç olan Küba Komünist Partisi tarafından desteklenen tek aday oydu.
Fidel Castro liderliğindeki gerilla hareketinin 1 Ocak 1959’da iktidarı ele geçirmesinden bu yana, Manuel Urrutia altı ay, 1976’ya kadar da Osvaldo Dorticos görevde kaldı. O tarihten beri Castro soyadı her zaman Küba’nın başkanı oldu: önce Fidel, sonra kardeşi Raúl.
Ulusal ve uluslararası alanda tanınmayan Miguel Díaz-Canel kimdir?
57 yaşında, elektronik mühendisi ve iki erkek çocuk babası. Siyasi kariyerini Komünist Parti kadrosu olarak geliştirdi. Doğduğu kasaba olan Villa Clara’daki gençliğin ana lideriydi ve ardından 1994’te eyalet KP’sinin Başbakan Sekreteri oldu.
2003 yılında, Hologuín eyaletinde aynı pozisyon için seçildi ve hiyerarşinin en tepesindeki liderlik olan Ulusal Siyasi Büro üyeliğine terfi etti. 2009’da Yüksek Eğitim Bakanı koltuğunu doldurmak için Havana’ya taşındı ve 2013’te Ulusal Meclis onu başkan yardımcılığına getirdi.
Díaz-Canel, bazıları yıllardır (hatta on yıllar boyunca) devrimin bir parçası olanların yaşlanması ve ölümünden sonra gerekli, kaçınılmaz nesil değişimini somutlaştırmaya hazırlanan, devrimden sonra doğan bir kadrolar kuşağına ait.
NİYE SEÇİLDİ?
Eski Dışişleri Bakanı Roberto Robaina, Felipe Pérez Roque ve Carlos Lage gibi diğer olası adaylar, bizzat Fidel tarafından “sadakatsizlik” veya “iktidar tarafından baştan çıkarılma” suçlamasıyla reddedildi. Analistler, Díaz-Canel’in sonunda, Castro’ya olan mutlak sadakati ile şimdiye kadar gösterilen ‘düşük profil’ arasındaki kombinasyon tarafından seçildiğini düşünüyor.
Gerçek şu ki, Díaz-Canel’in elindeki gerçek güç, tamamen resmi olmasa da oldukça kısıtlı. Raúl Castro, KP’nin liderliğini (en azından 2021’e kadar) yürüttü ve ayrıca Kastrist rejimin bir başka temel kurumu olan orduda hegemonik bir etkiye sahipti. Ayrıca, 52 yaşındaki oğlu Albay Alejandro Castro Espín, istihbaratı merkezileştiren Ulusal Güvenliği Savunma Komitesi’nin (Comisión de Defensa de Seguridad Nacional) başkanı.
HANGİ GEÇİŞTEN BAHSEDİYORUZ?
Batı medyasının çoğu, Díaz-Canel’in göreve geldiği Küba’daki durumun bağlamını “sosyalist” bir ekonomi ile kapitalist bir ekonomi arasındaki “geçiş” olarak tanımlıyor; Şimdiye kadar yavaş ve dikkatli bir şekilde ilerletilmiş bir dönüşüm süreci (dünya solunun çoğu tarafından bazı görüş farklılıklarıyla birlikte paylaşılan bir görüş). Basından ve kapitalist analistlerden gelen bu görüşe göre Díaz-Canel, “modernleşme” (kapitalizm) ile “devrimin kazanımları” arasındaki çelişkiyi nasıl çözeceğini bulmak zorunda kalacak. Bir başka çelişki, ekonominin “serbest gelişimi” (kapitalist) ile Castro kardeşlerin inşa ettiği kapalı rejim arasındaki çelişki olacaktır.
Biz bu görüşe katılmıyoruz. Bu sitede ve diğer yayınlarda yayınlanan birçok makalede belirttiğimiz gibi, Küba’da kapitalizmin 90’lardan bu yana Castro tarafından restore edildiğini düşünüyoruz. Birkaç Avrupa emperyalist ülkesinin (özellikle İspanya) ve Kanada’nın adanın ekonomisinde artan nüfuzundan yararlandığı bir süreçten bahsediyoruz.
Bu çerçevede, Castro ailesi ve onlara en yakın aygıtın üyeleri, bu işlerle ilişkilendirilenler ve benzerlerini geliştiren minik bir burjuvazi haline geldi. Örneğin, tarihi rom fabrikası ve markası Havana Club’ın hisselerinin büyük kısmının Fransız şirketi Pernod Ricard’a 50 milyon dolara satışı.
Ayrıca, Castro ailesinin lüks bir yatla eriştikleri özel ada Cayo Piedra da dahil olmak üzere ülkede çok sayıda malikanesi var. Bunlar herkes tarafından bilinen rakamlar ve bilgiler, ancak Castro ailesinin küresel serveti çok daha büyük, dağılmış ve adanın her yerinde (muhtemelen ülke dışında da) “gizli”.
İş dünyasına katılımlarından elde edilen bu faydalar, rejim aygıtının üst düzey komutanlığına ve diğer alt derecelere kadar uzanıyor, özellikle ordunun, askeri kadroların yararına olan devlet şirketlerinin önemli çekirdeği üzerindeki kontrolü burada temel belirti. Örneğin, inşaatları, gayrimenkulleri ve perakende zincirlerini yöneten Cimex şirketi; ve ilaçları ve tıbbi hizmetleri ticarileştiren Medicuba.
Küba İşçi Devleti artık yok. Kapitalist restorasyonun bir sonucu olarak, devrimin büyük kazanımları (sağlık, eğitim ve gıdadaki ilerlemeler gibi) kaybedildi ya da şimdi kaybediliyor. Fahişelik gibi azalan eski sömürü yöntemleri, aşamalı olarak yeniden ortaya çıkıyor. Sosyal ve ücret eşitsizliği ve yoksulluk katlanarak büyüyor. Tanınmış Kübalı yazar Leonardo Padura’nın birçok romanı bu gerçeği göstermektedir. Küba’ya giden ve İspanyol acentası Meliá’nın ayrıcalıklı ve korunan otel ortamından ayrılan herkes bu düşüşü mutlaka doğrudan görmektedir.
Dolayısıyla, Raúl Castro “devrimin kazanımlarını savunmaktan” bahsederken (ve Batı medyası bu sözleri tekrarlıyor), az önce ifşa ettiğimiz ve Küba hükümetleri tarafından yıllarca saldırıya uğrayıp aşındırılan şeylerden bahsetmiyor. Aslında söylemek istediği ayrıcalıklarını ve Kastrist aygıtını savunmak istediğidir. Miguel Díaz-Canel, bu görevde kendisine yardımcı olması ve ölümünden sonra da devam etmesi için seçilen kişidir.
ABD EMPERYALİZMİNİN POLİTİKASI
Birçok emperyalist Avrupa ülkesini ve Kanada’yı kapitalist restorasyondan büyük fayda sağlayan ülkeler olarak görüyoruz. ABD emperyalizmi ise devrimden sonra 60’larda Küba’da oylanan yasalar nedeniyle “iş fırsatlarını” kaybediyor.
Obama bunu değiştirmeye çalıştı: Raúl Castro ile birkaç kez görüştü (biri adaya yaptığı ziyaret sırasında), ülkeler arasındaki diplomatik ilişkiyi yeniden başlattı ve ikili ticareti kısıtlayan ve Küba’da ABD yatırımlarını engelleyen yasaların iptalini teşvik etmeye kararlıydı. Konuşmasında kriterleri belirledi: Burada iyi iş yapmamıza izin verin ve rejimi sorgulamayacağız, “açılmayı” talep etmeyeceğiz.
Bu, Miami’de (gusanos) yaşayan Küba burjuvazisinin tarihsel taleplerinden bir kopuştu: Devrim tarafından kamulaştırılan malların iadesi (merkezi bir hedef olarak) ve Castro rejiminin yenilgisi. Obama politikasıyla bu burjuvaziyi bölmeyi başardı: Miami’deki Kübalı Cumhuriyetçi Senatör Mark Rubio, onunla birlikte Küba’ya gitti.
Donald Trump, Obama’nın politikasını değiştirdi ve Obama’nın anlaşmalarını geri alacağını açıkladı. “Daha sert” bir profil gösterme ihtiyacıyla birlikte, gusanosun en sert kesimiyle olan bağlantılarının çıkarlarını da yansıtıyor olabilir. Ancak, diğer pek çok açıdan olduğu gibi, politikasını “sertleştirme” niyeti, gerçekliğin derin süreçlerine aykırıdır.
Dolayısıyla, Trump’ın politikası yalpalıyor ve/veya “yolun yarısında” kalıyordu. Bu durumda, 1960’ların yasalarının askıya alınmasını zorlamaması, ancak aynı zamanda (belki “Kanadalı” veya “Avrupalı” kılığında) ABD’nin Küba’daki yatırımlarına bir göz atması mümkündür. IMF ve Dünya Bankası’nın “modernleşmeyi sübvanse etmek” için kredi vereceği ve Trump’ın karşı çıkmayacağı da biliniyor.
SON OLARAK: KASTRİST REJİM ÜZERİNE
Daha önce bahsettiğimiz bir materyalde, Castro’nun yaklaşık 50 yıldır inşa ettiği rejimi analiz ediyoruz:
“Söylediğimiz gibi, Küba İşçi Devleti’nin var olduğu dönemde, Castro ve Küba KP’si, işçiler ve kitleler için her türlü demokratik özgürlüğü engelleyen bürokratik, baskıcı bir rejim inşa etti. Ama bütün bu yıllar boyunca aynı rejim, İşçi Devletinin toplumsal temellerini savundu.
Kapitalizmi restore eden rejimin kendisi oldu ve emperyalist giriş sürecini garanti etti. Söylediğimiz gibi, Kastrizmin hiyerarşik çevresinde emperyalist yatırımlarla bağlantılı yeni bir burjuvazi var. Sonuç, Castro kardeşlerin rejiminin, ekonomik sömürgeleştirmeye hizmet eden bir diktatörlük veya kapitalist bir ülkede totaliter bir hükümet olduğudur.
Díaz-Canel ile rejimde bir “açılım” (kontrollü olsa bile) olacak mı? Her ayrıntı bunun olmayacağını gösteriyor; Raúl Castro’nun ve Kastrist aygıtın politikasının emperyalist müdahaleyi derinleştirmek, ancak ülkenin yaşamı ve siyasi üstyapısı üzerinde mutlak kontrolü sürdürmek olduğunu gösteriyor.
Ayrıca Díaz-Canel’in iki videosu medyada yer aldı. Bir tanesinde, Kübalı İnsan Hakları aktivistleriyle buluşuyor ve onlardan faaliyetlerini, özellikle de taleplerinin internet üzerinden yayılmasını bırakmalarını talep ediyor. Öte yandan, parti kadrolarıyla buluşuyor ve Obama’nın Raúl ile müzakere etme amacının “devrimi yok etmek” olup olmadığını sorguluyor.
Dikkate alabileceğimiz bir husus var: internet erişiminin genişletilmesi (2016 BM raporuna göre şu anda yaklaşık %5). Díaz-Canel’e göre: “Bunu yasaklamak, mantıksız, imkansız bir aldatma olur”. Aslında sözleri bir tavizden çok, nesnel bir eğilimin boyun eğmiş bir kabulü gibi.
Küba işçileri ve halkı, demokratik özgürlükleri ve Castro rejimine son vermek için mücadele etmelidir. Ama bu özgürlükler emperyalizmin elinden gelmeyecek. Nihayetinde emperyalizm, Castro rejimi üzerinden hareket etmeyi ve onunla müzakere etmeyi tercih ediyor. 1959 devriminde Küba’dan sürülen Miami’deki gusanolardan da demokratik özgürlükler gelmeyecek. Bu mücadele, yeni bir Küba İşçi Devleti’nin inşasıyla ve onunla birlikte, kaybedilen ya da kaybedilmekte olan kazanımların geri kazanılmasıyla yakından bağlantılı olmalıdır. Bu görevde Kastrist rejim (Díaz-Canel dahil) savaşılması gereken acil düşmandır.
Alejandro Iturbe
6 MAYIS, 2018
KAYNAKÇA:
http://subscriber.telegraph.co.uk/news/2018/04/15/will-cubas-next-president-whenraul-castro-steps/
www.diariodobrasil.org
https://www.lanacion.com.ar/2126694-la-dinastia-castro-con-futuro-asegurado-dentro-del-regimen